ÖNSÖZ
Şükredenlerin hamd ettiği gibi bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah’a hamd eder, hamd edenlerin şükrettiği gibi O’na şükrederiz. Salât ve Selâm, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed’in üzerine olsun.
Kalp için tevhit alanından daha üstün ve daha yararlı başka bir alan yoktur. Zira kalp, bu alanda özgürce dolaşır, kendisi için dersler çıkarır; böylece isim ve sıfatlarını anarak Mevlâ’sına kulluk eder. Allah Teâlâ, aziz kitabı Kur’an’da zatını en güzel adlarla adlandırmış, kendisini en güzel niteliklerle nitelemiş ve şöyle buyurmuştur:
“İsimlerin en güzeli Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edin. O’nun isimlerinde aykırılığa (ve inkâra) sapanları bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır.” [1]
Bu isimler, Allah’ın birliğini, merhametini ve üstünlüğünü gösteren, aynı zamanda kalplere ve kulaklara hoş gelen isimlerdir. Hatta bu isimler, bütün hayır ve iyiliklere eksiksiz olarak işaret eden isimlerdir.
Fakat ne yazık ki, insanlar bu isimlerin anlamları hakkında görüş birliğine varamadılar. Bu konuda birçok görüşler ileri sürerek doğru yoldan ayrıldılar. Kimileri bu isimleri farklı şekillerde yorumlarken, kimileri de bu isimlerin anlamlarıyla kesinlikle bağdaşmayan görüşler ileri sürdü. Kimileri ise ne bu grubun ne de öteki grubun iddia ettiği görüşleri kabul etmedi ve bir kenarda durmayı tercih etti. Bu tavra karşılık, isimleri yorumlayanlar veya anlamlarıyla bağdaşmayan görüşler ileri sürenler, kapkara tevil ve yorumlar deryasına daldılar. Öyle karanlık bir derya ki, ellerine bakmak isteseler zifiri karanlık nedeniyle ellerini dahi göremezler.
Tüm bu görüşlerin arasından Ehlisünnet ve’l-cemaat ise Allah’ın bu güzel isimlerini anlama yolunu tercih etti. Bu âlemde Allah’ı kendisinden daha iyi tanıtan bir varlığın olmayacağına inandı. Bunun için Allah’tan yardım dileyerek insanlar arasında Allah’ı en iyi tanıyan kimseye (Hz. Peygamber’e) gitti. Onun bitmez tükenmez pınarından doyasıya yararlandılar. Kurtuluşlarını, hiçbir eğrilik ve yanılmanın olmadığı bu metodda gördüler. Bu konuda Allah’tan sonra Hz. Peygamber’den yardım istediler. Ondan sonra da hiçbir aşırılık veya tahrifata sapmadan tevatürle ondan ilim nakleden ve güvenilirlikleri ispatlanmış ravilerin rivâyetlerinden yararlandılar. Bu yüzden Yüce Allah’ın bu güzel isim ve sıfatları konusunda en üstün metod selefin metodudur. Zira bu metod, ne filozofların ileri sürdükleri görüşlere ne de kelamcıların anlaşılmaz söz ve düşüncelerine dayanmaktadır. Allah’ın isimleri konusundaki bu selefî metod, aşırılıklardan uzak mutedil ve orta bir metoddur.
Ehlisünnetin, Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarını anlama konusunda ortaya koydukları bu metodun kuralları, bu şekilde belirlenmiştir. Metodlarında olduğu gibi bu kurallarda da herhangi bir aşırılık bulunmamaktadır. Selefî metodun dayandığı kurallardan bazılarını özetle şöyle sıralayabiliriz:
Bizler, Yüce Allah’ın bizim kendisini nasıl tanımamız gerektiğini belirttiğine inanıyoruz. Zira O, şöyle buyurur: “De ki: “Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?” [3]
Dolaysıyla Allah’ın bazı sıfatlarını nefiy/yok saymak, teşbih/benzetmek, ta’til/geçersiz saymak, tevil/başka şekilde yorumlamak veya örneklendirmek mümkün değildir. Zira Allah’ın sıfatlarını belirten âyetler müteşabih (anlamları bilinmeyen, kapalı) değildirler. Bütün sıfatların anlamı özetle selefin şu sözünde toplanmıştır: “İstiva malûm, keyfiyet meçhuldür.” Yani Allah’ın sıfatlarına olduğu gibi inanır, bunların keyfiyetlerini Allah’a havale ederiz.
Örneğin, “Allah Rahmân ve Rahîmdir” dediğimizde şunu kastediyoruz: O, hiçbir teşbih, temsil, tahrif ve ta’til olmadan kendisini nitelediği şekilde merhamet sahibidir. O’nun rahmeti her şeyi kuşatmıştır ve O, inkarcıların nitelediklerinden uzaktır.
Bizler en mükemmel sıfatların Allah’ta bulunduğuna inanıyoruz. Ayrıntıları âyetlerde belirtilen sıfatların aynen Allah’ta bulunduğunu kabul ediyoruz. Bunları yok sayma konusunda deriz ki: Allah, her türlü eksiklik ve kusurdan uzaktır. Bu yüzden Allah, kendisini nitelediği gibi nitelendirilir; aynı zamanda O, Hz. Peygamber’in kabul ettiği sıfatlarla da nitelendirilir. Bu, Allah’ın bütün isim ve sıfatları için geçerlidir. İsimleri kabul edip sıfatları yok sayanlar veya zatî sıfatları kabul edip fiilî sıfatları kabul etmeyenler doğru yoldan sapmışlardır. İddia ettikleri bütün bu görüşleri sapıklık ve bid’attir.
İbn Kesir’in bu konuda güzel bir değerlendirmesi bulunmaktadır.
İbn Kesir der ki: “Bir grup hadis âlimi, Allah’ın isimlerini belirten bu hadisi müdrec hadis olarak kabul etme eğilimindedirler. Müdrec hadis, ravinin, hadisin aslında olmayan bir şeyi fazladan eklemesidir. Böylece hadis zayıf kabul edilmektedir. Sonra bu hadisin rivayet zincirinde Velid b. Müslim ve Abdülmelik b. Muhammed es-San’ânî bulunmaktadır. Hadis âlimleri, her iki ravinin de zayıf olduğu görüşünde ittifak etmişlerdir. Züheyr b. Muhammed, birden çok hadis âliminin bu ravileri zayıf kabul ettiğini rivayet eder.” [6]
İbn Kesir’in konuyla ilgili bu değerlendirmesi büyük önem taşımaktadır. Çünkü kendisi bir müfessir, dil bilgini ve muhaddistir. Hadis ravilerinin belirttikleri bu isimlerin, âlimlerden derledikleri özel görüşleri olduğunu, Hz. Peygamber’in sözü olmadığını ispatlayacak yetkinliktedir. Burada esas alınacak kural şudur: “Allah’ın güzel isimleri, Kur’an ve Sünnet esas alınarak belirlenebilir.”
Yukarıda aktardığımız sahih hadis, Allah’ın doksan dokuz isminin bulunduğunu belirtmektedir. Ancak bu, Allah’ın başka isimlerinin bulunmadığını göstermez. Yani söz konusu hadis, Allah’ın isimlerini sınırlamamaktadır. Eğer bir sınırlama amaçlanmış olsaydı Hz. Peygamber bunu şu şekilde açıklıkla ifade ederdi: “Allah’ın isimleri doksan dokuz tanedir.” [7]
Bütün İslâm bilginleri, Allah’ın isimlerinin bu sayıdan daha fazla olduğu görüşünde hemfikirdirler. Bunu özellikle şu hadis-i şerifte geçen ifadelerden anlıyoruz: “Senin kendini isimlendirdiğin veya herhangi bir varlığa öğrettiğin veya kendi katında gayb âleminde tercih ettiğin her isimle senden diliyorum.” Bu hadisteki ifadeler, Allah’ın, insanların bilmediği, ancak bazı seçkin ve özel kullarına öğrettiği, gayb âleminde tercih ettiği isimlerinin bulunduğunu göstermektedir.
İbn Kayyim der ki: “el-Esmâ-ü’l hüsnâ, herhangi bir sayı ile sınırlandırılamaz. Çünkü Allah Teâlâ’nın kendi katında gayb âleminde tercih ettiği isimleri ve sıfatları vardır. Bu isim ve sıfatları ne Allah’a yakın bir melek ne de gönderilen bir peygamber bilebilir.” [8]
Âlimlerin bu görüşlerini aktardıktan sonra görüyoruz ki, hadiste geçen “ezberleyen ve sayan” cümlesinden maksat, sadece bu isimleri ezberleyip saymak değil; o isimlerle Allah’a kulluk etmek, dua etmek ve gerekleriyle amel etmektir. Çünkü iyi kötü her insan bu isimleri kolaylıkla ezberleyip sayabilir ve sürekli tekrarlayabilir. Ancak onların gerekleri ile amel etmek, saymak kadar pek de kolay değildir. Nice Kur’an okuyan kimseler vardır ki, etkisi onların boğazlarından aşağıya inmez. Nice namaz kılanlar vardır ki, yorulmak kendilerine kâr kalır. Bir başkası tuttuğu oruçtan aç ve susuz kalmaktan başka bir şey kazanamaz. Bu isimleri ezberleyip saymak da aynen böyledir.
a- Bizzat Allah’ın zatına delalet eden isimler.
b- Zatî sıfatlar. Allah’ın işitmesi, görmesi, yapma gücü olması, bilmesi ve hayatta olması bu tür sıfatlardandır ve bizzat Allah’ın zatıyla ilgilidir.
c- Fiilî sıfatlar. Bunlar, yaratma ve rızıklandırma gibi Allah’ın fiillerine bağlı olan sıfatlara delalet ederler.
d- Selbî sıfatlar. Bu tür sıfatlar, Allah’ı her türlü eksiklikten uzak tutmayı, O’nu kusursuz ve mükemmel görmeyi gerekli kılar. Örneğin Allah’ın kimseye muhtaç olmama sıfatı, yoksulluk sıfatının olmadığını gösterir. Diğer sıfatları da bu şekildedir.
Şüphesiz Allah’ın sıfatları konusu, isimlerinden daha geniştir. Beyhakî der ki: “İsimler, Kur’an veya sahih hadislerin haber verdiği isimlerle sınırlıdır. Sıfatlar ise, aklî delillerin Yüce Allah’ı nitelediği bütün nitelikleri kapsar.”[11] Bizlerin şu an bu tür kelamî tartışmalara girmemize gerek yoktur.
Bununla ilgili olarak sadece bir örnek vermekle yetineceğim. Örneğin Yüce Allah: “Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah’ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır.” [12] buyurmaktadır. Burada âyette geçtiği üzere Allah için “aldatan” sıfatı kullanılamaz. Allah böyle bir sıfattan beridir. Âyette Allah için “Oysa O, onları aldatandır” denmesinin nedeni, Allah’ı aldattığını sananlara aynı üslupla karşılık verilmesidir. Aynı durum “Ve kendileri Allah’ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş…” [13] âyeti için de geçerlidir.
Bütün bu rivâyetler sahihtir. Hepsinin kaynağını daha sonra zikredilen yerlerde belirteceğiz.
Bu meselenin derinliklerine dalmadan, bir rivâyeti tercih edip ötekini bir kenara bırakmadan Hz. Peygamber’in “Onları ezberleyen ve okuyan cennete girer” tavsiyesine uyarak bu isimleri ezberlemeye, her zaman okumaya ve gereklerini yerine getirmeye çalış. Hadisler arasında tercih yapmayı konunun uzmanlarına bırak. Daha geniş ve ayrıntılı bilgi almak için uzmanlara başvur. Bil ki bu isim ve sıfatlarla amel etmek, onları sadece ezberleyip okumaktan daha önemlidir. Başarıya ulaştıran elbette Yüce Allah’tır.
***
[1]
A’raf,
[2]
Şûrâ,
[3]
Bakara,
[4]
Şûrâ,
[5]
Buhârî,
[6]
İbn Kesir, “et-Tefsir”,
[7]
Dr. Ömer el-Eşkar, “el-Esmâ ve’s-sıfat”, Dâru’n-Nefâis, s.
[8]
İbn Kayyim,
“Bedâiu’l-fevâid”,
[9] Allah ve Resûlünün bildirmesi ile bilinebilir.-Çev.
[10]
İbn Kayyim, a.g.e.,
[11]
Beyhakî, “el-Esmâ ve’s-sıfât”, s.
[12]
Nisa,
[13]
Haşr,
[14]
Bakara,
[15]
Enbiya,