Yüce Allah’ı En Güzel Bilmek
Marifetin (bilme ve tanıma) en üstün derecesi, Yüce Allah’ı en güzel varlık olarak bilmektir. Bu, seçkin ve özel kullara has bir marifet türüdür. Her kul, Allah’ı bir özel sıfatı ile tanır. Bu tanımaların en mükemmeli ve üstünü, O’nu güzelliği, yüceliği ve kusursuz oluşu ile tanımaktır. İsim ve sıfatlarında Allah’a benzer bir varlık yoktur. Eğer bütün varlıkların güzelliği bir adamda toplansa ve hepsinde bu güzellik bulunsa, onların bu iç ve dış bütün güzellikleri Allah’ın güzelliğinin yanında, ancak zayıf bir kandil ışığının muhteşem güneş ışığı karşısındaki durumuna benzer.
Allah’ın güzelliği, eğer yüzündeki nur perdesini kaldıracak olsa, nurunun ulaştığı bütün varlıkları yakacak niteliktedir. Dünya ve âhiretteki bütün varlıkların iç ve dış güzelliği, O’nun bir eseridir. Bütün bu güzellikleri yaratan acaba ne kadar güzeldir?
O, bütün üstünlüklerin, güç ve kuvvetin, cömertliğin, ihsan ve iyiliğin sahibidir. Her şeyi en iyi bilendir. Bütün karanlıklar O’nun yüzünün nuru ile aydınlanmıştır. Hz. Peygamber, Taif dönüşünde şöyle dua etmiştir: “Karanlıkların kendisiyle aydınlandığı, dünya ve âhiret işlerinin kendisiyle düzeldiği o yüzünün nuru ile sana sığınıyorum.”[1]
Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Rabb’inize göre gece ve gündüz yoktur. Göklerin ve yerin nuru, O’nun yüzünün nurudur. O, göklerin ve yerin nurudur. Kıyamet günü hüküm vermek için geldiğinde, yer O’nun nuru ile aydınlanır. O’nun en güzel isimlerinden biri de Cemîl’dir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah güzeldir, güzel olanı sever.”[2]
Allah’ın güzelliği (cemâl) dört derecedir: Zatının güzelliği, sıfatlarının güzelliği, fiillerinin güzelliği ve isimlerinin güzelliği. Allah’ın bütün isimleri güzeldir. Bütün sıfatları en mükemmeldir. Bütün fiilleri hikmetle, adaletle ve merhametle gerçekleşir.
Allah’ın zatının güzelliği kusursuzdur. Kendisinden başka kimse bu güzelliğini bilemez, idrak edemez. Varlıklar O’nun güzelliğini tarif edemez. Kulları arasından özel ikramda bulunduğu kimseler bile güzelliğini tanımlayamazlar. Çünkü bu güzelliği başkalarından saklanmıştır. Üzerinde, görünmesini engelleyen ridâ (dış elbise) ve izâr (iç giysi, örtü) vardır. Hz. Peygamber bir kudsî hadisinde Allah’ın şöyle buyurduğunu söyler: “Yücelik benim ridâm, büyüklük ise izârımdır”[3] Yücelik, büyüklükten daha geniş anlamdadır. Allah Teâlâ, büyük ve yücedir, üstün ve güçlüdür.
İbn Abbas der ki: “Allah’ın zatı, sıfatlarla, sıfatları da fiillerle örtülmüştür. En mükemmel sıfatlarla, yüce ve üstün niteliklerle örtülen bir güzelliği nasıl tasavvur edebilirsin?”
Bu sözle Allah’ın zatının güzelliğiyle ilgili bazı anlamları anlayabilmekteyiz. Kul Allah’ın fiillerini tanıma derecesinden sıfatlarını tanıma derecesine, sıfatlarını tanıma derecesinden de zatını tanıma derecesine yükselmektedir. Fiillerin güzelliğini biraz müşahede edince bununla sıfatların bazı güzelliklerini tanımaktadır. Sonra tanıdığı bu sıfatların güzelliği ile zatın güzelliklerini tanımaktadır. Burada hamdin sadece O’na ait olduğu, hiçbir varlığın hakkıyla O’na hamd edemediği ortaya çıkmaktadır. Allah, kendisini tanıttığı gibidir. O, zatına ibadet edilmeyi, zatının sevilmesini ve zatına şükredilmeyi hak eden tek varlıktır. Allah, kendisini seven, kendisiyle övünen ve kendisini övendir. O’nun bir olması, kendisini sevmesi, kendisiyle övünmesi ve kendisini övmesi, birliğinin, sevginin, övünmenin ve övgünün ta gerçeğidir. Allah, kendisini övdüğü gibidir. Varlıkların yaptıkları bütün övgülerinin üstündedir. Allah, zatını sevdiği gibi bütün sıfatlarını ve fiillerini de sevmektedir. O’nun bütün fiilleri güzel ve sevimlidir. Yapılanlar arasında kendisini öfkelendiren ve hoşuna gitmeyen şeyler bulunsa da bu, O’nun, fiillerini sevmesine mani değildir. Hoş olmayan ve sevilmeyen hiçbir fiili yoktur. Varlıklar arasında O’ndan başka zatı için sevilen ve hamd edilen başkası yoktur. O’nun dışında sevilen her şey, O’nun sevgisine bağlı olarak ve O’nun rızası için seviliyorsa, bu doğru bir sevgidir. Aksi halde geçersiz bir sevgidir.
İlâhî gerçek işte budur. Gerçek ilâh, kendi zatı için sevilen ve kendi zatına hamd edilendir. İhsanı, bol nimeti, kendisine isyan edenlere bile yumuşaklıkla davranması, affetmesi, suçlarını bağışlaması O’nun sevgisinin bir tezahürüdür. Bu yüzden kulun, Allah’tan başka ilâh olmadığını bilmesi, inanması, O’nun için sevmesi, O’na hamd etmesi ve bütün noksanlıklardan uzak tutması gerekir. O’nun dışında açık ve gizli gerçek nimet verenin olmadığını bilmeli, bu nimetlere karşılık O’na sonsuz teşekkür etmelidir. Böylece hem verdiği nimetlere karşılık hem de nimet karşılığı olmadan O’na hamd etmeli, O’nun için sevmeli ve O’nun için nefret etmelidir.
Allah’ın zatına benzer bir varlık olmadığı gibi, O’nun sevgisi gibi bir sevgi de yoktur. Çünkü O’nu sevmek, kendisine itaat etmekle birlikte geçerlidir. O’na itaat etmek, varlıkların yaratılış amacı olan kulluğu yerine getirmektir. O’nun belirlediği emir ve yasaklara samimiyetle uymaktır. Sevginin sonu ve en üst derecesi budur. Böyle sevgi ancak O’na beslenir. Sevgide O’na ortak koşmak, O’na şirk koşmaktır. Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamayacağını ve amellerini kabul etmeyeceğini bize bildirmiştir.
Allah’a hamd etmek iki türlüdür. Birisi, iyiliklerini ve üstün niteliklerini itiraf etmekle birlikte O’nu sevmektir. Buna göre O’nu sevmeden sadece iyilik ve üstünlüklerini itiraf eden Allah’a hamd etmiş olmaz. Diğeri ise, O’nu sevdiği halde iyilik ve üstün niteliklerini itiraf etmemektir. Böyle yapan da Allah’a hamd etmiş olmaz. Hamd etmekte asıl olan; her iki yönün de bulunmasıdır. Gerçek bir hamd eden olmak için hem Allah’ın kullara yaptığı iyilikleri ve mükemmel sıfatlarını itiraf edip kabul etmek, hem de O’nu sevmek gerekir.
Allah, kendisini övdüğü gibi meleklerin, peygamberlerin ve mü’min kullarının yaptığı hamdlerle de övünür. O, hem kendi kendisini över, hem de varlıkların kendisine hamd etmesi ile övünür. Varlıkların övmesi, ancak O’nun dilemesi, izni ve yaratması ile gerçekleşir. Hamd edene hamd etme imkanı tanıyan, müslümanın müslüman olmasını, namaz kılanın namaz kılmasını ve tevbe edenin tevbe etmesini sağlayan O’dur. Bütün nimetler ve iyilikler O’ndan başladı ve O’nda son bulacaktır. Hamd O’nunla başladı yine O’nda son bulacaktır. Kuluna tevbe etmeyi ilham eden ve buna sevinen, son derece mutlu olan O’dur. Bütün bu fiil ve eylemler O’nun varlığıyla, fazlı keremiyle gerçekleşmektedir. Kuluna itaat etmeyi ilham eden, itaat etmesinde ona yardımcı olan sonra da amellerine karşılık onu ödüllendiren O’dur. Bu da O’nun kendi fazlı ve keremidir. Allah, her yönden kendisinin dışındaki her şeyden müstağnidir. Hiç kimseye muhtaç değildir. O’nun dışındaki her şey, her yönden O’na muhtaçtır.
Kul, bütün sebep ve sonuçlarda O’na muhtaçtır. O’nun yardımıyla olmayan bir şey gerçekleşmez. O’nun için yapılmayan bir amel, fayda sağlamaz.[4]