﴿ اَلْحَقُّ ﴾
HAK
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlar Allah’ın hiç şüphesiz apaçık Hak olduğunu bileceklerdir.” [1]
İbn Abbas anlatıyor. Hz. Peygamber gece namazına kalktığı zaman şöyle söylerdi: “Ey Allah’ım! Sana hamd olsun. Sen, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların nurusun. Sana hamd olsun. Sen, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri ayakta tutansın (Kayyûm’sun). Sana hamd olsun. Sen, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabb’isin. Sana hamd olsun. Sen tek gerçeksin (Hak’sın), vaadin haktır, sözün haktır, Seninle buluşmak haktır, cennet haktır, cehennem haktır, peygamberler haktır, Muhammed haktır, kıyamet saati haktır. Ey Allah’ım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana dayandım, sana yöneldim, senin için düşmanlık yaptım, Senin hükmüne razı oldum. Açık ve gizli yaptığım tüm kötülükleri ve yapmadığım tüm iyilikleri bağışla. Sen benim tek ilâhımsın. Senden başka hiçbir ilâh yoktur.”[2]
el-Halîmî der ki: “Hak, inkarı mümkün olmayan, ispat edilmesine gerek duyulmayan, varlığı kabul edilendir. Buna göre yüce Allah’ın varlığı, kabul edilmesi gereken şeylerin ilkidir. O’nun varlığı, kabul etme emri henüz insanlara gelmeden kabul edilmiştir. Bu yüzden varlığı inkar edilemez. Yüce Allah’ın varlığına delalet eden deliller olmasa da O, vardır. Bununla birlikte bütün varlık âlemi, O’nun varlığının apaçık delilidir.”[3]
Yüce Allah’ın her sözü ve fiili haktır. O’nunla buluşmak haktır. Gönderdiği peygamberler ve indirdiği bütün kitaplar haktır. Dini hak dindir. Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca O’na ibadet etmek haktır. O’na dayanan ve dayandırılan her şey hak ve gerçektir.[4]
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “İşte böyle; Allah, Hakkın ta kendisidir. O’nun dışında kendilerine tapmakta oldukları ise, şüphesiz bâtılın ta kendisidir. Şüphesiz Allah, yücedir, büyüktür.” [5]
“De ki: “Hak Rabb’inizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen küfre sapsın.” [6]
“İşte bu, sizin gerçek Rabb’iniz olan Allah’tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var?” [7]
“De ki: “Hak geldi, bâtıl yok oldu; hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur.” [8]
“O gün, Allah onlara hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah’ın hiç şüphesiz Hak olduğunu bileceklerdir.” [9]
Allah’ın bütün isimleri, sıfatları ve fiilleri haktır. O’na ibadet etmek haktır. O’nun kullara vaadi, azabı ve hesabı haktır. Kullar hakkındaki hükmü adaletin ta kendisidir ve bu hükmünde hiçbir haksızlık yoktur.[10]
İbn Kayyim, Allah’ın Hak ismiyle ilgili olarak şunları söyler: “Hak, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin kendisiyle yaratıldığı Yüce Allah’tır. O, görünen ve görünmeyen bütün varlıkların sayfalarda yazılı olarak varolmasını, yazabilen ve yazamayan herkesin bunları okumasını sağlayan varlıktır. Şair şöyle söyler:
Şu kainat sayfalarını düşün, çünkü onlar
Mele-i a’lâ’dan sana gelen mektuplardır.
Eğer iyi düşünürsen, orada yazılmıştır
Allah’ın dışındaki her şey bâtıldır.
Varlıkların temel amacı olan Hak, hem kullardan istenen hem de kullarla istenen bir amaçtır. Kullardan istenen, onların Allah’ı ve eksiksiz sıfatlarını tanımaları, O’na ibadet etmeleri, hiçbir şeyi O’na ortak koşmamaları, sadece Allah’ı ilâh, mabud, itaat edilen ve sevilen olarak kabul etmeleridir. Yüce Allah bu isteği şöyle ifade etmektedir: “Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın her şeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle her şeyi sarıp-kuşattığını bilip-öğrenmeniz için.” [11] Allah bu âyette, âlemi, kullarının kendisini, gücünü ve her şeyi kuşattığını tanıyıp bilmeleri için yarattığını haber vermektedir. Bu, O’nu tanımayı, isim ve sıfatlarını bilmeyi ve O’nu birlemeyi zorunlu kılmaktadır.
Bir başka âyette Yüce Allah, varlıkların yaratılış amacını şöyle haber vermektedir: “Ben, insanları ve cinleri yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım.”[12] Demek ki, kullardan istenen temel amaç budur. Yani kendilerini var edeni bilip-tanımak ve yalnız O’na ibadet etmek.
Kullarla hedeflenen amaç ise, amellerin karşılığını adaletle vermekle, iyiliklere sevap kötülüklere de azap ile karşılık vermekle alâkalıdır. Yüce Allah bu amacı şu âyetlerle bize açıklar: “Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır; öyle ki, kötülükte bulunanları, yapmakta oldukları dolayısıyla cezalandırır, güzel davranışta bulunanları da daha güzeliyle ödüllendirir.” [13], “Şüphesiz, kıyamet saati yaklaşarak gelmektedir. Herkesin harcadığı çabanın karşılığını alması için, onun (haberini) neredeyse gizleyeceğim.” [14]
“Hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaması ve küfre sapanların kendilerinin yalancı olduklarını bilmesi için (tekrar diriltecektir).” [15]
“Şüphesiz sizin Rabb’iniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra da arşa istiva eden, işleri de evirip çeviren Allah’tır. Onun izni olmadıktan sonra hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabb’iniz olan Allah budur, öyleyse O’na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz? Sizin tümünüzün dönüşü O’nadır. Allah’ın vaadi bir gerçektir. İman edip salih amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O’dur. Küfredenler ise, küfre sapmaları dolayısıyla, onlar için kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azab vardır.” [16]
Şimdi, Allah’ın baştan sona gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları nasıl hak üzere, hakla, hak için ve hakka şahit olması için yarattığını iyi düşün.[17]
[1]
Nur,
[2]
Buhârî,
[3] Beyhakî, a.g.e., s.12-13.
[4]
es-Sa’dî, “Teysiru’l-kerîmi’r-rahmân”,
[5]
Hac,
[6]
Kehf,
[7]
Yunus,
[8]
İsrâ,
[9]
Nur,
[10]
es-Sa’dî, a.g.e.,
[11]
Talak,
[12]
Zariyat,
[13]
Necm,
[14]
Tâ-Hâ,
[15]
Nahl,
[16]
Yunus,
[17]
İbn Kayyim, “Bedâiu’l-fevâid”,