Hadis-i Şeriflerde Fuhuş ve Zinâ Kavramı

 

Hadislerde fuhuş kelimesi ve fâhiş, mütefahhiş, fâhişe, fevâhiş, fahhâş gibi türevleri sıkça kullanılmakta olup bunların bir kısmında "bir söz ve davranışın mâkul ve mûtat ölçülerin dışına taşıp aşırılığa kaçması" anlamı, çoğunda ise "büyük günah, edepsizlik ve iffetsizlik" anlamları kastedilmiştir. Hz. Peygamber, vaktiyle bir fâhişenin (bağî) çölde susuz kalan bir köpeğe su vermesi sâyesinde günahlarının bağışlandığını belirterek (Ahmed bin Hanbel, II/507; Müslim, Selâm 154, 155) hayvanlara merhamet etmenin sevâbı yanında, fuhşun büyük günah olduğunu da vurgulamıştır. Rasûl-i Ekrem ayrıca fâhişenin mehrini (zinâ karşılığında veya haram olan nikâh için verilen para), kazancın en kötüleri arasında sayar (Buhârî, Büyû' 113; Müslim, Müsâkât 40, 41)

"Üç kişi vardır, kıyâmet günü Allah Teâlâ onlara konuşmaz, nazar etmez, günahlardan da arındırmaz, onlara elîm bir azab  vardır: Zinâ eden yaşlı, yalan söyleyen devlet reisi, büyüklenen fakir." (Müslim, İman 172, h. no: 107; Nesâî, Zekât 77, h. no: 5, 86)

"Üç kişi vardır, kıyâmet günü Allah onlara nazar etmez: Anne ve babasının hukukuna riâyet etmeyen kimse, erkekleşen kadın ve deyyus kimse." (Nesâî, Zekât 69, h. no: 5, 80)

“Kim bana çeneleri ile bacakları arasındaki şeyler hususunda garanti verirse, ben de ona cennet husûsunda garanti veririm.”  (Buhârî, Rikak 23, Hudûd 19; Tirmizî, Zühd 61, h. no: 2410)

"Sizin hakkınızda en ziyâde korktuğum şey, zenginlik hırsı  ile karınlarınızın ve ferçlerinizin (avret yerlerinizin) şehvetleri bir de fitnelerin şaşırtmalarıdır." (Ahmed bin Hanbel, 4/420, 423)

"Zânî (zinâ yapan) bir kimse, zinâ yaptığı sırada mü'min olarak zinâ yapmaz, hırsız da çaldığı sırada mü'min olarak hırsızlık yapmaz, içkici, içki içtiği sırada mü'min olduğu halde içki içmez; insanların, onun yüzünden gözlerini kendine kaldıracakları kadar nazarlarında kıymetli olan bir şeyi mü'min olarak yağmalamaz." (Buhârî, Mezâlim 30, Eşribe 1, Hudûd 1, 20; Müslim, İman 100, hadis no: 57; Ebû Dâvud, Sünnet 16, h. no: 4689; Tirmizî, İman 11, h. no: 2627; Nesâî, Sârık 1, 8, 64)

"Kişi zinâ edince iman ondan çıkar ve başının üstünde bir bulut gibi muallak durur. Zinâdan çıkınca iman adama geri döner." (Ebû Dâvud, Sünnet 16, h. no: 4690; Tirmizî, İman 11, h. no: 2627)

"Şurası muhakkak ki kadın, şeytan sûretinde gelir, şeytan sûretinde gider. Biriniz bir kadında hoşuna giden bir husus görürse, hemen hanımına gelsin; zira bu, nefsinde uyananı giderir." (Müslim, Nikâh 9, hadis no: 1403; Ebû Dâvud, Nikâh 44, h. no: 2151; Tirmizî, Nikâh 9, h. no: 1158)

"...Kadın, şeytanın oltasıdır..." (Kütüb-i Sitte, c. 15, s. 181-182)

"Erkeklere kendimden sonra kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım." (Buhârî, Nikâh 17; Müslim, Zikr 97, h. no: 2740; Tirmizî, Edeb 31, h. no: 2781)

"Çocuk büluğa erince babası onu evlendirsin; aksi halde çocuk günah işleyebilir, onun bu günahı babaya da ait olur." (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 159)

“...Elbise giydiği halde çıplak gibi görünen kadınlar, Cehennem ehlindendir.” (Müslim, Libâs 125, hadis no: 2128).

"Kim (başkalarının kusurlarını teşhir edip herkese) duyurursa, Allah da (onun kusurlarını) duyurur. Kim de riya yaparsa Allah da onun  riyasını ortaya çıkarır." (Buhârî, Rikak 36; Müslim, Zühd 48, h. no. 2987)

"Bir kavimde gulûl (denen devlet malından hırsızlık) zuhûr ederse, Allah o kavmin kalplerine korku atar. Bir kavim içinde zinâ yayılırsa orada ölümler artar. Bir kavim, ölçü ve tartılarda (hile yaparak) miktarı azaltırsa Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin (mahkemelerinde) haksız yere hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır. Bir kavim ahdinden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder." (Muvattâ, Cihâd 26, h. no: 2, 460)

"Ey Allah'ın Rasûlü! Aramızda  sâlihler mevcut iken bizler helâk mi olacağız?"  Rasûlullah (s.a.s.): "Evet, buyurmuşlardır, pislik (zinâ) artarsa!" (Muvattâ, Kelâm 22, h. no: 2, 991)

"Hanımını kocasına  karşı, köleyi efendisine karşı ayartan bizden değildir!" (Ebû Dâvud, Talâk 1, h. no: 2175, Edeb 135, h. no: 5170)

"Âdemoğluna zinâdan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka erişir. Gözlerin zinâsı bakmak, kulakların zinâsı dinlemek, dilin zinâsı konuşmak, elin zinâsı tutmak, ayakların zinâsı yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir, ya da boşa çıkarır." (Buhârî, İsti'zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20-21; Ebû Dâvud, Nikâh 43)

"Yollarda oturmaktan kaçının!" Sahâbiler: 'Biz buna mecbûruz. Meselelerimizi orada konuşuyoruz' dediler. Bunun üzerine Rasûlullah: "Oturmaktan vazgeçemeyecekseniz o halde yolun hakkını verin!" buyurdu. 'Yolun hakkı nedir ey Allah'ın Rasûlü?' dediler. Şöyle cevapladı: "Harama bakmamak, gelip geçenleri incitmemek, selâm almak, mârufu emredip münkerden nehy etmektir." (Buhârî, Mezâlim 22, İsti'zân 2; Müslim, Libâs 114; Ebû Dâvud, Edeb 12; Tirmizî, İsti'zân 30)

İbn Abbas (r.a.) şöyle dedi: "Rasûlullah (s.a.s.), kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lânet etti. Buhârî'nin bir başka rivâyetinde de (Libâs, 61) "Rasûlullah (s.a.s.), kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lânet etti." denilmektedir. (Buhârî, Libâs 62; Ebû Dâvud, Libâs 28; Tirmizî, Edeb 24; İbn Mâce, Nikâh 22)

Rasûlullah (s.a.s.) kadın gibi giyinen erkeğe, erkek gibi giyinen kadına lânet etti." (Ebû Dâvud, Libâs 28; Ahmed bin Hanbel, II/325)

"Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup vardır: Biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla (coplarla) insanları döven bir topluluk. Diğeri, giyinmiş oldukları halde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremedikleri gibi, şu kadar uzak mesâfeden hissedilen kokusunu bile alamazlar." (Müslim, Cennet 52)

Abdullah bin Ömer (r.a.)'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.), saçlarına saç ekleten ve ekleyen, dövme yapan ve yaptıran kadınlara lânet etmiştir. (Buhârî, Tefsîru Sûre (59) 4, Libâs 83, 85, 87; Müslim, Libâs 115, 117, 119; Ebû Dâvud, Teraccül 5; Tirmizî, Libâs 25, Edeb 33; Nesâî, Ziynet 22-24; İbn Mâce, Nikâh 52)

"Mü'min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir." (Tirmizî, Birr 48; Ahmed bin Hanbel, I/405, 416)

"Bir erkek hanımını yatağına çağırır, o da gelmez ve kocası kendisine kızgın vaziyette gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lânet eder." (Buhârî, Bed'ü'l-Halk 7, Nikâh 85; Müslim, Nikâh 122; Ebû Dâvud, Nikâh 40) “Gözler de zinâ eder; onların zinâsı bakıştır.” (Buhârî, İsti’zân 12; Müslim, Kader 20)

Büreyde (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Ali’ye (r.a.) buyurdular ki: "Ey Ali, bakışına bakış ekleme. Zira ilk bakış sanadır, ama ikinci bakış aleyhinedir." (Tirmizî, Edeb 28, h. no: 2778; Müslim, Edeb 45; Ebû Dâvud, Nikâh 44, h. no: 2149)

Cerîr (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'a âni  bakıştan sordum. Bana: "Nazarını/gözünü hemen çevir!" buyurdu." (Müslim, Âdâb 45, h. no: 2159; Ebû Dâvud, Nikâh 44, h. no: 2159; Tirmizî, Edeb 29, h. no: 2777; İbn Mâce, Tahâret 137)

Açıklama: 1- Burada mevzûbahis olan âni bakış, kasıtsız ve gayr-i irâdî olarak bir kadının görülüvermesidir. Rasûlullah, herhangi bir yerde, ihtiyarsız olarak nazarımıza  ânîden çarpan bir  kadına irâdî olarak bakmaya devam etmeyi yasaklamakta nazarlarımızı derhal çekmeyi emretmektedir. Müteakip hadiste daha sarih olarak görüleceği üzere, böyle, göze birden ilişen  kadına ihtiyarsız ilk bakmanın herhangi bir günahı yoktur. Ancak irâdî olarak bakmaya devam edilirse bu bakış haram Hudûduna girer ve günah işlenmiş olur. Esasen zinâya giden yolun ilk basamağında bakmak  yer aldığı için, zinâ fazîhasının önlenmesinde mühim ön tedbirlerden biri, göze hakim olmak, harama bakmamaktır. İslâm âlimleri nazarın kalbi bozan en mühim âmillerden biri olduğunu  kabul eder. Hatta Seleften bazıları "Nazar kalbe düşen zehirli bir oktur" demiştir. Rabbimiz zinâ ile nazar arasındaki bu sıkı irtibat sebebiyle ferclere sahip olmayı emrettiği aynı âyette gözleri kısmayı da emretmiştir: "Mü' min erkeklere söyle, gözlerini kıssınlar ve ferclerine (cinsiyet organlarına hâkim olup, zinâdan) muhafaza etsinler. Bu, onlar için (kalbin temizliğinde, dinin lekesiz kalmasında) en temiz yoldur" (24/Nûr, 30). İbn Kesir: "Fercin muhâfazası bazen onun zinâdan uzak tutulmasıyla, bazen de nazarı haramdan korumakla olur" der. Bir Buhârî hadisinde Rasûlullah, "göz zinâsı"ndan  bahseder ve bunun, bakmak olduğu belirtir.

Ulemâdan bir kısmı, bu hadisi esas alarak: "Kadının yolda giderken yüzünü örtmesi farz değildir" hükmünü vermiştir. Ancak erkeklerin irâdî olarak yabancı kadına bir-iki zaruret hali dışında bakması haramdır. Şeriat-ı garrâmızın tecviz ettiği haller şâhidlik, tedavi  ve evlenmektir. Bunlar da hacet miktarı olmalıdır. Samimi bir niyetle evlenmeye karar veren erkek, evlenmek istediği kızın yüzüne bakabilir. Rasûlullah (s.a.s.) bunu tavsiye buyurmuştur. İslâm sadece kadına değil, emred olan yani henüz sakalı çıkmamış (parlak) erkek  delikanlılara da bakmayı yasaklamıştır.

Rasûlullah der ki: "Kıyâmet günü bütün gözler ağlayacaktır, ancak şunlar müstesna: Allah'ın haramlarına bakmayan gözler, Allah yolunda seher vakti uyanık olan gözler, Allah korkusuyla sinek başı (gibi yaşlar) döken gözler."

Az önce kaydedilen âyetin devamında Rabbimiz kadınlara da ayrıca hitab edip, onlara da gözlerini kısmalarını emreder: "Mü'min kadınlara söyle, onlar da gözlerini kıssınlar ve ferclerini(nâmus ve iffetlerini) muhâfaza etsinler..." (24/Nûr, 31). Bu âyetten, âlimlerden bir kısmı kadınların yabancı erkeklere, şehvetle veya şehvetsiz olarak bakmalarının câiz olmadığı hükmünü çıkarmışlardır. Bu hükmü te'yid eden bir rivâyette, "Ümmü Seleme ile Meymûne vâlidelerimiz Aleyhissalâtu vesselâmla otururken yanlarına İbnu Ümmi Mektum gelir. Aleyhissalâtu vesselâm zevcelerine örtünmelerini emreder. Gelenin âmâ olduğu, kendilerini göremeyeceği hatırlatılınca, Aleyhissalâtu vesselâm: "Sizler de mi körsünüz, onu görmüyor musunuz?" buyurur.

Bazı âlimler, kadınların şehvetle olmadığı takdirde erkeklere bakmasının haram olmadığını söylemiştir. Nitekim, Rasûlullah, Hz. Âişe'ye bayram günü oynayan Habeşlileri seyretmesine müsaade etmiştir. Nevevî, bu hadisi: "O sırada Hz. Âişe henüz büluğa ermemişti ve mükellef değildi. Veya örtünme  emri henüz gelmemişti" diye te'vil eder. İbnu Hacer bu te'vile katılmaz ve hadisin bazı vecihlerinde, hâdisenin Habeşistan heyetinin gelmesinden sonra olduğunun belirtildiğini, bu heyetin de yedinci hicrî yılında geldiğini, o sene Hz. Âişe'nin onaltı yaşında olması gerektiğini söyler. Kadınların dizkapağı ile göbek arası dışında erkeklere bakabileceğini söyleyenler, bir de Fâtıma Bintu Kays hadisini delil getirirler. Buhârî ve Müslim'de gelen hadise göre, Rasûlullah, kocasından boşanan Fatıma'ya, iddetini İbnu Ümmi Mektum'un evinde geçirmesini söyler ve: "O, âmâ bir kimsedir, onun yanında elbiseni çıkarabilirsin" der. Mukabil görüşte olanlar: "Bu, gözü kısmakla da olabilir, aynı evde olmak mutlaka bakmayı gerektirmez" diye cevap vermişlerdir. Ebû Dâvud, 3440 numaralı hadiste Ümmü Seleme hadisinin Rasûlullah'ın zevcelerine mahsus, Fâtıma Bintu Kays hadisinin ise bütün mü'min kadınlara mahsus olduğunu söyleyerek iki zıd  rivâyeti te'lif eder. İbnu Hacer bu telifi takdir eder ve bazı başkalarının da takdir edip beğendiklerini belirttikten sonra kendisi de şöyle bir teklif getirir: "İbn Ümmi Mektum'a karşı örtünme emri, onun âmâ olması sebebiyle, vukuunu farkedemeyeceği herhangi bir yerinin açılma ihtimaline binâendir. Öyleyse, bakma yasağı mutlak şekilde dâimî olmaz." Ayrıca der ki: "Bu hususu, kadınların mescidlere, çarşılara, seferlere, yüzleri örtülü olarak çıkmalarına verilen cevaz da teyid eder. Onların örtünmeleri erkeklerin onları görmemeleri içindir. Ama, kadınların görmemesi için de erkeklere örtünmeleri emredilmez. Bu durum, iki cins arasındaki hükmün farklılığına delildir. Gazâlî de bu şekilde ihticac etmiştir. Suyûtî'nin görüşü de böyledir." (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/228-230)

“Erkek, erkeğin avret yerine, kadın da kadının avret yerine bakamaz. Bir erkek başka bir erkekle; bir kadın da başka bir kadınla bir örtü altında yatamaz.” (Müslim, Hayz 74; Tirmizî, Edeb 38; İbn Mâce, Tahâret 137)

“Hiçbiriniz, yanında mahremi bulunmayan bir kadınla başbaşa kalmasın.” (Buhârî, Nikâh 11, Cihâd 140; Müslim, Hac 424; Tirmizî, Radâ’ 1; Fiten 7)

“(Yanında mahremi bulunmayan) Kadınların yanına girmekten sakının!” Bunun üzerine ensârdan birisi: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Kocanın erkek akrabası hakkında ne dersiniz?’ diye sordu. Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Onlarla halvet, ölüm demektir.” (Buhârî, Nikâh 111; Müslim, Selâm 20; Tirmizî, Radâ’ 16)  

 “Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, nâmusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden önce o kimseyle helâlleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsı, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şayet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” (Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48)

“Her müslümanın öteki müslümana kanı, ırzı (nâmusu) ve malı haramdır.” (Müslim, Birr 32; Tirmizî, Birr 18)

"İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır: 'Utanmadıktan sonra dilediğini yap!" (Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb 78; Ebû Dâvud, Edeb 6; İbn Mâce, Zühd 17) 

Ümmü Seleme (r. anhâ) anlatıyor: "Ben Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanında idim. Yanında Meymûne Bintu'l-Hâris (radıyallâhu anhâ) da vardı. (Bu esnada) İbnu Ümmi Mektum bize doğru geliyordu. -Bu vak'a, tesettürle emredilmemizden sonra idi- ve yanımıza girdi. Rasûlullah (s.a.s.) bize: "Ona karşı örtünün!" emretti. Biz: "Ey Allah'ın Rasûlü! O, âmâ ve bizi görmeyen (ve varlığımızı tanımayan) bir kimse değil mi?" dedik. Bunun üzerine: "Siz de mi körsünüz, siz onu görmüyor musunuz?" buyurdu." (Ebû Dâvud, Libas 37, h. no: 4112)

Ebû Üseyd (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.), mescidden çıkıyordu. Yolda kadınlarla erkeklerin karışmış vaziyette olduklarını görünce, kadınlara: "Sizler geride kalın. Yolun ortasından gitmeyin, kenarlarından gidin!" diye ferman buyurdu. Bundan sonra, kadınlar nerdeyse duvara değecek şekilde kenardan yürürdü. Bazan bu değmeler sebebiyle, elbisenin duvara takıldığı olurdu." (Ebû Dâvud, Edeb: 180, h. no: 5272)

“Yedi helâk ediciden kaçının!” Sahâbîler: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bunlar nelerdir?’ diye sordular. Hz. Peygamber: “Allah’a şirk/ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, fâiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, nâmuslu ve hiçbir şeyden haberi olmayan kadınlara zinâ isnad etmektir.” (Buhârî, Vesâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, İman 145; Ebû Dâvud, Vesâyâ 10; Nesâî, Vesâyâ 12)

"Mü'min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir." (Tirmizî, Birr 48; Ahmed bin Hanbel, I/405, 416)

"Bir erkek hanımını yatağına çağırır, o da gelmez ve kocası kendisine kızgın vaziyette gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lânet eder." (Buhârî, Bed'ü'l-Halk 7, Nikâh 85; Müslim, Nikâh 122; Ebû Dâvud Nikâh 40)

"Allah bir şeyi haram kılınca, onun bedelini de haram kılar." (Ebû Dâvud, Büyû' 38, 63, 64)

“Kim (din) kardeşinin ırz ve nâmusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyâmet günü o kimseyi cehennemden korur.” (Tirmizî, Birr 20)

İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: "Hilâl İbn Ümeyye (r.a.) Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanında, hanımının Şerik İbnu Sahmâ ile zinâ yaptığını söyledi. Rasûlullah (s.a.s.): "Ya delil getirirsin veya sırtına hadd tatbik edilir" dedi. Hilâl: "Ey Allah'ın Rasûlü! Birimiz, hanımı üzerinde bir adam görse, koşup delil mi arayacak?" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) önceki sözünü tekrar ediyordu: "Ya delil getirirsin ya da sırtına  had  uygulanır." Bunun üzerine Hilâl: "Seni hak üzerine gönderen Zât'a kasem olsun doğruyu söylüyorum. Mutlaka Allah sırtımı hadden kurtaracak bir vahiy gönderecektir" dedi. Cibrîl (a.s.) indi ve şu vahyi indirdi: "Karılarına zinâ isnad edip de kendilerinden başka şâhitleri olmayanların şâhitliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şâhit tutmasıyla olur. Beşincisinde eğer yalancılardan ise Allah'ın lânetinin kendisine olmasını diler" (24/Nûr, 6-7). Rasûlullah (s.a.s.) oradan ayrıldı. Onlara adam gönderdi. Hilâl geldi (lânet okuyarak) şehâdette bulundu. Rasûlullah: "Allah biliyor ki, ikinizden biriniz yalancısınız, tevbekâr olanınız var mı?" dedi. Sonra kadın kalktı, o da şehâdetde bulundu. Kadın beşinci şehâdette iken kadını  durdurdular ve: "Beşinci şehâdet, (yalancı olduğun takdirde) şiddetli azab gerektirir" dediler. İbn Abbâs der ki: Bunun üzerine kadın durakladı ve sükût etti. Öyle ki, yeminden rücû edeceğini sandık. Sonra: "Hayır, vallahi kavmimi bundan böyle mahçup hâle düşürmeyeceğim" dedi ve yeminini tamamladı. Rasûlullah (s.a.s.): "İyi bakın, eğer bu kadın gözleri sürmeli, kabaları iri, bacakları kalın bir çocuk doğurursa bilin ki bu çocuk Şerik İbn Sahmâ'dandır" buyurdu. Gerçekten de bu evsafta bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle söylediler: "Eğer, Allah'ın Kitabı'nda kadının yemini ile haddin düşeceği husûsunda hüküm gelmemiş olsaydı, (çocuktaki bu benzerlikten hareketle kadının zânîliğine hükmederdim ve) onun benden göreceği vardı." (Buhârî, Tefsir, Nur 3, Şehâdât 21, Talâk 28; Ebû Dâvud, Talâk 27, h. no: 2254; Tirmizî, Tefsir, Nur, h. no: 3178)

İbn Abbâs (r. anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (r.a.)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti: "Allah Teâla hazretleri Muhammed (s.a.s.)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Rasûlullah (s.a.s.) zinâ yapana recm cezâsını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: ‘Biz  Kitabullah'da recm cezâsını görmüyoruz’ (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir.  Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hâmilelik ya da itiraf yoluyla- sübût bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: ‘Ömer Allah Teâlâ' nın kitabına ilâvede bulundu’ demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah'a) yazardım." (Buhârî, Hudûd 30, 31, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensâr 46, Meğâzî 21, İ'tisâm 16; Müslim, Hudûd 15, h. no: 1691; Muvattâ, Hudûd 8, 10, h. no: 823, 824; Tirmizî, Hudûd 7, h. no: 1431; Ebû Dâvud,  Hudûd 23, h. no: 4418; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/211)

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'inde: "Kadınlarınızdan fuhşu irtikâb edenlere karşı içinizden dört şâhit getirin. Eğer şehâdet ederlerse -onları ölüm alıp götürünceye, yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar- kendilerini evlerde alıkoyun (insanlarla ihtilâttan menedin)" buyurdu (4/Nisâ, 15).  Cenâb-ı Hak, bu âyette (zinâ meselesinde) önce kadını zikrettikten sonra, erkeği kadınla birlikte ele alarak şöyle demiştir: "Sizlerden fuhşu irtikâp edenlerin  her ikisini de (kınayarak) eziyete koşun. Eğer tevbe edip (nefislerini) ıslah ederlerse  artık onlara (eziyetten) vazgeçin. Çünkü  Allah tevbeleri çok kabul eden, en çok merhamet edendir" (4/Nisâ, 16). Cenâb-ı Hak bu âyeti, celde âyetiyle neshederek şöyle buyurdu: "Zinâ eden kadınla zinâ eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız bunlara, Allah'ın dinini tatbik husûsunda acıyacağınız tutmasın. Mü'minlerden bir zümre de bunların azâbına (bu cezâlarına) şâhit olsun" (24/Nûr, 2). Sonra Nur sûresinde recm âyeti nâzil oldu. Önceki (celdeyi emreden) vahiy bekâr (zâni) içindi. Sonra recm âyeti tilâvetten kaldırıldı, ancak hükmü bâki kaldı." (Ebû Dâvud, Hudûd 23, h. no: 4413). Bu rivâyetin "...yüzer deynek vurun" ibâresine kadar olan kısım Ebû Dâvud'a aittir, mütebakisini Rezîn ilâve etmiştir.

Ebû Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid (r.a.) şunu anlattılar: "Rasûlullah (s.a.s.)'a muhsan olmayan câriye zinâ yaparsa ne gerekir? diye sorulmuştu, şöyle cevap verdi: "Câriye zinâ yaparsa ona celde uygulayın, yine zinâ yaparsa yine celde uygulayın, yine zinâ yaparsa yine celde uygulayın ve sonra onu (kıldan mamul âdi) bir ipe mukabil de olsa satın gitsin." (Buhârî, Büyû’ 66, 110; Müslim, Hudûd 30, h. no: 1703; Muvattâ, Hudûd 14, h. no: 826; Tirmizî, Hudûd 13, h. no: 1440; Ebû Dâvud, Hudûd 33, h. no: 4469, 4470, 4471). Bir rivâyette: "(Efendisi) ona celde tatbik etsin, bir de ayıplamasın"  denmiştir.

Ebû Abdirrahmân es-Sülemî (r.a.) anlatıyor: "Hz. Ali (r.a.) hutbede şöyle buyurdu: "Ey insanlar, kölelerinize -ister muhsan olsunlar, ister olmasınlar- haddleri tatbik edin. Zîra, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bir câriyesi zinâ yapmıştı, ona celde tatbik etmemi emretti. (Dövmek üzere) yanına geldim. Yeni nifas olmuştu. Döversem öldürürüm diye korktum. Durumu Rasûlullah'a arzettim. Bana: "İyi yapmışsın, iyileşinceye kadar ona dokunma" dedi." (Müslim, Hudûd 34, h. no: 1075; Tirmizî, Hudûd 13, h. no: 1441; Ebû Dâvud, Hudûd 34, h. no: 4473)

Vâil İbn Hucr İbni Rebîa (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'ın sağlığında, namaz kılmak maksadıyla bir kadın evinden çıkmıştı. Yolda ona bir erkek rastladı. Kadına çullanıp ihtiyacını giderdi. Kadın bağırdı, adam ise sıvıştı gitti. (Çığlığı üzerine) kadına bir erkek uğramıştı. Ona başından geçeni anlatıp, bir adam bana böyle böyle  yaptı dedi. Sonra, bir grup muhâcire rastladı, başından geçeni onlara da anlatıp: "Bir adam bana böyle yaptı!" dedi. Hep beraber yürüyüp,  kadının kendisine tevcâvüz ettiği kimseyi yakalayıp kadına getirdiler. Kadın: "Evet bu odur?" dedi. Sonra adamı (zânî o zannedip) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanına götürdüler. Rasûlullah  adamın recmedilmesini emrettiği sırada, kadına (esas) tevcâvüz etmiş olan kimse kalkıp: "Ey Allah'ın Rasûlü, suçlu benim!" diye itirafta bulundu. Rasûlullah (s.a.s.) kadına: "Git. Allah günahlarını affetti" dedi. Zan altında kalmış olan kimseye de güzel sözler söyleyip (gönlünü aldı). Mütecâavizin recmedilmesini emretti ve recmedildi. Sonra Rasûlullah  şunu söyledi: "Bu adam öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, böyle bir tevbeyi Medine ahalisi yapsaydı kabul edilirdi." Tirmizî, şu ziyâdede bulunmuştur: "Vâil (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kadına mehir takdir edip etmediğini zikretmedi." (Tirmizî, Hudûd 22, h. no: 1452; Ebû Dâvud, Hudûd 7, h. no: 4379)

İbn Abbâs (r. anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer'e, zinâ yapmış olan deli bir kadın getirildi. (Recm edilip edilemeyeceği hususunda) halkla istişâre ederek recmedilmesine hükmetti. Kadına Hz. Ali (r.a.) uğradı. (Hazırlığı görünce): ‘Bunun hâli nedir?’ diye sordu. Kendisine: ‘Falanca kabileden deli bir kadındır, zinâ yapmıştır. Hz. Ömer (r.a.), recmedilmesine hükmetmiştir’ dediler. Hz. Ali (r.a.): ‘Kadını geri götürün!’ dedi, sonra Hz. Ömer'e uğrayıp: ‘Ey mü'minlerin emîri! Bilirsin ki, Rasûlullah (s.a.s.): "Kalem üç  kişiden kaldırılmıştır (artık onlar yaptıklarından sorumlu değildirler): Bülûğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, şifa buluncaya kadar bunamıştan." Bu bîçâre kadın falanca kabilenin bunağıdır. Ona tevcâvüz eden, muhakkak ki aklî noksanlığı sırasında tecâvüz etmiştir’ dedi." (Ebû Dâvud, Hudûd 16, h. no: 4399, 4400, 4401, 4402)

Habib İbn Sâlim anlatıyor: "Abdurrahman İbn Huneyn denen bir adam karısının câriyesine temasta bulundu. Hâdise, Kûfe emîri Nu'man İbn Beşir (r.a.)'e götürüldü. "Ben, dedi, hakkınızda, Rasûlullah (s.a.s.)'ın hükmüyle hükmedeceğim: Eğer zevcen, câriyeyi sana helâl ederse, yüz deynek yiyeceksin, helâl etmezse recmedileceksin..." Sonra (tahkik etti) karısının câriyeyi adama helâl ettiğini görünce, emîr yüz deynek vurdu." (Tirmizî, Hudûd 21, h. no: 1451; Ebû Dâvud, Hudûd 28, h. no: 4458, 4459; Nesâî, Nikâh 70, h. no: 6, 124; İbn Mâce, Hudûd 8, h. no: 2551)

Seleme İbn Muhabbak (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.), hanımının câriyesine temas eden bir adam hakkında şöyle hükmetti: "Eğer, adam câriyeyi zorladı ise, câriye hürdür, adam, câriyenin efendisine (yani karısına) mislini borçlanmıştır, câriye rıza göstermişse, câriye adamın olur, câriyenin efendisine, onun bir mislini borçlanır." (Ebû Dâvud, Hudûd 28, h. no: 4460, 4461; Nesâî, Nikâh 70, h. no: 7, 124; İbn Mâce, Hudûd 8, h. no: 2553)

Berâ İbnu'l-Âzib (r.a.) anlatıyor: "Dayım Ebû Bürde İbn Niyâr -beraberinde bir bayrak olduğu halde- bana uğradı. Kendisine nereye gideceğini sordum. ‘Rasûlullah (s.a.s.), bana babasının hanımıyla evlenen bir adamın kellesini getirmemi (ve malına da el koymamı) emretti, ona gidiyorum’ diye cevap verdi." (Tirmizî, Ahkâm 25, h. no: 1362; Ebû Dâvud, Hudûd 27, h. no: 4456, 4457; Nesâî,  Nikâh 58, h. no: 6, 109-110; İbn Mâce, Hudûd 35, h. no: 2607)

İbn Abbâs (r. anhümâ) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) şöyle emretti: "Kim, nikâhı haram olan bir akrabasına cinsî temasta bulunursa -veya şöyle demişti; kim haram yakını ile evlenirse- onu öldürün."

Enes (r.a.) anlatıyor: Bir adam, Rasûlullah (s.a.s.)'ın ümmü veledine temas etmekle itham edilmişti. Rasûlullah (s.a.s.), Hz. Ali (r.a.)'ye: "Git boynunu vur!" diye emretti. Hz. Ali, adama geldiği vakit, onu bir kuyunun içinde (yıkanıp) serinliyor buldu. "Çık dışarı!" diyerek elinden tutup kuyunun dışına çıkardı. Hz. Ali, adamın mecbub (burulmuş) ve tenâsül organından mahrum olduğunu gördü. Artık ona dokunmayıp, durumu Hz. Peygamber (s.a.s.)'e haber verdi. Rasûlullah, onu, davranışı sebebiyle takdir etti." Bir rivâyette şu ziyade gelmiştir: "Rasûlullah (s.a.s.): "Şâhit, gâibin görmediğini görür" buyurdu." (Müslim, Tevbe 59, h. no: 2771)

Sehl İbnu Sa'd (r.a.) anlatıyor: "Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek ismini de verdiği bir kadınla zinâ yaptığını itiraf etti. Rasûlullah (s.a.s.) kadına  adam göndererek meseleyi sordurdu. Kadın, zinâ ettiğini inkâr etti. Bunun üzerine, adama hadd celdesi tatbik etti, kadına dokunmadı." (Ebû Dâvud, Hudûd 31, h. no: 4466)

İbn Abbâs (r. anhümâ) anlatıyor: "Bekr İbnu Leys  kabilesinden bir adam, Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek, bir kadınla (itiraf ederek) dört kere zinâ yaptığını söyledi. Rasûlullah (s.a.s.) ona yüz sopa vurulmasına hükmetti. Zîra adam bekârdı. Sonra, kadın aleyhine beyyine sordu. Kadın: "Ey Allah'ın Rasûlü! Vallahi yalan söylüyor" dedi. bunun üzerine, Rasûlullah , adamı iftira (kazf) haddine, yani seksen sopaya mahkûm etti." (Ebû Dâvud, Hudûd 31, h. no: 4467)

Büreyde (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'a, Mâiz İbn Mâlik el-Eslemî (r.a.) gelerek: ‘Ey Allah'ın Rasûlü, ben nefsime zulmettim, zinâ fazîhasını işledim, beni temizlemeni istiyorum’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.) onu reddetti (geri çevirip meselenin üzerine gitmedi). Ancak Mâiz ertesi gün tekrar geldi. Yine: ‘Ey Allah'ın Rasûlü, ben zinâ fazîhasını irtikâp ettim!’ diye ikinci sefer itirafta bulundu. Adamı ikinci sefer geri çeviren Rasûlullah (s.a.s.) adamın kavmine birisini yollayarak: "Onun aklında bir noksanlık biliyor musunuz, normal bulmadığınız bir davranışına rastladınız mı?" diye tahkik ettirdi. Ancak hep beraber: ‘Biz onu gördüğümüz kadarıyla, aramızdaki sâlih kişilere denk akıl (ve ferâset) sahibi biliyoruz’ dediler. Mâiz üçüncü sefer mürâcaatta bulundu. Hz. Peygamber (s.a.s.) onlara yine birini göndererek adam hakkında sordurdu. Yine ne kendinde, ne aklında bir kusur olmadığını söylediler. Adam dördüncü sefer mürâcaat edince, ona bir çukur kazdırdı. Taşlanmasını emretti ve taşlandı. Râvi der ki: Gâmidiye adında bir kadın da gelerek: ‘Ey Allah'ın Rasûlü, ben zinâ fazîhasını işledim. Beni temizle!’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.), onu da geri çevirdi. Ertesi gün gelen kadın: ‘Ey Allah'ın Rasûlü, beni niye reddediyorsun. Görüyorum ki, beni de Mâiz gibi geri çevirmek istiyorsun. Allah'a kasem olsun ben hâmileyim de!’ dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.): "Öyle ise hayır. Sen git ve çocuğu doğurunca gel" dedi. Kadın gitti, çocuğu doğurunca, bir beze sarılmış olarak çocukla geldi. ‘İşte çocuk, doğurdum!’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "Git, sütten kesinceye kadar emdir, sonra gel!" buyurdu. Kadın gitti, o çocuğu sütten kesince çocukla birlikte geldi. Çocuğun elinde bir ekmek parçası vardı. ‘Ey Allah'ın Rasûlü, işte çocuk, sütten kestim, yemek de yedi’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.) çocuğu alıp müslümanlardan  birine teslim etti. Sonra bir çukur kazılmasını emir buyurdu. Göğsüne kadar derinlikte bir çukur kazıldı. Bundan sonra halka taşlamalarını emretti. Herkes taşladı. Hâlid İbnu Velid (r.a.) elinde bir taş ilerledi, başına attı. Kan yüzüne fışkırmıştı, kadına küfretti. Rasûlullah (s.a.s.) Hâlid'in kadına küfrettiğini işitince: "Ey Hâlid ağır ol!" dedi ve ilâve etti: "Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e kasem olsun, bu kadın öyle bir  tevbe yaptı ki, şâyet alışverişte sahtekârlık yapanlar aynı tevbe ile tevbe yapsalardı, onların bile mağfiretine yeterdi!" Sonra Rasûlullah (tekfin) emretti. Kadının üzerine namaz kıldırdı ve defnedildi." (Müslim, Hudûd 22, h. no: 1695; Ebû Dâvud, Hudûd 24, 25, h. no: 4434, 4441)

Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) zinâ yapmış olan bir kimse için celde ile had tatbik edilmesini emretti. Sonra, onun muhsan olduğu bildirildi. Bu sefer recmedilmesini emretti ve recmedildi." (Ebû Dâvud, Hudûd 24, h. no: 4438, 4439)

İmrân İbnu'l-Husayn (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'a Cüheyneli, zinâdan hâmile kalmış bir kadın geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben bir hadd cürmü işledim, cezâsını bana tatbik et" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) da kadının velisini çağırıp: "Buna iyi muâmelede bulunun. Çocuğu doğurunca kadını bana getirin!" buyurdu. Velisi öyle yaptı. (Doğumdan sonra gelince) Rasûlullah  kadının elbisesini üzerine bağlamalarını emretti. Sonra taşlamalarını söyledi ve taşlandı. Üzerine cenâze namazı kıldırdı. (Bunu gören) Hz. Ömer: "Bu zâniye kadına namaz mı kıldırıyorsun?" dedi. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz: "Bu öyle bir tevbe yaptı ki, onun tevbesi Medine ahalisinden yetmiş kişiye taksim edilseydi onların hepsini rahmete bandırırdı. Sen Allah için canını vermekten daha efdâl bir amel biliyor musun?" diye cevap verdi." (Müslim, Hudûd 24, h. no: 1696; Tirmizî, Hudûd 9, h. no: 1435; Ebû Dâvud, Hudûd 25, h. no: 4440, 4441; Nesâî, Cenâiz 64, h. no: 4, 63)

Ebû Hüreyre ve Zeyd İbn Hâlid el-Cühenî (r. anhumâ) anlatıyor: "Bir bedevî, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gelerek: ‘Ey Allah'ın Rasûlü, Allah aşkına, hakkımda Allah'ın kitabıyla hükmet!’ diye  yemin verdi. Bundan daha fakih olan bir diğeri de: ‘Evet aramızda Kitabullah'la hükmet, bana da izin ver!’ talebinde bulundu. Rasûlullah (s.a.s.): "Merâmını söyle! (seni dinliyorum)" dedi. Adam: ‘Oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zinâ yaptı. Bana, ‘Oğlun için recm gerekir’ dediler. Ben de hemen oğlum nâmına yüz koyunla bir câriyeyi fidye verdim. Sonra bir de ilim adamlarına sordum. Bana: ‘Oğluna yüz değnek ve bir yıl sürgün cezâsı gerekir; bu adamın karısına da recm cezâsı icap eder’ dediler’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun, ikinizin arasını Kitabullah'a uygun şekilde hükme bağlayacağım: Câriye ve koyunlar sana geri verilecek. Oğluna yüz sopa ve bir yıl sürgün tatbik edilecek"  buyurdu. Sonra, Eslemli bir adama seslendi: "Ey Üneys! bu zâtın hanımına git, eğer zinâyı itiraf ederse onu recmet gel!" Üneys, kadına vardı. O suçunu itiraf etti. Rasûlulluh (s.a.s.) emretti, kadın  recmedildi." (Buhârî, Muhâribîn 30, 32, 34, 38, 46, Vekâlet 13, Şehâdât 8, Sulh 5, Şurût 9, Eymân 3, Ahkâm 39, Haberu'l-Vâhid 1, İ'tisâm 2; Müslim, Hudûd, 25, h. no: 1697, 1698; Muvattâ, Hudûd 6, h. no: 2, 822; Tirmizî, Hudûd 8, h. no: 1433; Ebû Dâvud, Hudûd 25, h. no: 445; Nesâî, Kudât 21, h. no: 8, 240, 241; İbn Mâce, Hudûd 7, h. no: 2549

İmam Mâlik diyor ki: "Bana ulaştığına göre, Hz. Osman (r.a.)'a evliliğinin altıncı ayında doğum yapan bir kadın getirildi. Derhal recmedilmesini emretti. Ancak Hz. Ali (r.a.): "Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de   "(İnsanın anne karnında) taşınma ve sütten kesilmesi (müddeti) otuz aydır..." (Ahkâf 15) buyuruyor. Yine, bir başka âyette de: "Anneler çocuklarını iki  tam yıl emzirirler. (Bu hüküm) emmeyi tamam yaptırmak isteyenler içindir..." (2/Bakara, 233) buyurmaktadır. Bu durumda hâmilelik müddeti altı  aydır." Bu açıklama üzerine Hz.Osman (r.a.) kadının geri gönderilmesini emretmişti, ancak kadın recmedilmiş bulundu." (Muvattâ, Hudûd 11, h. no: 2, 825)

Ebû İshâk eş-Şeybânî (rahimehullah) anlatıyor: "İbn Ebî Evfâ (r.a.)'ya: "Rasûlullah (s.a.s.) hiç recm tatbik etti mi?" diye sordum. Bana: "Evet!" cevabını verdi. Ben tekrar: "Nûr sûresinin  nüzûlünden önce mi, sonra mı?" diye sordum. "Bilmiyorum!" dedi." (Buhârî, Hudûd, 21, 37; Müslim, Hudûd 29, h. no: 1702)

Şa'bî anlatıyor: "Hz. Ali (r.a.), kadını remettiği zaman onu perşembe günü dövdü, cuma günü de recmetti. Ve şunu söyledi: "Ona Kitabullah(ın hükmü) ile celde, Rasûlullah (s.a.s.)'ın sünneti ile de recm tatbik ettim." (Buhârî, Hudûd 21)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Yahûdilerden bir kadınla bir erkek zinâ yaptılar. Birbirlerine: ‘Bizi şu peygambere götürün. Çünkü  bir kısım hafifletmeler getiren bir peygamberdir. Bize recm dışında fetvâlar verirse kabul eder, Allah indinde O'nun hükmünü kendimize delil kılarız ve: ‘Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği fetvâlar(la amel ettik, hevâmıza uymadık) deriz’ dediler. Mescidde ashâbıyla birlikte oturmakta olan Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gelerek: ‘Ey Ebû'l-Kasım, zinâ yapan kadın ve erkek hakkında kanaatin nedir?’ dediler. O, onlara tek kelime söylemeden Beyt-i  Midrâslarına geldi. Kapıda durarak: "Hz. Mûsâ (a.s.)'ya Kitabı indiren Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zinâ yapacak olursa bunun Tevrat'taki hükmü nedir?" diye sordu. "Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters  bindirilir ve dayak atılır." -Hadiste geçen tecbiye: Zânileri, enseleri birbirine bakacak şekilde bir eşeğe bindirilip, bu halde sokaklarda  dolaştırılmasıdır- Râvi devamla der ki: "Yahudilerden bir genç (bu cevaba katılmayap) susmuştu. Rasûlullah (s.a.s.) onun suskunluğunu görünce sualinde ısrar etti. Bunun üzerine genç: "Madem ki sen bize Allah'ın adına yemin veriyorsun (gerçeği söyleyeceğim): "Biz Tevrat'ta recm emrini görüyoruz"  dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "Allah'ın emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl oldu?" diye sordu. (Genç) şu cevabı verdi: ‘Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası zinâ yaptı. Kralımız, recmi ona tatbik etmedi. Sonra halka mensup bir aileden bir erkek zinâ yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi buna mâni olup: ‘Sen yakınını getirip recmetmedikçe biz de adamımızın recmedilmesine müsâade etmeyeceğiz!’ dediler. Bunun üzerine, aralarında şimdiki cezâyı vermek üzere anlaşıp sulh yaptılar.’ (Bu açıklama üzerine) Rasûlullah (s.a.s.): "Ben Tevrat'taki âyetle hükmediyorum!" dedi ve onların recmedilmelerini emretti ve recmedildiler. Zührî (rahimehullah) der ki: "Bana ulaştığına göre şu âyet bunlar hakkında nâzil olmuştur: “Şüphesiz ki Tevrat'ı Biz indirdik. Ki onda bir hidâyet, bir nur vardır. Kendisini (Allah'a) teslim etmiş olan (İsrail) peygamberleri, Yahudilere ait (dâvâlarda)  onunla hükmederlerdi...” (5/Mâide, 44). Rasûlullah (s.a.s.) onlardan biri idi." (Ebû Dâvud, Hudûd 26, h. no: 4450, 4451)

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Yahûdiler, Rasûlullah (s.a.s.)'a gelip, kendilerinden bir erkekle kadının zinâ yaptığını söylediler. Rasûlullah (s.a.s.) onlara: "Recm hakkında Tevrat'ta ne buluyorsunuz?" diye sordu. Onlar: ‘Teşhir edip rezil ederiz ve dayak atarız’ dediler. Abdullah İbn Selâm (r.a.): ‘Yalan söylüyorsunuz. Zinânın Tevrat'taki cezâsı  recmdir’ dedi. Hemen Tevrat'ı getirip açtılar. İçlerinden (Abdullah İbnu Surya adında) biri elini recm  âyetinin üzerine koydu. Sonra, âyetten önceki kısımlardan okumaya başlayıp (kapadığı kısmı atlayarak arka kısmını okumaya devam etti. Abdullah İbn Selâm (r.a.) müdâhale edip: ‘Kaldır elini!’ dedi. Adam elini çekti, tam orada recm âyeti mevcut idi. Bunun üzerine: ‘Ey Muhammed, Abdullah doğru söyledi. Tevrat'ta recm  âyeti mevcuttur!’ dediler. Rasûlullah (s.a.s.) derhal o iki zâninin recmedilmesini emretti ve recmedildiler." İbn Ömer (r.a.) der ki: "Erkeğin, atılan taşlara karşı korumak için, kadının üzerine eğildiğini gördüm." (Buhârî, Hudûd 37, 24, Cenâiz 61, Menâkıb 26, Tefsir, Âl-i İmran 6, İ'tisâm 16, Tevhid 51; Müslim, Hudûd 26, h. no: 1699; Muvattâ, Hudûd 1, h. no: 2, 819; Tirmizî, Hudûd 10; Ebû Dâvud, Hudûd 26, h. no: 4446, 4449)

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu ki: "Kimin Lût kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, fâili de mef'ûlü de öldürün." (Tirmizî, Hudûd 24, h. no: 1456; Ebû Dâvud, Hudûd 29, h. no: 4462, 4463). Tirmizî, Ebû Hüreyre'nin de böyle bir rivâyette bulunduğunu belirtir. Ebû Dâvud'da İbn Abbâs (r.a.)'tan yapılan bir rivâyette: "Livâta yaparken yakalanan bekâr (yani muhsan olmayan kişi) de  recmedilir" denmiştir.

Livâta, Lût kavminin içine düştüğü cinsî sapıklıktır; homoseksualite de denir. Bu, erkeğin erkekle, kadının kadınla cinsî temasta bulunmasıdır. Dinimizin bu işi zinâdan da çirkin bir ahlaksızlık kabul etmiş, şiddetle yasaklamıştır. Hadis, sadece faili, yani, erkeğe temas eden erkeği değil, mef'ûlü de yani kendisine cinsî temas yaptırtan erkeği de mahkûmetmekte, ikisinin de öldürülmesini emretmektedir.

Kur'ân-ı Kerim Lût kavminin helâk oluşunun sebebini bu ahlâksızlığa bağlar. Şu halde, bu küçümsenecek bir içtimâî bozukluk değil, insanlığın ciddi bir meselesidir. Kur'ân her asra hitab ettiğine göre, onda yer eden meseleler asıl itibarıyla geçmişi anlatsa bile, hal ve istikbâle de parmak basmaktan uzak değildir. Öyle ise livata her zaman için insanlığın karşılaşabileceği bir ahlakî çöküş, içtimâî bir musibet kaynağıdır. Günümüzde ortaya çıkan ve tıbbî yollarla tedavisi ve önlenmesi henüz imkân dahiline girmemiş bulunan AİDS afetinin  de livatanın yaygın olduğu çevrelerde çıkmış olması ve yayılma sebebinin de esas itibariyle livata ve zinâ olması , üzerinde durulması gereken bir husustur. Dinimizin cinsî hayâtın disipline edilmesi hususunda gösterdiği hassasiyetin hikmeti şimdi daha iyi anlaşılmış olmalıdır. Haram yollardan cinsî tatmin arayanlara karşı İslâm'ın koyduğu müeyyideleri fazla sert ve hatta gayr-i medenî bulanlar, AİDS vak'asının, cinsî sapıklar yüzünden bütün insanlığı ve medeniyeti tehdit eder bir hal alışı karşısında insafa gelmeli, hakkı teslim etmeli değil midir!

Livata yapanlara tatbik edilecek hadd hususunda âlimler farklı görüşler ileri sürmüştür:

Şâfiî'nin iki görüşünden daha zâhir olanına göre -ki Ebû Yusuf ve İmam  Muhammed de bu görüştedir- failin haddi, zinâ haddidir. Yani muhsan ise recmedilir, muhsan değilse yüz sopa vurulur. Mef'ûle ise Şâfiî'ye göre, muhsan da olsa gayr-ı muhsan da olsa, kadın da olsa, erkek de olsa yüz sopa ve bir yıl sürgün cezâsı verilir. İmam Mâlik ve Ahmed İbnu Hanbel başta, diğer bir kısım âlimlere göre, livata yapanın cezâsı recmedilmektir, muhsan da olsa gayr-ı muhsan da olsa farketmez.

İmam Şâfiî'nin ikinci bir görüşü, sadedinde olduğumuz hadisin zâhirine uygun olarak fâilin de mef'ûlün de öldürülmesidir. Öldürülüş tarzı hususunda: "O pis işi yaptıkları ev tepelerine yıkılır" diyenler olmuştur. "Uçurumdan atılarak öldürülür" diyenler de olmuştur. bû Hanife: "Bunlar azarlanır, levmedilir fakat hadd uygulanmaz" demiştir. Münzirî'nin et-Tergib ve't-Terhib'de yazdığına göre, halifelerden dört tanesi livata yapanı yakmıştır: Hz. Ebû Bekir, Hz.Ali, Abdullah İbnu'z-Zübeyr ve Hişâm İbnu Abdilmelik.

İbn Ebî'd-Dünya ve Beyhakî'nin rivâyetlerine göre, Hâlid İbnu'l-Velîd, Hz. Ebû Bekir'e yazar ki,  bir Arap karyesinde kadın gibi nikâhlanan bir erkeğe rastlamıştır. Hz. Ebû Bekir, bu haber üzerine Rasûlullah (s.a.s.)'ın ashâbını toplayıp ne yapmak gerektiği hususunda fikirlerini alır. Hz. Ali (r.a.): "Bu günahı tarihte tek bir ümmet işlemiştir. Bildiğiniz gibi Allah da o kavmi helâk etmiştir, ben bu adamın yakılmasını uygun görüyorum" der. Bunun üzerine bütün ashâbın re'yi onun yakılması hususunda icmâ etti. Hz. Ebû Bekir de (Halid İbnu Velid'e yazarak) adamın yakılmasını emretti." Yine, İbn Abbâs (r.a.)'ın rivâyetine göre, Hz. Ali, livâta yapan çifti yaktırmıştır. Hz. Ebû Bekir (r.a.), üzerlerine bir duvarı yıktırmıştır." (Rezîn ilâvesidir.)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Lût kavminin iğrenç fiilini işleyen kimse mel'ûndur." (Rezin ilâvesidir -Münzir'de kaydedilen uzunca bir hadisin parçasıdır-).

Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.): "Ümmetim için en ziyâde korktuğum şey Lût kavminin amelidir" buyurdular." (Tirmizî, Hudûd 24, h. no: 1457; İbn Mâce, Hudûd 12, h. no: 2563)

"Kadına dübüründen temas eden mel'undur" buyurdular." (Ebû Dâvud, Nikâh 46, h. no: 2162)

Bu hadis, kadınlara arka uzvundan temas etmenin haram olduğuna delâlet eder. Esâsen Kur'ân-ı Kerim, "Kadınlarınız tarlalarınızdır, tarlalarınıza (ön tarafa) nasıl isterseniz öyle varın!" (2/Bakara, 223) meâlindeki âyeti ile ekine elverişli cinsî uzva teması irşad etmiştir. Birçok hadiste Rasûlullah  sarih bir ifâde  ile arka uzuvdan teması şiddetle yasaklamıştır. Tirmizî hadisi de şöyledir: "Hayızlı kadına arka uzvundan temas eden, kahine giden, Muhammed'e  ineni inkâr etmiştir."

"Allah Teâlâ, erkeğe temas eden veya kadınlara arka uzvundan temas eden erkeğe (kıyâmet günü rahmet nazarıyla) bakmaz." (Tirmizî, Radâ 12, h. no: 1165)

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.): "Kim bir hayvana temas ederse onu öldürün, hayvanı da beraber öldürün" buyurdu." İbn Abbâs'a: "Hayvanın günahı ne (o niçin öldürülsün?)" diye soruldu. Şu cevabı verdi: "(Bu hususta Rasûlullah'tan bir şey işitmedim). Tahminimce eti yenmesin veya ondan istifâde edilmesin diyedir. Zîra ona, bu muamele yapılmıştır." (Ebû Dâvud, Hudûd 30, h. no: 4464; Tirmizî, Hudûd 23, h. no: 1454). Ebû Dâvud ve Tirmizî'de şu rivâyet de gelmiştir: "Hayvana temas edene bir hadd takdir edilmemiştir."

Şârihler, dört mezhep imamlarının, hayvana temas eden kimsenin öldürülmeyip ta'zir cezâsına maruz bırakılacağında müttefik olduklarını belirtirler. Hadis bu  büyük amelden zecre (yasaklamaya) hamledilmiştir. Ulemâ, bu mevzuda İbnu Abbâs (r.a.)'ın şu sözünü esas almıştır: "Hayvana temas edene hadd yoktur." Atâ da bir soru üzerine, hayvana temas mevzuunda hadd olmadığını söyledikten sonra, "Bu kabih bir ameldir, kabihi takbih edin" diye cevap vermiştir.

Hz. Aişe (r. anhâ) anlatıyor: "Mâruz kaldığım iftirâdan beni temize çıkaran vahiy indiği zaman, Rasûlullah (s.a.s.) minbere çıkıp, durumu hatırlattı ve ilgili âyeti (Nur 11-23) tilâvet buyurdu. Minberden inince iki erkek ve bir kadına kazf haddi vurulmasını emretti. Ve derhal icrâ edildi. Burada hadd icrâ edilen şahıslar Hassân İbn Sâbit, Mistah İbnu Üsâse ve Hamnâ Bintu Cahş idi." (Ebû Dâvud, Hudûd 35, h. no: 4474, 4475)

Ebû'z-Zinâd (r.a.) anlatıyor: "Ömer İbn Abdilaziz (r.a.) iftira sebebiyle bir köleye seksen sopa vurdu. Ebû'z-Zinâd der ki: "Bu hüküm hakkında, Abdullah İbn Âmir İbni Rebîa'ya sordum. Bana şu cevabı verdi: "Ben, Osman İbn Affân ve arkadan gelen diğer halifelerin zamanlarına yetiştim, hiç birisinin iftira sebebiyle köleye kırktan fazla vurduğunu görmedim!" (Muvattâ, Hudûd 17, h. no: 2, 828)

"Bir insan diğer bir insana: ‘Ey Yahudi!’ diye hitab edecek olursa  ona yirmi sopa vurun. ‘Ey muhannes (kadınlaşmış)!’ diyecek olursa yine o kadar cezâ verin. Nikâhı haram olan birine, bunu bilerek muvakaa (aşk-ı memnû) yaparsa öldürün." (Tirmizî, Hudûd 28, h. no: 1462

Hz. Berâ (r.a.) anlatıyor: "Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanına yüzü kömürle karartılmış ve dayak atılmış bir Yahudi getirdiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.)  Yahûdileri çağırarak: "Kitabınızda zinâ haddini (cezâsını) böyle mi buluyorsunuz? diye sordu. "Evet" dediler. Sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) onların âlimlerinden birini çağırdı ve "Mûsâ'ya, Tevrat'ı indiren Allah aşkına soruyorum, zinâ edenin haddini kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?" dedi. Âlim: "Hayır! Eğer bana böyle yemin vererek sormasa idin sana haber vermezdim. Kitapta recm buluyoruz. Fakat, zinâ vak'aları eşrafımız arasında çoğaldı. Artık şerefli birini bu suçla yakalarsak onu bırakır olduk. Ancak bîçare birisini yakalarsak ona haddi tatbik ediyoruz. Kendi aramızda şöyle dedik: 'Gelin aramızda öyle bir cezâ şeklinde anlaşalım ki o, eşraftan olsun, halktan olsun herkese tatbik edilsin.' Sonunda recm yerine suratın kömürle boyanıp dayak atılmasında ittifak ettik." Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Allahım, onların öldürdüğü emr-i şerifini ilk ihya edip dirilten ben olayım" dedi ve had cezâsının tatbikini emretti, zâni hemen recmedildi. Bunun üzerine şu âyet indi: "Ey Peygamber! Kalbleri inanmışken ağızlarıyla "inandık" diyenler, Yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de "Böyle bir (fetva) size verilirse alın, verilmezse kaçının" derler..." (Maide: 5/41). Az sonra Allah Teâla şu âyeti indirdi: "Allah'ın idirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir..." "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler işte onlar zâlimlerdir..." "...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fâsıklardır!" (Maide: 5/44, 45, 47).

Bu âyetlerin hepsi kâfirler hakkında nâzil olmuştur." (Müslim, Hudûd: 28, h. no: 1700; Ebû Dâvud, Hudûd: 26, h. no: 4448; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/444-445

Ebû Dâvud'un İbnu Abbas (r.a.)'dan kaydettiği bir başka rivâyette şöyle demiştir: "Bu üç âyet hassaten  Kureyza ve en-Nâdir Yahûdileri hakkında nâzil oldu." (Ebû Dâvud, Diyât 2, h. no: 356)

"Allah kıskançtır, mü'min de kıskançtır. Allah'ın kıskanması, mü'minin Allah'ın haram ettiği şeyi yapmasıdır." (Buhârî, Nikâh 107; Müslim, Tevbe 36, h. no: 2761; Tirmizî, Radâ 14, h. no: 1168)

Kıskançlık diye tercüme edilen kelime gayret'tir. dilimizde gayret kelimesi kıskançlık mânâsına kullanılmaz. Çaba veya cehd manasındadır. Kadı İyaz, kıskançlık manasına olan gayret'in, kelime olarak teğayyürü'lkalb'ten inşikak ettiğini söyler. Şöyle der: "Bu kendine mahsus olan şeyde müşâreke (ortaklık) sebebiyle öfkenin kabarması, kalbin teğayyürüdür." Bu hal, en ziyade karıkoca arasında olur. Söylediğimiz bu husus insanlar hakkındaki kıskançlığı açıklar.

Allah'a nisbet edilen kıskançlığa gelince: Bu hususta Hattâbî derki: "Allah hakkında kıskançlığın ne olduğunu en iyi açıklayan şey Ebû Hureyre hadisidir." Hattabî burada, sadedinde olduğumuz hadisi kasteder. Çünkü orada; "Allah'ın kıskanması, mü'minin Allah'ın haram ettiği şeyi yapmasıdır"denir. İyaz der ki: "Allah hakkında gayret'in, onu yapanın hâlini değiştirdiğine işaret olması da muhtemeldir. Dendi ki, asıl itibariyle gayret, hamiyet ve izzeti nefisdir. Bu tarif, "gayret"i tegayyürün gerektirdiği şeyle tefsir etmektir, böylece gadaba râci olur. Cenâb-ı Hak, Kitabında gadab ve rıza'yı kendi nefsine nisbet etmiştir." İbnu Arabî der ki: "Tegayyürün Allah hakkında muhal olduğu kat'î delille sâbittir. Öyleyse lâzımı ile tevili gerekir. Onun lâzıımı ise vâid'dir ve faile cezâ verilmesidir." Aynî, "Allah'ın gayretini (kıskanmasını), fevâhişten (çirkin fiillerden) yasaklaması ve onları haram kılması ve onlardan menetmesi" diye tarif eder ve şöyle açıklar: "Çünkü gayyur (kıskanç), kıskandığı şeyden başkasını zecr eden (yasaklayan kimsedir). Bu hususu, Rasûlulah (s.a.s.)'ın Allah kıskanç olduğu için fevâhişi haram etti "hadisi açıklamıştır. Yani haram etti demek, işlenmesini yasak etti demektir. Yine Aleyhissalâtu vesselâm buyurmuştur ki:  "Allah'ın kıskanması, mü'minin Allah'ın haram kıldığı şeyi yapmamasıdır.

İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'ı işittim, şöyle diyordu: "Allah'tan daha kıskanç kimse yoktur. Bu sebeptendir ki fevâhişin açığını da kapalısını da haram kıldı. Medihten Allah kadar hoşlanan  bir kimse de yoktur. Bu sebeptendir ki nefsini medhetmiştir." (Buhârî, Nikâh 107, Tefsir, En'âm 7, Tefsir A'râf 1, Tevhid 15; Müslim, Tevbe 33, h. no: 2760; Tirmizî, Deavât 97, h. no: 3520)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Sa'd İbnu Ubâde (r.a.) dedi ki: "Ey Allah'ın Rasûlü, ben zevcemle birlikte bir adam yakalasam, dört şâhit getirinceye kadar ona mühlet mi tanıyacağım?" Peygamberimiz "Evet!" buyurdu. Sa'd: "Asla dedi, seni hakla gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, şâhit aramazdan önce kılıcımı indiririm." Rasûlullah (s.a.s.): "Şu efendinizin söylediğine bakın! Evet (biliyoruz ki) o kıskanç bir adamdır. Ama ben ondan  da kıskancım, Allah da benden kıskanç." (Müslim, Li'an 16, h. no: 1498; Muvattâ, Akdiye 17, h. no: 2, 737, Hudûd 7, h. no: 2, 823; Ebû Dâvud, Diyât 12, h. no: 4532)

Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bir gece yanımdan çıkıp gitmişti. (Benim nöbetimde) hanımlarından birinin yanına gitmiş olabilir  diye içime kıskançlık düştü. Geri gelince  halimi anladı ve: "Kıskandın mı yoksa?" dedi. Ben de: "Evet! Benim gibi biri Senin gibi birini kıskanmaz da ne yapar?" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm: "Sana yine şeytanın gelmiş olmalı" dedi. Ben: "Benimle şeytan mı var?" dedim. "Şeytanı olmayan kimse yoktur" dedi. "Seninle de var mı?" dedim. "Evet, ancak ona karşı Allah bana yardımcı oldu da (o bana) teslim oldu!" buyurdu." (Müslim, Münafikun 70, h. no: 2815; Nesâî, İşretü'n-Nisâ 4, (7, 72)

Ümmü Seleme (r. anhâ) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) yanımda idi. Evde bir muhannes vardı. Bu muhannes, Ümmü Seleme'nin kardeşi Abdullah İbnu Ebî Ümeyye'ye: "Ey Abdullah,  şâyet yarın Allah Tâif'in fethini müyesser kılarsa, ben sana Gaylân'ın kızını göstereceğim. Çünkü o, gelirken dört, giderken sekizdir" der. Bu söz üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Böyleleri bir daha yanınıza girmesin" buyurdu. Bu sözüyle muhannesleri kasdetmişti. Bundan sonra onu, (evlerine girmekten) men ettiler." (Buhârî, Meğâzî 56, Nikâh 113, Libâs 62; Müslim, Selâm 32, h. no: 2180; Muvattâ, Vasiyyet 5, h. no: 2, 767; Ebû Dâvud, Edeb 61, h. no: 4929)

Açıklama: Muhannes kadınlaşmış erkek demektir. Ahlâkında, davranışlarında, konuşma tarzında ve bütün davranışlarında kadına benzeyen kimsedir. Bu hal, bazan yaratılıştandır. Böyleleri levmdilmezler; ancak kendilerini buna zorlayan ferdlere de rastlanır. İşte bu mezmumdur ve müdâhale edilmesi gerekir. Sesi ve bazı halleriyle yaratılıştan kadına benzeyenlere hünsâ denir. Zikri geçen zâtı Rasûlullah'ın hünsâ bilmesi, ilk gördüğünde yasaklamayışının sebebini izah eder. Bâzı rivâyetler, herkesçe onun cimaya ihtiyaç duymayan biri olduğunun bilindiğini belirtir.

Peygamberimiz Medine'den bazı muhannesleri sürmüştür. Ebû Dâvud'da, ellerini ve ayaklarını kınalayan bir muhannesin Medine'den iki gece uzaklıktaki Nakî tam mevkiye sürüldüğü belirtilir. Öldürülmesini teklif edenlere Rasûlullah, "Ben musallî olanları öldürmekten nehyolundum" cevabını verir. Bu  sürülen kimsenin Hit adını taşıdığı belirtilir. Hind diyen de olmuştur başka isimler de var. Sürüldüğü yerin  adı da farklıdır. Bundan, birden fazla kimsenin sürüldüğü hükmüne varılabilir. Nitekim Âmirî, bunların dört aded olduğunu kaydeder.

Rasûlullah bir çok hadislerinde erkeklerin kadınlara, kadınların da erkeklere benzemesini yasaklamıştır. Bir hadisleri şöyle: "Allah'ın yaratışından nefret ederek kadınlara benzeyenlere Allah'ın öfkesi şiddetlidir." Bir başka hadis de şöyledir: "Kadınlardan kendisini erkeklere benzetenlerle, erkeklerden kendilerini kadınları benzetenlere Allah lânet etsin."

Rasûlullah'ın Hît'i sürgün edişinde başlıca üç sebep gösterilmiştir. Kadınlara ihtiyaç duyan biri olduğu halde bunu gizleyerek, kendinin herkesçe kadınlara ihtiyacı olmayan biri bilinmesine sebep olması. Kadınların güzelliklerini ve avret yerlerini erkeklere alenî şekilde anlatmasıdır. Bu, dinimizin yasakladığı bir edebsizliktir. Kadının erkeğini, erkeğin hanımını tasvir etmesi memnudur. Bir rivâyette Hît, vasfettiği kız hakkında daha müstehcen tabirler kullanmıştır: "Ağzı papatya çiçeği gibi, oturduğu zaman iki olur, konuşursa renk saçar gibi..." Kadınların en mahrem yerlerine muttalî olmuştur, bunları başka kadınlar bile kolay kolay öğrenmez. İşte bu sebeplerle Rasûlullah (s.a.s.) bunu sürmüştür.

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) erkeklerden kadınlaşanlara, kadınlardan da erkekleşenlere lânet etti ve: "Onları evlerinizden çıkarın!" şeklinde ferman buyurdu." (Buhârî, Libas 62, Hudûd 33; Ebû Dâvud, Edeb 61, h. no: 4930; Tirmizî, Edeb 34, h. no: 2785, 2786)

Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) kadınlarından biriyle beraber idi. Yanından bir adam geçti. Rasûlullah adamı çağırarak: "Bu benim  zevcemdir!" dedi. Adam: "Ey Alah'ın Rasûlü! Ben herkesten şüphe etsem de sizden şüphe etmem!" deyince, Allah’ın Elçisi: "Şeytan insana kanın nüfuz ettiği gibi nüfuz eder!" buyurdular." (Müslim, Selâm: 23, h. no: 2174)

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Hz. Ömer (r.a.), el-Câbiye'de bize hitaben: "Ey insanlar, dedi. Ben, (şu hutbeyi okumak üzere) aranızda kalkıyorum, tıpkı, Rasûlullah (s.a.s.)'ın da bizim aramızda kalktığı gibi. (O kalkıp) şöyle demişti: "Size Ashâbımı, sonra da onların peşinden gelecekleri (sonra da bunların peşinden gelecekleri) tavsiye ediyorum. Daha sonra (gelenler arasında) yalan, öylesine yayılacak ki, kişi, kendisinden yemin talep edilmediği halde yemin edecek, şâhitliği istenmediği halde şehâdette bulunacak. Haberiniz olsun, bir erkek bir kadınla baş başa kaldı mı onların üçüncüsü mutlaka şeytandır. Size cemaati tavsiye ederim. Ayrılıktan sakının. Zira  şeytan, tek kalanla birlikte  olur. İki kişiden uzak durur. Kim cennetin ortasını dilerse, cemaatten ayrılmasın. Kimi yaptığı hayır sevindirir ve kötülüğü de üzerse, işte o, mü'mindir." (İbn Mâce, Ahkâm 27, h. no: 2363; Tirmizî, Fiten 7, h. no: 2166)

Ebû Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) köpeğin semenini, fâhişenin mehrini (zinâ karşılığında alınan ücreti) ve kâhinin ücretini yasakladı." (Buharî, Büyû' 113, İcâre 20, Talâk 51, Tıb 46; Müslim, Müsâkât 39, h. no: 1567; Muvattâ, Büyû' 68, h. no: 2, 656; Tirmizî, Büyû' 46, h. no: 1276; Nesâî, Büyû 91, h. no: 7, 309; Ebû  Dâvud, Büyû' 68, h. no: 4381)

Ebû Cuheyfe (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) kan  mukabilinde alınan semenden, köpek semeninden, fuhuş kazancından men etti. Dövme yapanı, dövme yaptıranı, fâiz yiyeni, fâiz yedireni ve musavvirleri lânetledi." (Buhârî, Büyû' 113, 25, Talâk, Libas 86, 96; Ebû Dâvud, Büyû' 65, h. no: 3483)

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Allah'ın had cezâlarından birinin yerine getirilmesi Allah'ın beldelerinde kırk gece yağan yağmurdan daha hayırlıdır."

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Kur'an'dan tek bir âyeti inkâr edenin boynunu vurmak helâl olur. Kim lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh ve enne Muhammeden abduhu ve Rasûluhu (Allah birdir, ortağı yoktur, Muhammed onun kulu ve elçisidir)" derse hiç kimsenin ona dokunma yetkisi yoktur. Ancak, bir hadd suçu işlerse, ona cezâsı verilir."

Ubâde İbnu's-Sâmit (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Siz Allah'ın had cezâlarını (akrabalık ve diğer hususlarda size) yakın olan hakkında da uzak olan hakkında da tatbik edin. Allah'ın hükmünü uygulamaktan sizi hiçbir ayıplayıcının ayıplaması alıkoymasın."

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Hadd cezâsını defedebildiğiniz müddetçe defedin (suçun sübutunu zedeleyen delilleri esas alarak uygulamaktan kaçının)."

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Kim müslüman kardeşinin ayıbını örterse, Kıyâmet günü Allah da onun ayıbını örter. Kim de müslüman kardeşinin ayıbını açarsa Allah da onun ayıbını açıp evinin içinde bile rezil eder."

Mes'ud İbnu'l-Esved (r.a.) anlatıyor: "(Fâtıma isimli) kadın, Rasûlullah (s.a.s.)'ın evinden kadifeyi çalınca biz bunu büyük bir hâdise olarak değerlendirdik. Kadın Kureyş'ten (tanınmış) birisiydi. Lehinde konuşmak üzere Rasûlullah'a geldik: "Biz onun cezâsına mukabil kırk okiyyelik fidye verelim" dedik. Aleyhissalâtu vesselâm: "Cezâsını çekerek temizlenmesi onun için daha hayırlıdır" buyurdular. Biz Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın sözündeki yumuşaklığı görünce, Üsâme'ye geldik ve: "Git, kadın lehine Rasûlullah'a konuş (da eli kesilmesin)" dedik. Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm bu hali görünce (sertleşti ve) hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı, şöyle söyledi: "Aziz ve celil olan Allah'ın cariyelerinden bir cariyeye terettüp eden Allah'ın haddlerinden birini (tatbik etmemem için) üzerimde niye bu kadar ısrar ediyorsunuz? Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun! Eğer o kadının tenezzül ettiği şeye (hırsızlığa) Muhammed'in kızı Fâtıma tenezzül etseydi Muhammed (hiç çekinmeden) onun elini mutlaka keserdi."

İbn Abbâs (r.a.): "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "(Zinâ suçu sebebiyle) herhangi birini şâhitsiz olarak recmetseydim, falan kadını recmederdim. Çünkü onun konuşmasından, vaziyetinden ve yanına girip çıkanlardan dolayı ciddi bir şüphe hâsıl olmuştur."

Said İbnu Sa'd İbnu Ubâde (r.a.) anlatıyor: "Evlerimiz arasında vücut yapısı noksan ve zayıf bir adam vardı. (Bir gün) mahallenin cariyelerinden biriyle kötü vaziyette aniden yakalandı. Bunun üzerine (babam) Sa'd İbnu Ubâde durumunu Rasûlullah’a duyurdu. "Yüz sopa vurun!" diye emrettiler. Halk: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! O buna zayıftır, buna dayanamaz, yüz sopa vurursak ölür!’ dediler. Efendimiz: "Öyleyse, onun için yüz saçaklı bir hurma dalı alın ve ona o dal ile bir kere vurun!" buyurdular."

Seleme İbnu'l-Muhabbık (r.a.) anlatıyor: "Haddlerle ilgili âyet nâzil olunca, kıskanç bir adam olan Ebû Sâbit, Sa'd İbnu Ubâde'ye: "Sen hanımınla bir adamı yakalasan ne yapacağını zannedersin?" denildi. "Kılıcımı her ikisine de vurur (gebertirim)! Dört tane şâhit getirmemi mi bekleyeceğim? O vakte kadar herif işini tamamlar ve gider bile veya "şöyle bir vak'â gördüm deyip de bana hadd vurmalarını ve ebediyen şâhitlikten de düşmemi mi göze alacağım?" diye cevap verdi. Ravi der ki: "Onun bu sözleri Rasûlullah'â haber verildi. Aleyhissalâtu vesselâm (önce): "Kılıç şâhid olarak yeterlidir" dedi ise de, sonra: "Hayır! Sarhoşun ve kıskancın bu işte birbirini takip etmelerinden korkarım!" buyurdular."

"Kim, kendisini babasından başkasına nisbet ederse (yani onun oğlu olduğunu söylerse) veya Mevlasından başka birini Mevlâ (efendi) edinirse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun."

"Kim (kendisine) babasından başkasını (baba diye) iddia ederse cennetin kokusunu hiç duymayacaktır. Halbuki onun kokusu beşyüz yıl uzaklıkta bulunup (hissedilir).

Eş'as İbnu Kays anlatıyor: "Kinde heyeti içerisinde Rasûlullah (s.a.s.)'a geldim. Heyet mensupları beni kendilerinden üstün görürlerdi. Bu sebeple: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Bizden değil misiniz?’ dedim. "Biz, Benî Nadr İbni Kinânedeniz, anamızı iffetsizlikle itham etmeyiz ve babalarımıza olan nisbetimizi reddetmeyiz!" buyurdular. Râvi devamla der ki: "Eş'as İbnu Kays derdi ki: "Kureyşli birinin, Nadr İbn Kinâne'den olduğunu reddeden biri bana getirilse, ona mutlaka (iftira etti diye) hadd celdesi tatbik ederim."

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Dini ve ahlâkı sizi memnun eden birisi kız talep ederse onu evlendirin. Böyle yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve geniş bir fesad çıkar." (Tirmizî, Nikâh 3, h. no: 1084)

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Celde ile cezâlandırılmış zânî kimse ancak kendisi gibi biriyle  evlenebilir." (Ebû Dâvud, Nikâh 5, h. no: 2052)

"Çocuk yatağa aittir. Zânî’ye de mahrûmiyet vardır." (Buhârî, Hudûd 23, Ferâiz 18; Müslim, Radâ' 37, h. no: 1458; Tirmizî, Radâ' 8, h. no: 1157; Nesâî, Talâk 48, h. no: 6, 180)

Aişe (r. anhâ) anlatıyor: "Utbe İbnu Ebi Vakkas, kardeşi Sa'd'a: "Zem'a'nın câriyesinden doğan oğlan bendendir, onu sahiplen" diye vasiyet etmişti. Fetih yılında  onu Sa'd yakalayıp: "Bu kardeşimin oğludur, kardeşim onu bana vasiyet etmişti!" dedi. Abd İbn Zem'a da: "O, benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur, onun yatağında doğmuştur!" dedi. Problemin halli için Rasûlullah (s.a.s.)'a koştular. Sa'd (r.a.): "Ey Allah'ın Rasûlü! Bu kardeşimin oğludur. Kardeşim onun hakkında bana vasiyette bulundu. Hele onun benzerliğine de bakın!"  dedi. Abd: "O benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur. Babamın yatağında doğdu!" dedi. Rasûlullah (s.a.s.), ondaki benzerliğe baktı Utbe'ye açık bir benzerlik gördü. Sonra: "Bu sana aitir ey Abd İbnu Zem'a. Çocuk yatağa aittir, zânî için de mahrûmiyet vardır"  buyurdu. Sonra da Sevde Bintu Zem'a'ya: "Bun(u kardeşin bilme, ihtiyat et, ona karşı) tesettür et!" emretti. Bu emri, onun Utbe'ye olan  benzerliği sebebiyle vermişti. O, kadını Allah'a kavuşuncaya kadar göremedi. Sevde, Rasûlullah (s.a.s.)'ın zevcesi idi." (Buhârî, Vesâyâ 4, Büyû' 3, 100, Husumât 6, Itk 8, Ferâiz 18, 28, Hudûd 23, Ahkâm 29; Müslim, Radâ' 36, h. no: 1457; Muvattâ, Akdiye 20, h. no: 2, 739;  Ebû Dâvud, Talâk 34, h. no: 2273; Nesâî,  Talâk 48, 49, h. no. 6, 180, 181)

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Benim siyah bir çocuğum dünyaya geldi" dedi. Adam, ta'riz yoluyla çocuğu nefyetmeyi teklif ediyordu. Aleyhissalâtu vesselâm, onun nefyedilmesine ruhsat vermedi. "Senin bir deven var mı?" dedi. Adam: "Evet" deyince: "Bunların renkleri nasıldır?" diye sordu. Adam: "Kırmızı!" dedi. Rasûlullah tekrar sordu: "Bunlar arasında boz renkli var mı?" "Evet!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Peki bu nereden (geldi)?" dedi. Adam: "Belki bir damar çekmiştir" deyince, Aleyhissalâtu vesselâm da: "Senin oğlun da bir damara çekmiştir!" buyurdular." (Buhârî,  Talâk 26, Hudûd 41; Müslim, Lian 20, h. no: 1500; Ebû Dâvud, Talâk 28, h. no: 2260, 2261, 2262; Tirmizî, Velâ ve Hîbe 4, h. no: 2129; Nesâî, Talâk 46, h. no: 6, 178, 179)

Amr İbnu Şuayb, dedesinden rivâyet ederek anlatıyor: "Bir adam kalkarak: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Falan benim çocuğumdur. Câhiliyye devrinde ben annesiyle zinâ yapmıştım!’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.) şu cevapta bulundu: "İslâm'da (neseb) iddiası yok. Câhiliyye işi bitti artık. Çocuk yatağa aittir, zânî’ye de mahrûmiyet vardır!" (Ebû Dâvud, Talâk 34, h. no: 2274)

"İslâm'da bir kimse asıl baba varken bir başkasının babası olduğunu söylerse ve bu iddiasını da o kimsenin babası olmadığını bilerek yaparsa, cennet ona haramdır." (Buhârî, Ferâiz 29, Meğâzî 56; Müslim, İman 114, h. no: 63; Ebû Dâvud, Edeb 119, h. no: 5113)

 

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) mülâane (lanetleşerek boşanma) âyeti indiği zaman şöyle buyurdular: "Hangi kadın, bir kavme, onlardan olmayanı dahil edecek olursa, hiç bir hususta Allah'la irtibatı kalmamıştır. Artık Allah onu asla cennete koymayacaktır. Hangi erkek de göre göre evladını inkar ederse, Allah kıyamet günü onunla kendi arasına perde koyar ve herifi öncekilerin ve sonrakilerin  önünde rezil rüsvay eder." (Ebû  Dâvud, Talâk 29, h. no: 2263; Nesâî, Talâk 47, h. no: 6, 179)