Kur’ân-ı Kerim’de gâlibiyet ve mağlûbiyetle ilgili olarak kullanılan “ğ-l-b” kelimesi ve türevleri, toplam 31 yerde geçer. Yardım ve zafer anlamındaki “nasr” kelimesi ve türevleri ise toplam 158 yerde kullanılır. Yardımı kesmek anlamında “h-z-l” ve türevleri 3 yerde, başarı anlamındaki “tevfîk” kelimesi ve türevleri 4, gâlibiyet anlamındaki zafer kelimesi ise 1 yerde zikredilir.
Yine, konuyla ilgili olarak ve daha çok da âhirete yönelik “kurtulma, kurtuluş, selâmet ve mutluluk anlamındaki “felâh” kelimesi ve türevleri toplam 40 yerde zikredilir. Bu kavramın zıddı anlamında kullanılan, yani zarar, ziyan ve kayıp anlamına gelen “hüsrân” ve türevleri de Kur’ân-ı Kerim’de 65 yerde kullanılır.
Bilindiği gibi “ğâlib”; yenen, üstün gelen anlamına gelir. “... Öyle ya, Allah emrine gâliptir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.” (12/Yûsuf, 21). Bu âyette görüldüğü gibi, Kur’an gâlib sıfatını Allah’a izâfe etmiştir. “Eğer Allah size yardım ederse, artık size gâlip gelecek kimse yoktur. Ve eğer size yardımını keserse, bundan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etmeli, sadece O’na güvenip dayanmalıdır.” (3/Âl-i İmrân, 160). Bu âyette gâlibiyetin ancak Allah’ın yardımı ile mümkün olduğu açıklanmış, O’nun yardımını kestiği durumda gâlibiyetin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Görüldüğü gibi, Kur’ân-ı Kerim’de, hem Allah’ı gâlib sıfatıyla tanımak ve hem de gâlibiyeti Allah’tan bilmek gereği açık ifâdelerle yer almıştır. Bu itibarla da Gâlib ismi, Esmâü’l-Hüsnâdan sayılmıştır.
“(Ey mü’minler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş kavimlerin başlarına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokundu ve onlar öylesine sarsıldılar ki Peygamber ve onunla beraber iman edenler nihâyet ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ dediler. İşte o zaman (onlara), ‘Şüphesiz Allah’ın yardımı yakın’ (denildi).” (2/Bakara, 214)
“... Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar: ‘Nice az sayıda birlik, Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir’ dediler.” (2/Bakara, 249)
“Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında; ‘Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım et’ dediler. Sonunda Allah'ın izniyle onları hezîmete uğratıp yendiler. Dâvud da Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle def edip savmamasaydı elbette yeryüzü fesâda uğrar, altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.” (2/Bakara, 250-251)
“Allah, iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan nûra/aydınlığa çıkarır. İnkâr edip kâfir olanlara gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlıklara götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.” (2/Bakara, 257)
“Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!” (2/Bakara, 286)
“(Bedir'de) Karşı karşıya gelen şu iki gurubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir gurup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir gurup. Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır.” (3/Âl-i İmrân, 13)
“Onlar (ehl-i kitap) size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.” (3/Âl-i İmrân, 111)
“Hani sen (ey Rasûlüm), sabah erkenden mü’minleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. -Allah, hakkıyle işiten ve bilendir.- O zaman, içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. Mü’minler, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” (3/Âl-i İmrân, 121-122)
“Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki O'na şükretmiş olasınız. O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sâyede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır. Allah, kâfirlerden bir kısmının kökünü kessin veya onları perişan etsin, böylece bozulmuş bir halde dönüp gitsinler diye, size yardım eder).” (3/Âl-i İmrân, 123-127)
“(Ey mü’minler!) Gevşemeyin, üzüntüye kapılmayın. Siz eğer (gerçekten) mü’min iseniz (düşmanlarınıza gâlip ve onlardan) çok üstünsünüzdür.” (3/Âl-i İmrân, 139)
“Eğer siz (Uhud'da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir'de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma, bazen öteki topluma nasip ederiz.) Tâ ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şâhitler edinsin. Allah zâlimleri sevmez.” (3/Âl-i İmrân, 140)
“Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever. Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibâretti: ‘Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sâbit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!’ Allah da onlara dünya nimetini ve (daha da önemlisi,) âhiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, iyi davrananları sever.” (3/Âl-i İmrân, 146-148)
“Siz Allah'ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vaadini yerine getirmiştir. Nihâyet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (gâlibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamberin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, âhireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun sizi bağışladı. Zaten Allah, mü’minlere karşı çok lütufkârdır. (3/Âl-i İmrân, 152)
“Eğer Allah size yardım ederse, artık size gâlip gelecek kimse yoktur. Ve eğer size yardımını keserse, bundan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etmeli, sadece O’na güvenip dayanmalıdır.” (3/Âl-i İmrân, 160)
“Bir kısım insanlar, mü’minlere: ‘Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!’ dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!’ dediler. Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah'ın nimet ve keremiyle geri geldiler. Böylece Allah'ın rızasına uymuş oldular. Allah büyük kerem sahibidir. İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, Benden korkun.” (3/Âl-i İmrân, 173-175)
“Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.” (4/Nisâ, 45)
“Sulh (daha) hayırlıdır.” (4/Nisâ, 128)
“Sizi gözetleyip duranlar, eğer size Allah'tan bir zafer (nasib) olursa, ‘Sizinle beraber değil miydik?’ derler. Kâfirlerin (zaferden) bir nasipleri olursa (bu sefer de onlara), ‘Sizi yenip (öldürebileceğimiz halde öldürmeyip) mü’minlerden korumadık mı?’ derler. Artık Allah kıyâmet gününde aranızda hükmedecektir ve kâfirler için müminler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.” (4/Nisâ, 141)
“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” (4/Nisâ, 144)
“... Bir topluma karşı beslediğiniz kin, sizi tecâvüze, haddi aşmaya sevketmesin! İyilik ve takvâ (Allah'ın yasaklarından sakınma) üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir.” (5/Mâide, 2)
“Kim Allah'ı, Rasûlünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki); gâlip olanlar, üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır.” (5/Mâide, 56)
“Mûsâ, kavmine dedi ki: ‘Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç takvâ sahiplerinindir (Allah'tan korkup günahtan sakınanlarındır)." (7/A’râf, 128)
“Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duânızı kabul buyurdu. Allah bunu (meleklerle yardımı) sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın diye yapmıştı. Zaten yardım yalnız Allah tarafındandır. Çünkü Allah mutlak gâliptir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. O zaman katından bir güven olmak üzere sizi hafif bir uykuya daldırıyordu; sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (verdiği vesveseyi) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve savaşta sebat ettirmek için üzerinize gökten bir su (yağmur) indiriyordu. Hani Rabbin meleklere: ‘Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına!’ diye vahyediyordu. Bu söylenenler, onların Allah'a ve Resûlüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır.” (8/Enfâl, 9-13)
“(Savaşta) Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, mü’minleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. Bu böyledir. Şüphesiz Allah, kâfirlerin tuzağını bozar.” (8/Enfâl, 17-18)
“Şüphesiz ki inkâr edenler mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlûp olacaklardır. Kâfirlikte ısrar edenler ise cehenneme toplanacaklardır.” (8/Enfâl, 36)
“Hatırlayın ki, (Bedir savaşında) siz vâdinin yakın kenarında (Medine tarafında) idiniz, onlar da uzak kenarında (Mekke tarafında) idiler. Kervan da sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi. Eğer (savaş için) sözleşmiş olsaydınız, sözleştiğiniz vakit hususunda ihtilâfa düşerdiniz. Fakat Allah, gerekli olan emri yerine getirmesi, helâk olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı). Çünkü Allah hakkıyla işitendir, bilendir.” Hatırla ki, Allah, uykunda sana onları az gösterdi. Eğer onları sana çok gösterseydi, elbette çekinecek ve bu iş hakkında münâkaşaya girişecektiniz. Fakat Allah (sizi bundan) kurtardı. Şüphesiz O, kalplerin özünü bilir. Allah, olacak bir işi yerine getirmek için (savaş alanında) karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler Allah'a döner. Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok zikredin/anın ki başarıya erişesiniz.” (8/Enfâl, 42-45)
“Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: ‘Bugün insanlardan size gâlip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin yardımcınızım’ dedi. Fakat iki ordu birbirini görünce ardına döndü ve: ‘Ben sizden uzağım, ben sizin göremediklerinizi görüyorum, ben Allah'tan korkuyorum; Allah'ın azâbı şiddetlidir’ dedi. (8/Enfâl, 48)
“O zaman münâfıklarla kalplerinde hastalık bulunanlar, (sizin için), ‘Bunları, dinleri aldatmış’ diyorlardı. Halbuki kim Allah'a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. (Kendisine güveneni üstün ve gâlip kılacak O'dur. Yoksa orduların sayı ve techizat üstünlüğü değildir).” (8/Enfâl, 49)
“Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et, çünkü O işitendir, bilendir. Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki, Allah sana kâfidir. O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir.” (8/Enfâl, 61-62)
“Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz (kâfir)e gâlip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye gâlip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) iki yüz kişiye gâlip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle (onlardan) iki bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.” (8/Enfâl, 65-66)
“Hiçbir peygambere, yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) âhireti istemektedir. Allah, azîzdir (dostlarını düşmanları üzerine gâlip kılandır, üstün ve güçlüdür), hakîmdir (her duruma lâyık olanı hakkıyla ve hikmetiyle bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir).” (8/Enfâl, 67)
“Onların (müşriklerin) nasıl (anlaşmaya uyması sözkonusu) olabilir ki! Onlar size gâlip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit, ne de antlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla sizi râzı ediyorlar, halbuki kalpleri (buna) karşı çıkıyor. Çünkü onların çoğu yoldan çıkmışlardır.” (9/Tevbe, 8)
“Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azablandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü'minler topluluğunun göğsünü şifâya kavuştursun.” (9/Tevbe, 14)
“Andolsun ki Allah, birçok yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezîmete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz. Sonra Allah, Rasûlü ile mü’minler üzerine sekînetini (sükûnet ve huzur duygusu) indirdi, sizin görmediğiniz ordular (melekler) indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu, o kâfirlerin cezâsıdır.” (9/Tevbe, 25-26)
“Allah'ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidâyet ve Hak Din ile gönderendir.” (9/Tevbe, 32-33)
“Eğer siz ona (Rasûlullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebû Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.” (9/Tevbe, 40)
“De ki: (Siz bizim için) iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.” (9/Tevbe, 52)
“Andolsun Zikir'den (Tevrat’tan) sonra Zebur'da da: ‘Yeryüzüne sâlih/iyi kullarım vâris olacaktır’ diye yazmıştık.” (21/Enbiyâ, 105)
“Onlar, sadece ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defetmeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol zikredilen manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak sûrette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür, azîzdir/gâliptir.” (22/Hacc, 40)
“İşte böyle. Her kim, kendisine verilen eziyetin dengi ile karşılık verir de, bundan sonra kendisine yine bir tecâvüz ve zulüm vâki olursa, emin olmalıdır ki, Allah ona mutlaka yardım edecektir. Hakikaten Allah çok bağışlayıcı ve mağfiret edicidir.” (22/Hacc, 60)
“Allah sizden iman edip sâlih amel işleyenlere vaad etmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldı, halifeler yaptı, güç ve iktidar sahibi kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılıp halifeler yapacak, güç ve iktidar sahibi kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve Bana hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayacaklar. Ama kim bundan sonra da nankörlük edip küfre giderse işte onlar, fâsıktırlar, yoldan çıkanlardır.” (24/Nûr, 55)
“Ancak iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah'ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar (veya öclerini alanlar) başka. Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (26/Şuarâ, 227)
İnsanlardan öylesi vardır ki, ‘Allah'a iman ettik’ der; fakat Allah uğruna eziyet gördüğü zaman, insanların (kendisine yönelttikleri işkence ve) fitnesini Allah'ın azabıymış gibi sayar; ama Rabbinden bir yardım ve zafer gelirse, andolsun; ‘Biz gerçekten sizlerle birlikteydik’ demektedirler. Oysa Allah, âlemlerin sineleri içinde olanı en iyi bilen değil midir?” (29/Ankebût, 10)
“Siz ne yeryüzünde ne de gökte (Allah'ı) âciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamazsınız.” (29/Ankebût, 22)
“Elif. Lâm. Mîm. Rumlar (Hıristiyan Bizanslılar, mecûsî/müşrik İranlılara) mağlûp oldu. Arapların bulunduğu bölgeye yakın bir yerde. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde gâlip geleceklerdir. Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da (eninda sonunda) emir Allah'ındır. O gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, nusretiyle dilediğine yardım eder, dilediğini gâlip kılar. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir. (Bu) Allah'ın vâdettiğidir. Allah vâdinden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler.” (30/Rûm, 1-6)
“Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Mü’minlere yardım etmek, onlara zafer vermek de Bize düşer.” (30/Rûm, 47)
“Sen şimdi sabret. Bil ki Allah'ın vaadi gerçektir. (Buna) iyice inanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevketmesin!” (30/Rûm, 60)
“Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi. Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vâdinin üstünden ve alt yanından) üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman; İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı. Ve o zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık (iman zayıflığı) bulunanlar: ‘Meğer Allah ve Resûlü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar! diyorlardı.” (33/Ahzâb, 9-12)
“Allah, o inkâr eden kâfirleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdi. Allah (ın yardımı) savaşta müminlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak gâliptir. Allah, ehl-i kitaptan, onlara (müşrik ordularına) yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü; bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz. Allah, onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız topraklara sizi mirasçı yaptı. Allah'ın her şeye gücü yeter.” (33/Ahzâb, 25-27)
“Andolsun ki (peygamber olarak) gönderilen kullarımız hakkında bizim geçmiş sözümüz (vardır): Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır. Muhakkak Bizim ordumuz, kesinlikle gâlip gelenlerdir.” (37/Sâffât, 171-173)
“Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şâhitlerin şâhitlik edecekleri günde yardım eder, zafer veriririz.” (40/Mü’min, 51)
“Yeryüzünde (O'nu) âciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dostunuz ve bir yardımcınız da yoktur.” (42/Şûrâ, 31)
“Öyleyse, inkâr edenlerle (savaş sırasında) karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun; sonunda onları ‘iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da' artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları bırakın) veya bir fidye (karşılığı salıverin). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin). İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin ise; kesin olarak (Allah,) amellerini giderip boşa çıkarmaz.” (47/Muhammed, 4)
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı sâbit tutar, kaydırmaz.” (47/Muhammed, 7)
“Bu, Allah'ın, inananların yardımcısı olmasından dolayıdır. Kâfirlere gelince, onların yardımcıları yoktur.” (47/Muhammed, 11)
“Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” (47/Muhammed, 35)
“Ve Allah, sana üstün ve onurlu bir zaferle yardım etsin.” (48/Fetih, 3)
“İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır.” (48/Fetih, 4)
“Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah azîzdir, hakîmdir.” (48/Fetih, 7)
“Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı. Allah'ın, ötedenberi süregelen kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. Onlara karşı size zafer verdikten sonra, Mekke'nin göbeğinde ellerini sizden ve sizin de ellerinizi onlardan çeken O'dur. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (48/Fetih, 22-24)
“Allah; ‘Elbette ben ve elçilerim gâlip geleceğiz’ diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, gâliptir.” (58/Mücâdele, 21)
“O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir. O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, azîzdir/gâliptir, hikmet sahibidir. (59/Haşr, 23-24)
“Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için fitne/deneme konusu kılma, bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne galip ve hikmet sahibi, ancak sensin.” (60/Mümtehıne, 5)
“Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zâlimler onlardır.” (60/Mümtehıne, 9)
“Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allah'tan yardım ve zafer (nusret) ve yakın bir fetih. Mü'minleri müjdele!” (61/Saff, 13)
“Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havârîlere: Allah'a (giden yolda) benim yardımcılarım kimdir? demişti. Havârîler de: Allah (yolunun) yardımcıları biziz, demişlerdi. İsrailoğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr etmişti. Nihayet biz iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.” (61/Saff, 14)
“... İzzet (şeref, kuvvet ve gâlibiyet) Allah'ındır, Peygamberinindir, mü'minlerindir, fakat münâfıklar (bunu) bilmezler" (63/Münâfıkun, 8)
“Rahmân olan Allah'a karşı şu size yardım edecek askerleriniz hani, kimlerdir? İnkâr eden kâfirler, ancak derin bir gurur (gaflet ve aldanma) içinde bulunmaktadırlar.” (67/Mülk, 20)
Ve bir hadis-i şerif: "Bir kavim, zayıf ve yoksuldular, kuvvette ve sayıda güçlü olanlar onlarla savaştı. Allah Teâlâ, o zayıfları onlara gâlip kıldı. Onlar da düşmanlarına (kötülük) kastederek onları (büyük zorluklarda) kullandılar ve onlara musallat oldular. Böyle Allah Teâlâ'ya kavuşacakları güne kadar Allah'ı kendilerine gazap ettirdiler/kızdırdılar." (Ahmed bin Hanbel, V/407)