Günah Duygusu

 

Batıcılar, bizim günah duygumuzdan yakınıp dururlar. Bu, güya hayatı olanca doluluğuyla yaşamaya engel oluyormuş. Halbuki, İslâm'da günah, suçlarla ilgilidir. Suç alanının sınırlarını siyah bir hâlenin içine almaktadır günah çizgisi. Suçluluk halimizin mâsumluk halimizle karışmasına ve kaynaşmasına engel olmaktadır. Hayatın içinde bir mâsumluk kontrolünü sağlamaktadır, bir bakıma bir şuurdur günah duygusu. Bir yandan da hayayla, utançla sıkı sıkıya ilgilidir bu duygu. İslâm, hayâyı inancın bütünleyicisi kabul etmiştir. Allah'tan utanma, günah konularına yaklaşmaktan bile alıkor insanı. Utanan insanın düşüncesi yüzüne vurur. Onun için kötülüğü düşünmek bile istemez utanan insan. Utanış ve günah işleme korkusu, suç, haram ve günah alanlarından uzak tutar müslümanı. Böylece müslümanın hayatı kendiliğinden bir arılık, bir temizlik kazanır. Bu duygular, ruha bağışlanmış büyük mânevî nimetlerdir. Bağışlar ve armağanlardır. Dinin, insanın yüklendiği borçları kolaylaştırıcı kuvvetleridir. Mü'minler, öteye ve ötede hesap vermeye inanarak, Allah sevgisiyle yücelerek, Allah korkusu, günah işleme korkusu, Allah'tan ve insanlardan utanma duygusu ile, kötüye karşı bir hisar kurmuşlardır ruhlarında. Sağlam bir surdur bu, şeytanın girişinden ruhu koruyan. Sağlam bir kaledir bu, mazgallarından şeytanın taşlandığı. Kurşun yerine taşa dizildiği.

Hıristiyanlıkta günah, gözle görülür, elle tutulur suçtan koparılmıştır. Yani suç ve günah açık ve seçik belirlenmemiştir. İnsan doğuştan suçludur. Hiçbir suç işlemese bile yine suçludur. İnsan olduğu için suçludur. Suç ve günah, mâsum hayatın içine karışmıştır. Bir kader gibi insanı terk etmez. Gerçek bir suç, bir bakarsınız hıristiyanın gözünde suç değildir de veya suç değilmişçesine bir tavırla karşılanır da, hiç de suç olmayan bir tavır affedilmez bir suç sayılır. Hıristiyanlık soyut suçlarla suçlar insanı. Bir leke gibi doğuştan alında getirilen ve asla çıkmayan suçlarla.

Doğuda 20. yüzyıldan itibaren kadrolaşan batıcılar ne İslâm'ın gerçek, ne de hıristiyanlığın fantastik günah duygusunu kabul ederler. Komünistlerse, âdeta tam bir reaksiyon halinde dinin günah ve suç saydığı her şeyi mubah, mubah saydığı her şeyi de suç ve afyonlama kabul ederler. Böylece, zihinlerde ve gönüllerde suç sayılan haller üzerine insanların dünya görüşlerine göre ayrıldıkları bir vâkıa olur. Dinin baskı altına yerlerde suç kavramı kesinliğini yitirir ve bulanır. Her zaman suç işlemeye yatkın, daha doğrusu işlediğinin suç olup olmadığını bile kavramakta güçlük çeken bir gençlik türer. Bir zamanlar Fransız düşünürlerini uzun süre kıvrandıran "sebepsiz davranış" ve suç doğar. Bugün Avrupa gençliğinin kaynayışının asıl sebebi de, bu sebepsiz suçların yayılmasından başka bir şey değildir. Suç, mubah, sevap ve günah eşit olunca, genç adam kendini rahatlıkla içgüdülerinin akıntısına koyuverebilmektedir. Sorumsuz yaşayıştan kundakçılığa, adam öldürmeğe rahatlıkla sıçramaktadır. Elbet, meselenin bir de öbür yüzü vardır. Baba nesli de, büyüklük  ödevini,  şefkati  ve  merhameti  unutmuştur.  Çünkü  o  da  günah işleme korkusundan mahrumdur. Sanki arzın üzerinde hiç ölmeden kıyâmete kadar pâyidar olacaklardır. Öldükten sonra hesap verme düşüncesine ise asla yanaşmamaktadırlar. Sözde, her şeyi akılla çözeceklerdir. Dinin terbiye etmediği bir aklın, içgüdülerin ve egonun nasıl bir kölesi olduğunu düşünmek bile istemezler.

Günah kompleksiyle donmuş, umutsuzluğa kapılmış bir insanı din de istemez. Günah duygusu müsbet bir duygudur ama günah kompleksi ise hastalık işaretidir. Orta ve doğru yol, insanı günah işlemekten koruyan günah duygusuna sahip olma halidir. İnsan, yalnızken ve kalabalıktayken, her durumda ve her yerde işlediğini bu duyguyla ölçüp biçecek, tartacaktır. O zaman kendisine ve başkalarına yarayışsız ve fiilden kaçınacaktır. Ama bu duygu kaybolmuşsa vay insanın ve insanlığın başına gelene.[1]             

 


 

[1] Sezai Karakoç, Sütun 2/410-412.