Aslında müslümanın hac öncesi ve sonrasında farklı iki hayatı olmaz; ancak hac ibâdeti, kişiyi mânen temizlediği ve anasından doğduğu gündeki günahsızlığına döndürdüğü için kişinin bunu korumaya çalışması, tekrar günah ile kirlenmekten kaçınması da tabiîdir. Haccın kendisine bağlı sonuçları doğurması, makbul olmasına dayandırılmıştır. Diğer ibâdetler gibi haccın da makbul olup olmadığını bilmek, kullar için mümkün değildir. Bununla beraber, İslâm ahlâkçıları haccın kabulüyle ilgili bazı işaretleri tesbit etmişlerdir. Şöyle ki, Allah kabul ettiği kulunu sever, sevdiği kulunu korumasına alır ve onda sevgisinin işaretleri görülür. Bu işaretler, kulun gönlüne Allah sevgisinin taht kurması, dünyadan ve geçici zevklerden ebedî âleme ve mânevî zevklere meyletmesi, şeytana ve nefse karşı koyabilmesi, hayatının İslâm çizgisinde devam etmesidir. Hac ibâdetinden dönen kişi kendini yoklamalı, bu işaretleri bulduğu zaman Allah'a şükredip sevinmeli, aksini bulduğu zaman ise üzülüp tevbe etmelidir. Haccın böyle bir otokontrole sebep olması, ferdin müslümanca yaşantısı üzerindeki en önemli tesiri olsa gerektir. [1]