Hac ve Kurban ilişkisi

               

Haccın bütün menasiklerinde, sembol, nişane ve alametler vardır. Hacda yüzyıllar öncesine gitmek, Hz. İbrahim’i, Hz. Hacer ve Hz. İsmail ile beraber olmaktır. Onların aziz hatıralarını yaşamak ve yaşatmaktır. Tıpkı onlar gibi, Kabe’ye bağlılıklarını, Kabbe’nin Rabb’ine saygı ve tazimlerini sunmak, Hacer gibi, Sa’y yapmak, İsmail gibi zemzemden kana kana içmektir. Mina ’da, Allah için kurbanlar veren İbrahim’i anmak, onun gibi kurban kesmektir.

Hac vazifesindeki duygu ve şuur ihlasla yapıldığında, çok yüce bir makama ulaşılır, Rabb’imizin “evime gelin” davetine icabet etmek için onbinlerce km. yolları katarak, ülke ve memleketleri aşarak, Mekke’ye ulaşırız. Davetine  lebeyk Allahumme lebeyk diye cevap veririz.

Dünyanın ziyneti, rütbeleri, makamları ve bütün dünyevi nimetlerini ihramı giymekle terkediyoruz. Allah bize gel derken, dünyaya geldiğin gibi bana gel, dünyanın senin üzerindeki yükü ve ağırlığı olmayacak şekilde gel; tıpkı ölümlü ve fani hayatı terkettiğin gibi, dünyanı arkanda bırakarak gel diyor.

Her müminin gündelik hayatından hiç çıkmayan, kıble anlamını Kabe’ye bizzat vararak, Allah’a olan bağlılığın tescilidir. Arafat ve Müzdelife’de vakfe yapmanın, dünyadayken mahşeri an be an yaşamadır. O büyük güne varmadan o günün büyüklük ve azametini anlamadır. Mina ’da bir imtihan sahasını görüyorsunuz, o sahada bütün roller belirlenmiş, imtihan için bütün hazırlıklar tamamlanmış; sıra büyük imtihana gelmiştir, bu imtihan öyle sıradan bir imtihan değil, bu bütün imtihanların finalidir, bu imtihan ve imtihanlar gönlümüzdeki ismaillerin hangisinin olduğu imtihanıdır.

Hz. İbrahim, İsmail’inden vazgeçtiğini görüyorsunuz,

Hz. Hacer, İsmail’inden vazgeçtiğini, şeytanı taşlamakla ortaya koyduğunu görüyorsunuz.

Hz. İsmail ise niçin kurbanlık olarak seçildiğini ve kime kurban edileceğinin bilincindedir. Nefsinin ve şeytanın sesine hiç kulak vermemiş, onlara, hayata lükse yaşama heyacanına hiç aldırış etmediğini görüyorsunuz.

Bunların tümünü orada yani; Mina ’da gördünüz, gördüğünüzü söylüyorsunuz, acaba tüm gördükleriniz sadece bunlar mıdır? Esas görmeniz gereken şeyi, merak edip görmeye çalıştınız mı?

Burada herşey görünüyor, görünmeyen sensin. Evet burada esas görünmesi gereken biziz, biz bu sahanın neresindeyiz. Hangi roller bize biçilmiş, rolümüzün farkında mıyız? Yoksa bu imtihan sadece, Hz. İbrahim’in imtihanı mıdır? Şayet sadece bu onun sorunu ise, onun sınavı geçtiğini, bu Mina  vadisinde görüyorsun.

İbrahim, Hacer ve İsmail gibi ol demek kolaydır, onlar gibi samimi olmak ise tamamen başkadır, işte biz bir başka olmak, başkalaşmak için bu sahada ve Mina ’da bir tarafta şeytan kendi tarafına ve diğer bir tarafta ise Rahmeti gazabını geçen Rahman, Alemlerin Rabb’ı seni saffına davet ediyor.

Kurban kesmek kişinin Rabb’ine yakınlaşmak istediğini, lisan-i hal ile beyan etmesidir. Kan akıtmak, ona olan saygısının, Allah’ı her şeyden tenzih ettiğinin, ibadette ona hiçbir şeyi ortak koşmayacağının ortaya koyulmasıdır.

Şeytan ve askerleri, müslümanın hacca niyetinden, hac görevini ve hacdan sonra da peşini hiç bırakmadan sürekli mücadele eder. Allah’a saygısı olmayan bazı insanlar ve organizasyonlar, müslümanı yapacağı ibadetten soğutmak veya oraya gidişi psikolojik baskılarla engellemek için var güçleriyle çaba sarfederler.

Bu mücadelenin son yıllarda, özellikle Ramazan ayında veya hac vakti yaklaşınca, Allah’ın müminler üzerine farz kıldığı ibadetleri tartışma konusu yapılarak, kamuoyuna taşınmakta ve uzun uzadıya hiçbir ahlak kuralları ve dine, inanca saygı ölçülerine riayet etmeksizin, görsel yayın ve basımda yer alır.

Son yıllarda, belli organizasyonlar tarafından, maksatlı olarak ortaya atılarak tartışılan konular, kısaca şu şekilde, bir takım iddialarla ortaya konularak tartışma konusu yapılmaktadır.

“Madem ki, biz Türküz o zaman ibadet dilimiz de Türkçe olmalı, namazlarımızda okunması gerekenleri Türkçe olarak okumalıyız.”

“Ezanlar Arapça olduğundan manasını bilmiyoruz. Arapça bilenimiz Kaç kişi? O halde, biz bu ülkede neden Arapça ezanı dinleyelim, ezan Türkçe olmalıdır.”

“Kadınlarımız erkeklerin aynı safında (omuz omuza) namaz kılmasını kimse engelleyemez.”

“Cuma namazının rekat sayısı çoktur, sayısını indirelim, bence onaltı rekat yerine on rekat yeterlidir. Namaz vakitleri de beş vakit değil de üçtür.”

“Hacca gitme yaşı yükseltilmelidir, ekonomik kriz varken bu yol yasaklanmalıdır, bu kadar dövizi araplara akıtmanın hiçbir mantığı yoktur.”

“Hacca gidilmesi engellenemiyorsa, orada kurban kesmesinler, bu paralar sıkıntılı devlet bütçesine aktarılsın.”

“Hacca gidilip mutlaka kurban kesilecekse, etini orada araplara bırakmayalım, Kurban etlerimizi ülkemize getirelim.”

“Hacca gitmek o kadar da mühim bir ibadet değil, kurban kesmek şart değildir. Kurban kesilecekse burada da kesilebilir. Mekke harem bölge de bizim vatanımız melun mu?”

“Hac ayları belli aylardır, niçin Kurban bayramına yakın bir zamana sıkıştırıyoruz. Bunu o mevcut aylara göre dünyanın çeşitli yerlerinden gelen hacılar sırasıyla hac yapsınlar yapanlar gitsin diğerleri gelsin.”

Yukarıda zikretmeye çalıştığımız iddialar, maksatlı olarak kamuoyu önünde tartışılır. Bu tartışmanın amacı, inanan insanların, kafalarını karıştırmak ve onları bu ibadetlerden soğutmaktır. Çünkü bu tartışmaların hiç biri ne batı devletlerinde ve ne de  doğu ve uzak doğu ülkelerinde yoktur ve ibadetler hiçbir zaman tartışma konusu yapılmaz. Yapılmamalıdır. İnsanları inançlarında, özgür bırakmalıyız. İbadetlerin özgürce yapılması, ayrıca kanun ve yasalarla korunmalıdır.

Yukarıda zikredilen anlayışlara burada tek tek cevap vermeye gerek olmadığını düşünüyorum. Çünkü insan meselelere bakmak istediği gözle baktığında, farklı bir şey göremez. Şeytan taşlamaya, şayet siz maddi bir gözle bakarsanız, müslümanların orada taşı taşlamaktan, boşa kürek çekmekten başka, bir şey yapmadığını görürsünüz.

Ancak hacda, cereyan eden bu hareketliliği, bu kadar sathi bir nazarla açıklamak yeterli gelmez. Çünkü burada madde sadece araçtır. Hedef manadır, manaya ulaşmadır, hacdaki bütün semboller manaya, manevi aleme yükselmek için birer kılavuzdurlar. Kurban kesmek de, bu kılavuzlardan sadece bir tanesidir.

İbadetleri müminlere farz kılan, Yüce Allah’tır. Bu ibadetlerin keyfiyetini, zamanını açıklayan yine İslam’dır, inanç ve ibadetler tevkifidir; yani zaman ve mekanın değişimiyle, hükümleri değişmez, şartlar ne olursa olsun, bu ibadetler İslam’ın emrettiği şekilde, yerine getirilmesi zorunludur. Tevkifi olmayan ve genel şartları ile çerçevesi, İslam tarafından konulmuş olan zaman ve mekana göre değişiklik arzeden muamelat hukukudur.

Hacla ilgili iddia edilen birkaç şeye, burada kısaca değinmek istiyoruz. Haccın farz kılınışı, Kur’an ve sünnetle açıkça belirtilmiş, imkanlar oluştuğunda da fevren (hemen) hacca gidilmesi gereği üzerinde daha önce durduk. Hacda her kesin kurban kesmesi şart değildir, şayet hac çeşitlerinden temettü ve kıran haccına niyet edilmişse ve haccın vazifelerinden birini veya ihramın yasaklarını çiğnemiş iseler, kurbanlarını (hedyilerini) burada, harem bölgesinde kesmeleri vaciptir. Buna delil olarak da yukarıda zikrettiğimiz ayet ve hadislerdir.

Haccın zamanına gelince de; hac için ihrama girme zamanı üç ayların başı olan şevval ayının birinci gününden başlar, yani hac o günden itibaren başlar. Ancak, iddia edildiği gibi ertesi gün bu vakit bitmez, haccın rükünlerinden olan ve hac için olmazsa olmaz şartı olan Arafat’ta vakfe arefe günüdür, yani zilhiccenin dokuzuncu günüdür. Bu konuda hem Hz. Peygamberin emri var ve hem de ümmetin icmai vardır.

Haccın engellenmesi veya yasaklanması ekonomik olarak bütçeye kaynak sağlanması bu siyasi otoritenin işidir. Şayet böyle bir karar alınırsa, hacca gitme farziyeti imkan ve şartların vücuda gelmemesindan dolayı, hac farz olmaz, ta ki, şartlar oluşuncaya kadar. Hac farzizasını engelleyecek olanlarda, ayrıca Allah katında mesul olurlar.

Gök ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Yeryüzünde toprak veya belde olarak lanetlenmiş hiçbir yer yoktur. Hepsi de; mülkün gerçek sahibi Allah’ındır. Emin belde, veya harem belde itibarıyla, Kur’an ve sünnette sadece üç yer belirtilmiştir. Mekke-i Mükkereme, Medine-i Münevvere ve Kudüs’te Mescidi Aksa olarak belirtilmiştir. Bunların emin bir belde kılınması, diğer yerlerin lanetlenmiş olması anlamına gelmez, böyle bir manaya sapanlar da Allah ve Resulüne iftira ederler.

Mekke’de kesilen kurban yerine sadaka verilemez, çünkü burada istenilen ibadetin cinsi sadaka değil kurban kesmektir. Ayrıca orada kurban olarak kesilen etlerini, isteyen etinde tasaruf etmeye hakkı vardır. Ondan yiyebilir, oradaki fakirlere dağıtabilir veya kalan kısmını beraberinde getirebilirler.

Allah bizim için, dinde hiçbir zaman zorluğu istememiştir. İslam’ın emri kolaylıktır, zorluk değildir. Müjdelemektir, nefret ettirmek değildir. Hac ibadetinde de, insanın takatında olmayan hiçbir şey farz kılınmamıştır. Hacda şekil ve manzara olarak bir takım aksaklıkların olması, kurban keserken nizama uymayan bazılarının münferit olarak yaptıklarını örnek göstererek, bu nezih ibadet anlayışını, kimsenin kirletmeye hakkı yoktur.

Kurban bayramında, harem bölgesinde, kesilen kurban sayısı milyonları buluyor, oraya giden insan sayısı yine milyonları geçiyor, bu kadar kalabalık, bu kadar hayvanın kesildiği bir yerde, bir takım aksaklıklar olabilir, bu aksaklıklarında giderilmesine hem oradaki organizasyonların ve hem de oraya giden hacıların, nizam ve intizama uymalarıyla bertaraf edilebilir.

İbadetlerde önemli olanın, ihlasla samimiyetle yerine getirilmesidir. İhlasla kılınan namaz, tutulan oruç ve yapılan hac ibadeti bizleri, sapkınlıklardan ve kötülükleri yapmaktan alıkoyar. Bu ibadetler, müminler için birer koruyucudurlar.

Kişi, yaptığı haccın kabul edilip, edilmedğini anlamak istiyorsa, hacdan dönüşündeki hayat yaşantısına ve Allah’ın emirlerine olan yakınlığıyla ölçebilir.