Tesettür Kimlere Karşı Gerekir?

 

Müslüman bir kadın kocasına bütün bedenini gösterebilir. Evlenmesi yasak olan yakın akrabâlarına saçını, boynunu, diz kapağına kadar ayaklarını, kolunu gösterebilir. Bütün yabancı erkeklere karşı eli, yüzü ve ayağı dışındaki bütün vücudunu örtmesi farzdır, Allah’ın emridir. Tıpkı Dinin diğer farzları gibi.

Müslüman kadın ziynet yerleri denilen kol, saç, boyun, dize kadar ayaklarını mahrem olanlara (evlenmesi yasak olanlara) gösterebilir. Bu kimseleri âyet şöyle sıralıyor: Babası, kocası, kocasının babası, oğlu, kocasının oğlu, erkek kardeşi, erkek kardeşinin oğlu, kız kardeşinin oğlu, müslüman kadın, câriyesi ve kölesi, erkeklik duygusu kalmayan kimse, küçük erkek çocuk (24/Nûr, 31). Bunlara dede, amca, dayı, süt kardeşler de eklenir. Âyetin devamında “ziynetleri bilinsin diye ayaklarını birbirine vurmasınlar” uyarısı geçmektedir. Bu, kadınların süslenmek için taktıktıkları takıların başkalarına gösterilmesinin, sergilenmesinin de helâl olmadığını gösterir.     

İslâm, Allah’ın insanlar için seçtiği bir yaşama biçimi ve saâdet yolu, kurtuluş aracıdır. İslâm’ın bütün ilkeleri, emir ve yasakları kendine aittir. Her bir emrin ve yasağın bir hikmeti, bir sebebi; yasakların insana ve topluma zararı, emirlerin ise kişiye ve topluma faydası vardır. Ama müslüman, bu hikmetlerinden önce, sadece Allah rızâsını kazanmak için, O’nun emri ve yasağı

olduğu için o hükümlere uyar.

“Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkeğe ve mü’min bir kadına o işi kendi isteklerine göre seçme (özgürce farklı eylem yapma) hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (33/Ahzâb, 36)

İman eden kişiler Rablerinin emrine teslim olurlar ve ellerinden geldiği kadar emirlere uymaya, yasaklardan kaçmaya çalışırlar. Ama asla Allah’ın emirlerini ve yasaklarını münâkaşa konusu yapmazlar. Onlar bu tehlikeli yola girmekten şidetle korkarlar. İslâm sağlam bir kişilik, sağlam bir toplum ve sağlıklı nesiller yetiştirme amacındadır. O, müfsit insanların bozduğu toplumu, kişilikleri ve nesilleri ıslah edip düzetmek istiyor. Bunun tedbirini almalarını müslümanlara emrediyor.

Birçok kötülüğün aşırı isteklerden, dizginlenmeyen şehvetlerden kaynaklandığı bilinen bir gerçektir. Şehvetlerin alabildiğine serbest olduğu yerlerde huzur kalmaz, aile bağları gevşer, nesiller bozulur, kadının ve erkeğin şerefi zarar görür. İnsanın fıtratı, temiz aile ve temiz nesilden yanadır. Eşlerin birbirlerine bağlılığı, insanların birbirine saygısı, kişinin değerinin yüce olması faziletli davranışlardan geçer. İslâm bunun için işe hâin bakışların önüne geçerek başlıyor. Sonra hem kadını, hem erkeği, hem nesli, hem de fazileti korumak için erkeğe ve kadına tesettürü emrediyor.

Tesettür ibâdeti mü’minler için bir güzelik ve erdemdir. Örtünme, aynı zamanda bir ibâdet hürriyeti ve insan hakkıdır. Faydaları ise sayılamayacak kadar çoktur. Buna rağmen bazı ülkelerde tesettür, başörtüsü münâkaşalarının, yasaklarının olması çok hazin, üzüntü verici bir şeydir. Tesettür, İslâm’ın emridir,  bir ülkenin veya bir halkın geleneği değildir.

Şu noktayı da eklemekte fayda vardır: Nur suresi 31. âyette ‘humur-hımâr’ kelimesi geçmektedir ki, bu, başörtüsü anlamındadır. Yani başı, saçları da kapatacak bir biçimde örten örtü demektir. Âyette kastedilen, müslüman kadınların başörtü örtmeleridir. Bunun uygulaması da böyledir, bütün âlimlerin âyetten anladıkları da bu şekildedir. Tesettür emri geldiğinde ensâr kadınlarının uygulamalarıyla ilgili olarak şu olayı nakledelim:

Safiyye binti Şeybe diyor ki, bir seferinde Hz. Âişe’nin yanında bulunuyorduk. Biz Kureyş kadınlarının  faziletlerini anınca dedi ki: “Şüphesiz  Kureyş kadınları faziletlidir. Ancak  Allah’ın emrini yerine getirme konusunda Ensar kadınlarından daha gayretlisini görmedim. ‘Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar’ emri gelince, onların erkekleri onlara yöneldiler ve Allah’ın ne indirdiğini okudular. Onlar hanımına, kızına, kız kardeşine veya bütün yakın akrabalarına gelen âyeti okuyunca, onlardan her biri, Allah’ın Kitabını tasdik (doğrulamak) için ve iman ettiklerinden, eteklerinin kumaşlarından başörtüsü hazırladılar. Ertesi sabah Peygamberin arkasında başörtüleriyle sabah namazına durdular. Onların başları üstünde sanki kargalar vardı.”  (Buhârî, Nûr Sûresi Tefsiri, 6/136)                                    

Bütün bu açık hüküm ve ölçülerden sonra, mü’min kadınların ve mü’min erkeklerin Allah’ın emrine bir itirazları olamaz. İnandığını iddiâ ettiği halde  tesettüre ve başörtüsüne tavır alanların, kendi durumlarını yeniden gözden geçirmeleri gerekir.[1] 

İzzetine, iffetine, şeref ve namusuna düşkün müslüman kızlarımızın bu erdemi bazı iki ayaklı şeytanların gözüne batıyor. Hanımların dişiliğiyle değil; kişiliğiyle toplumda yer alma isteklerine karşı kırmızı başörtüsü görmüş boğa gibi saldıracak yer arıyorlar. Özellikle İmam-Hatip'te, Üniversitede okuyan ve okumak isteyen müslüman kızın dünya-âhiret tercihi ve  cihadı da başörtüsü bayrağında düğümleniyor. İslâmî örtünme iman alâmetidir. Ruhumuz gibi vücudumuz üzerinde de Allah'ın hâkimiyetini kabul edişin belgesi olan bir ibâdettir. Örtünme, çağımızın zulüm egemenliğine karşı kadınımızın cihadı, örtü de özgürlük bayrağıdır.

Dinimizin örtünme emrini uygulamış olmaları için müslüman kadın ve kızların şu şekilde giyinmeleri gerekir: Eller ve yüzün dışındaki vücudun bütün organlarını örten, vücudun doğal rengini ve çizgilerini (vücut hatlarını) göstermeyecek şekilde kalın ve bol olan, gayri müslim kadınların kendilerine has olan (râhibe kıyafeti gibi) giysilerini andırmayan, toplum örfüne göre erkek elbisesine benzemeyen, dikkatleri çekecek şekilde de süslü olmayan bir giysi. Bu dış giysi, çarşaf, bol ve uzun pardösü ve benzeri olabilir. Mutlaka çarşaf veya şu şekilde bir pardösü denilemez; İslâm tek tip bir kıyâfet emretmemiş, sadece genel ölçüyü kurallaştırmıştır. Ev dışında kadının “cilbâb”ını üstüne alması (33/Ahzâb, 59) gerekmektedir. Cilbâb da dış giysi demektir. Bu, dünkü Osmanlı toplumunun örfünde çarşaf olduğu gibi, bugün ve yarın herhangi bir coğrafyada çok farklı bir dış giysi olabilir. Önemli olan, kadının ev dışında, ev elbisesinin üzerine giyeceği bir dış giysi ile örtünmesidir; yeter ki istenen tesettür şartlarına uygun olsun.

Günümüzde cilbâb, yani pardösü benzeri dış elbise önemsenmez hale geldiği gibi, “başörtüsü zulmü” farklı bir tepkiyi aşırılaştırdı; tesettür denince sadece başörtüsü akla gelmeye başladı. Bazı genç bayanlar da sadece başörtüsüyle yetinmeye başladı. Giderek artan bir ucûbe olarak boneli, başörtülü, fakat makyajlı; başörtülü, ama eteği dizlerine kadar yırtmaçlı; başörtülü fakat üstünde sadece tişört etekli kıyafetler boy göstermeye başladı. İslâm kadınının sadece tesettürü yeterli görmesi mümkün değilken, yani aynı zamanda takvâ elbisesi olan iffet, hayâ, saygın kişilik, tavır-yürüyüş-konuşma-gülme-aşırı serbest hareket vb. davranışlarda fitne unsuru olabilecek tüm hususlardan sakınmak mecbûriyetinde olduğu halde, sadece giysi olarak tesettür konusu bile uygulamada büyük çapta dejenereye uğramaya başladı. Kala kala sadece bir başörtüsü kaldı, o da zora gelinince, sözgelimi üniversite uğruna, öğretmenlik vb. amaçlar için çıkarılabilecek, pazarlık ve tâviz konusu olabilecek, türbanla, şapkayla, perukla... değiştirilebilecek bir ucuzluğa düştü. “Artık televizyonlarda ve halka açık salonlarda tesettür defileleri yapılıyor” deyin, gerisini onlar anlar diyecek Bekri Mustafa’lara kaldı iş. Biraz alaylı, biraz da gerçeğin düşmanları tarafından müslümanların yüzüne tokat gibi vurulması kabilinden, boyalı basın buna “çeyrek tesettür” adını takıyor. “Tesettür ya vardır, ya yoktur; bunun yarımı, çeyreği, ekmekarası olur mu?” demeyin, uygulamaya bakarsanız oluyormuş...

Başörtüsü, bir aksesuar gibi değerlendiriliyor bazı kızlarımızın gözünde. Kadınsı çekiciliğini yabancılar karşısında en aza indirmesi gereken tesettür, bir moda gibi düşünülüyor. "Tesettür(!) defilesi" denilen ucûbeler, bir taraftan bu talebe/isteğe cevap verirken, daha çok da bu arzı körüklüyor. Dışarıya çıkarken erkek bakışlarını üzerine çekmemeye gayret etmesi gereken müslüman bayan, -kocasının karşısında belki bu kadar süslenip kıyâfetine özen göstermezken- en az yarım saat ayna karşısında kendine çeki düzen vermeye çabalıyor, başörtüsünün rengine uygun olmayan pardösü ve ayakkabıyı giysiden saymıyor... Akşam evde, Filistin'li kızların dramını, açlıktan ahlâkını satan kadınları gözünden yaşlar akıtarak seyrediyor.   

Bütün bunlar, câhil bırakılmış ve okullar başta olmak üzere düzen ve onun tüm kurumlarıyla, gayr-ı İslâmî çevre şartlarıyla yozlaştırılıp bilinçsizleştirilen, çok kimliklileştirilen/kimliksizleştirilen, Batının ve bâtılın değersiz değerlerine özendirilmeye çalışılan toplum kurbanı şuursuz müslüman kızlarımıza kızmamıza ve suçu sadece onlara yüklememize sebep olmamalı. Zaten onlar da erkeklerin aynası, elmanın diğer yarısı. Müslüman erkeklerdeki dünyevîleşme, takvâyı hatta haram-helâl sınırlarını geri planlara atmayı dışarıdan hemen tesbit etmek mümkün olmuyor; eğer kadındaki tesettür gibi dıştan hemen belli olan bir ölçüt olsaydı veya varsa, hemen bu diğer yarımda da benzer dejenerasyon aynı oranda sergilenecekti. Zaten bu bayanların da çoğu, bu çeşit şuursuz müslümanların eşleri, kızları, kardeşleri değil mi? Bunlara acımaktan da öte, kadın-erkek hepimize bu yozlaşmanın sebeplerini doğru teşhis edip çareler üretmek için gece gündüz çalışmamız, fedâkârlıklarda bulunmamız, güzel örnek olmamız, fesat ortamını salâh ortamına çevirmek ve insanları ıslah için hilâfet görevimizi yerine getirme gayretiyle ha bire koşturmamız gerekiyor.      


 

[1] Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 700-704.