Kur’ân-ı Kerim’de “karz” kelimesi ve türevleri 13 yerde geçer. “Karz-ı hasen” kavramı 6 âyette kullanılır. Yine, borç anlamında “deyn” kelimesi 6 yerde zikredilir. Ancak, Kur'ân-ı Kerim'de karz-ı hasen ifadesini müfessirler Allah yolunda mal infakı şeklinde de açıklamışlardır.
Kur'an'da emredilen Allah yolunda karz-ı hasen, bazı müfessirlere göre; aslında savaş masraflarına katkıda bulunmayı öğütlemektedir. Bu tâbir, ilk olarak, Kur'an'ın iniş sırasına göre üçüncü sûresi olan Müzzemmil sûresinde geçer.
“... Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a karz-ı hasen/gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah’tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (73/Müzzemmil, 20).
İlk olarak Allah için borç verme deyiminin ilk Mekke'de inen sûrelerde yer almış olması, ilk anda sanki Mekke'de savaşa teşvik gibi görünebilir ama gerçekte öyle değildir. Çünkü Müzzemmil sûresinin bu âyeti, üslûbundan da belli olduğu üzere Medine'de inmiştir. "Allah için karz-ı hasen/borç verme" deyimi, fiilî savaş döneminin başladığı Medine döneminde inen âyetlerde yer almaktadır. Bu âyette namaz kılmak, zekât vermek ve Allah için karz-ı hasen emredilmekte; Allah için yapılan yardımların zâyi olmayacağı, Allah katında böyle yardım yapanlara, fazlasıyla karşılık verileceği vurgulanmaktadır. Müzzemmil 20. âyetinin öncesinde, "Müslümanların bir bölümünün ticaret amacıyla seferde olacağı, bir bölümünün de Allah yolunda savaşta bulunacakları için Allah'ın, gece ibâdetini hafiflettiği belirtilmektedir ki, bu ifadeler, âyetin Medine döneminde inmiş olduğunu kanıtlar. Çünkü Mekke'de "Allah yolunda savaşmak" sözkonusu değildi. O zaman savaşacak durumda olmayan müslümanlara sabır tavsiye edilmişti.
Savaş, insan gücüne ihtiyaç gösterdiği kadar, mâlî güce de ihtiyaç gösterir. Savaşan ordunun silâha ve beslenmeye ihtiyacı vardır. Bu da paraya, ekonomiye dayanır. İşte Medine'de inen sûrelerde halk, yapılacak savaşlara katkıda bulunmaya teşvik edilmekte ve bu konuda yapılan yardımların, Allah'a verilmiş borç olduğu, Allah'ın, bunları sahiplerine fazlasıyla ödeyeceği vurgulanır. Bu ifade ile istenen yardım, fakirlere yardımdan, yani Allah için sadaka vermekten çok, Allah'ın dininin yücelmesi için yapılan savaşlara katkıdır. Bu yardımlar, Allah'a verilen borç kabul edilmiştir. Borç verilen kimse güvenilir ise, borcun geri alınacağından endişe edilmez. Burada borcu olan Allah'tır. Artık O'na verilen borcun ödeneceği hususunda hiç kaygı duyulur mu? Yüce Allah, kendi rızâsı için fakir kullarına veya kamu yararına yapılan yardımları kendisine verilmiş ödünç kabul eder ve onların karşılığını kat kat fazlasıyla verir. Verilen sadaka, malı eksiltmez, bereketlendirir. Peygamberimiz (s.a.s.) "Allah için sadaka verdiğiniz mal, sizin kendi malınızdır; geriye bıraktığınız mal sizin değil, vârisinizin malıdır" (Buhârî, Rikak 12; Müslim, Zühd 3; Tirmizî, Zühd 31, Tefsîr Sûre 102; Ahmed bin Hanbel, IV/24, 26)
(Bu yoruma göre;) Allah için karz-ı hasen vermeye teşvik eden âyetlerin hepsi, savaşla ilgilidir ve mü'minleri savaşa katkıya çağırmaktadır. Bakara sûresinde Allah yolunda savaş emrinden sonra Allah için güzel borç verenin, yani bu uğurda yapılacak savaşa katkıda bulunan kimsenin verdiği malın, kendisine kat kat ödeneceği belirtilir.
Aslında mal Allah'ındır. İnsan yeryüzünün halifesi olarak mala sahip olur; ama mal gerçekte ona emânettir. Göklerin ve yerin mülkü Allah'a aittir. Mülkün asıl sahibi Allah'tır. İşte, insanın mala halife kılınması, Allah'a ait olan malın üzerine vekil, emânetçi kılınmasındandır. Yahut, mal başkasının idi, başkasından kendisine geçti, kendisi başkasının yerine geçip mala sahip oldu. İşte mal denilen şey, böyle insandan insana geçen, insanların, mülkiyetini birbirlerinden devraldıkları bir şey olduğu için, Hadîd sûresinde karz-ı hasenle ilgili tavsiyeden önce "Sizin üzerinizde halife yapıldığınız, hâkim kılındığınız, tasarrufa yetkili kıldığı şey" (57/Hadîd, 7) diye nitelendirilmiştir. (Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 2, s. 477-481)
Ancak, Kur’an’da geçen “karz-ı hasen” kavramının sadece savaşla ilgili yardım anlamına geldiğini söylemek, geniş anlamı daraltmak demektir. Kur’an’da geçen “karz-ı hasen” kavramını, “Allah’ın rızâsını kazanmak için yapılan her çeşit malî harcama ve yardım” anlamına geldiğini değerlendirmek daha doğrudur.
Kehf sûresindeki ifâde hâriç, Kur’an’daki karz; borç vermek anlamında kullanılmıştır. Mecazî bir anlatımla Allah’a gützel bir şekilde borç (karz-ı hasen) veren kimseye bunun kat kat fazlasının ödeneceğinden söz edilmiştir. Bu âyetlerde Allah’ın rızâsını kazanmak için yapılan malî harcamanın Allah’a verilen borç olarak anılması, verilenin Allah katında zâyi olmayacağına, karşılığının sevap ve mükâfat olarak geri döneceğine dair İlâhî bir vaad şeklinde yorumlanır. Bu ödüncün “hasen/güzel” diye nitelenmesi ise harcamanın riyâ ve dünyevî beklenti karıştırmadan sırf Allah rızâsı için ve helâl maldan yapılmasının gerektiğine ve böyle bir davranışın güzelliğine işaret eder.
Karz, Allah’a yakınlaşma (kurbet) anlamı içeren bir işlem olup borç alan açısından dünyevî, karz-ı hasen veren açısından uhrevî fayda beklentisiyle yapılacak harcamaların bir bakıma dünyada Allah’a borç verme sayılıp karşılığının âhirette kat kat fazlasıyla alınacağı belirtilir. Burada “hasen/güzel” nitelendirmesiyle geçen karz tâbiri, ödünç işlemi de dâhil, hayır duygusuyla ve Allah rızâsı için yapılan her türlü malî fedâkârlığı kapsar. İhtiyaç sahibi bir kimseye ödünç vermenin karz-ı hasen adıyla yaygınlık kazanması Kur’an’da geçen bu teşvik ve nitelendirmeden kaynaklanır. İslâm Devletinin zekât gelirlerinden borçlular için de bir fon ayırması (9/Tevbe, 60) borcun ödenmesine verilen önemin bir tezâhürüdür.
"Kim Allah'a karz-ı hasen/güzel bir borç verirse Allah ona kat kat fazlasıyla öder" (2/Bakara, 245) âyeti inzâl olunca yahûdiler, "bizden borç istediğine göre Allah fakirdir, biz zenginiz" dediler. Halbuki Kur'an'daki "karz-ı hasen" âyetinin bir benzeri Tevrat'ta da vardı: "Fakire acıyan Rabbe borç verir. Ve karşılığını Rab ona öder." (Kitab-ı Mukaddes, Süleymanın Meselleri, 19/17). Her dilde mecazî anlatım vardır. Bu mecazî ifadelerin ne anlama geldiğini herkes gibi yahûdiler de biliyordu, ama bilmezlikten geliyorlardı. Bu tip bir yaklaşım, sadece Allah'ı hakkıyla takdir edememek değil, aynı zamanda Allah'a sûizan etmektir.
“Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah’a karz-ı hasen/güzel bir borç verecek olan kim var? Allah (dilediğine) bol verir, (dilediğinden) kısar. Sadece O’na döndürüleceksiniz.” (2/Bakara, 245)
“Andolsun ki Allah, İsrâiloğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: ‘Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah’a karz-ı hasen/güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızâsı için fâizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur.” (5/Mâide, 12)
“Kim Allah’a karz-ı hasen/güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da onun karşılığını kat kat verir ve ayrıca ona çok değerli bir mükâfatı vardır.” (57/Hadîd, 11)
“Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah’a karz-ı hasen/güzel bir ödünç verenlere, verdikleri kat kat artırılır ve onlara şerefli bir mükâefat vardır.” (57/Hadîd, 18)
“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir/imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır. O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak infak edin/harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Eğer Allah’a içten gelen istekle karz-ı hasen/ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah çok mükâfat verendir, ama cezâ vermekte acele etmeyendir.” (64/Teğâbün, 15-17)
“... Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a karz-ı hasen/gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah’tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” Müzzemmil, 20)
“Eğer (borçlu) darlık içinde ise, bir kolaylığa ulaşıncaya kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer gerçekleri çok iyi anlayan kimselerden iseniz, (ödeyemeyecek derecede güçsüz olan borçlunun borcunu) sadaka (veya zekât) saymak sizin için daha hayırlı bir iş olur.” (2/Bakara, 280)
“Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adâletle yazsın. Hiçbir kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği (emrettiği) gibi yazmaktan çekinmesin (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da (tam olarak) yazdırsın, Rabbına sığınsın, üzerindeki haktan hiçbir şeyi noksanlaştırmasın. Şâyet borçlu sefîh veya zayıf ya da kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, onun velîsi adâletle yazdırsın. Bu şekilde yapılan muâmelede erkeklerinizden iki şâhit gösterin. Eğer iki erkek bulunamazsa rızâ göstereceğiniz şâhitlerden olmak şartıyla bir erkek iki kadın gösterin ki, onlardan biri yanılırsa diğeri onu düzeltsin ve doğru söylesin. Çağırıldıkları vakit şâhitler gelmemezlik etmesinler. Büyük veya küçük vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Öyle yapmanız daha adâletli, şehâdet için daha kuvvetli, şüpheye düşmemeniz için daha sağlamdır. Ancak aranızda çevirdiğiniz bir ticâret olursa bu durum farklıdır. İşte o zaman yapmakta olduğunuz alış-verişlerinizi yazıp şâhit göstermezseniz beis yoktur. Hiçbir kâtibe ve hiçbir şâhide zarar verilmesin. Eğer onlardan birine bir zarar verirseniz şunu iyi bilin ki bu, kendiniz için de bir kötülük olur. Allah’tan korkun. Allah size bunları öğretiyor. Allah her şeyi bilir. Yolculukta olur da, yazacak bir kâtip bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin kâfidir. Bir kısmınız diğerlerine bir şey emânet ederse, yed-i emîn olan kimse kendisine emânet edileni yerine versin ve bu hususta Allah’tan korksun. Şâhitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki onun kalbi günahkârdır (daima vicdan azabı çeker). Allah yapmakta olduklarınızı bilir.” (2/Bakara, 282-283)
"Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dâne gibidir ki, her başakta yüz dâne vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfu geniştir, O herşeyi bilir. Mallarını Allah yolunda infak edip harcayarak arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir. Ey iman edenler! Allah'a ve âhiret gününe iman etmediği halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isâbet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez." (2/Bakara, 261-263)
“... (Bütün bu miras payları, ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır...” (4/Nisâ, 11)
“Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, müellefe-i kulûba/gönülleri (İslâm’a) ısındıralacak olanlara, (esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyen esir ve) kölelere, (borcuna karşılık malı olmayan) borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, (harçlıksız kalmış) yolcuya mahsustur. Allah alîm ve hakîmdir.” (9/Tevbe, 60)
“Allah’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, elleriniz altında bulunanlara (köle, câriye ve hizmetçilerinize) iyi davranın.” (4/Nisâ, 36)
“... İyilik ve takvâ/(Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezâsı çetindir.” (5/Mâide, 2)
“Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar birbirlerinin velîleri/yardımcıları ve dostlarıdır. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekât verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Çünkü Allah azîzdir, hikmet sahibidir.” (9/Tevbe, 71)
“Kâfir olanların da bir kısmı bir kısmının yardımcılarıdır. Eğer siz onu (Allah’ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesâd olur.” (8/Enfâl, 73)
"Mallarını Allah yolunda harcayanların hali, her başağı yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hali gibidir. Allah dilediği kimseye daha kat kat verir. Allah'ın ihsanı çok geniştir. Her şeyi hakkıyla bilendir." (2/Bakara, 261)
"Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin en helal ve iyisinden Allah yolunda harcayın." (2/Bakara, 267)
"Mallarını gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, işte onların, Rableri katında ecirleri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır." (2/Bakara, 274)
“De ki: ‘Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini azîz kılar, yüceltir; dilideğini de zelîl kılar, alçaltırsın. Her türlü iyilik Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye kadirsin.” (3/Âl-i İmrân, 26)
"Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar birre (Cennete ve iyiliğin en güzeline) eremezsiniz." (3/Âl-i İmran, 92)
"Sarfettiğiniz her hangi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar." (34/Sebe', 39)
"Allah, faizi tüketir (faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahtar ısrar eden hiç kimseyi sevmez." (2/Bakara, 276)
"Allah'ın verdiklerinden cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır." (3/Âl-i İmran, 180)