Hadis-i Şeriflerde Savaş

 

"Bir kimse gazâ (Allah için savaş) yapmadan ve gönlünde gazâ etme arzusu taşımadan ölürse, nifaktan bir şûbe üzere (bir tür nifak üzere) ölür." (Müslim, İmâre 158; Ebû Dâvud, Cihad 1; Nesâî, Cihad 2; Dârimî, Cihad 25; Ahmed bin Hanbel, II/374)

“Kim gazâya çıkmaz veya gazâya çıkan bir mücâhidi techiz etmez ya da cihada çıkan gâzinin âile fertlerine hayırla muâmele etmezse, Allah Teâlâ o kimseyi kıyâmet gününden önce büyük bir belâya uğratır.” (Ebû Dâvud, Cihad 17; İbn Mâce, Cihad 5)

"Harp hiledir (hud’adan/hileden ibârettir)." (Buhârî, Cihad 157, menâkıb 25, İstitâbe 6; Müslim, Cihad 17-19; Ebû Dâvud, Cihad 92, Sünnet 28; Tirmizî, Cihad 5; İbn Mâce, Cihad 28)

"Ben rahmet peygamberiyim, (aynı zamanda da) savaş peygamberiyim."

"Allah'ın adıyla gazâ edin, Allah yolunda gazâ edin, (savaşta) Allah'a küfredeni (Allah'ı inkâr edeni) öldürün; savaşın, ahdinizi bozmayın, ganimet malına hıyânet etmeyin; kulak, burun ve baş kesmeyin; çocukları öldürmeyin." (Tirmizî, Diyât 14, Siyer 47, Fezâilu'l-Kur'an 17; İbn Mâce, Cihad 38)

“Allah yolunda cihad ediniz. Çünkü Allah yolundaki cihad, Cennet kapılarından bir kapıdır ki, Allah onun sebebiyle (mücâhidi) hüzün ve kederden korur.” (Ahmed bin Hanbel, 5/214)

“Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin.” (Ebû Dâvud, Cihad 18; Nesâî, Cihad 1, 2, 48)

"Rasûlullah (s.a.s.) kadınları ve çocukları öldürmekten nehyetti." (Buhârî, Cihad 147; Müslim, Cihad, 25-26; Tirmizî, Siyer 19; İbn Mâce, Cihad 30)

Rasûlullah (s.a.s.) düşmanla karşılaştığı günlerden birinde güneş batıya meyledinceye kadar bekledi. Sonra ashâbın arasında ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: “Ey müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı temennî etmeyin; Allah’tan âfiyet dileyin. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabredin. Bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır.” Sonra, Allah’a şöyle duâ etti: “Ey Kur’an’ı indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allah’ım! Şu düşmanları perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl.” (Buhârî, Cihad 112; Müslim, Cihad 20; Ebû Dâvud, Cihad 89)

Rasûlullah (s.a.s.) gündüzün evvelinde harbe başlamadığı zaman, savaşı güneşin öğleden sonra batı tarafa yöneldiği, rüzgârların esip İlâhî yardımın ineceği vakte kadar ertelerdi. (Ebû Dâvud, Cihad 111; Tirmizî, Siyer 46; Buhârî, Cizye 1)

“Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin. Karşılaştığınız zaman da sabır ve sebat gösterin.” (Buhârî, Cihad 112; Müslim, Cihad 20; Ebû Dâvud, Cihad 89)

Peygamber (s.a.s.)'e bir kimse geldi de: "Bir kısım insanlar, ganîmet malı için savaşır, bazı kimseler de insanlar arasında adının söylenip övülmesi için savaşır, bazıları da (yiğitlikteki) mevkii, derecesi görülsün diye cihad eder. Kimileri de ırkının üstünlüğünü göstermek için veya gazabından dolayı savaşır. Şimdi, Allah yolunda cihad eden kimdir?" diye sordu. Peygamber (s.a.s.) de: "Kim, Allah'ın kelimesi (dini, dâvâsı) daha yüce olsun diye savaşırsa, işte o, Allah yolundadır" buyurdu. (Buhârî, Cihad 15, İlim 45, Humus 10, Tevhid, 28; Müslim, İmâre 149-151; Ebû Dâvud, Cihad 24; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 16; Nesâî, Cihad 21; İbn Mâce, Cihad 13)

“El-bâdî azlemu -Kötülüğe ilk başlayan daha zâlimdir (esas zâlim odur)-.” (Buhârî, İman 17, 28, Salât 28; Müslim, İman 32, 36; Ebû Dâvud, Zekât 1; Nesâî, Zekât 3)

“Düşmanlarınız için elinizden geldiği, gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Dikkat edin! Kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır.” (Müslim, İmâre 167; Ebû Dâvud, Cihad 23; Tirmizî Tefsîru Sûre (8) 5; İbn Mâce, Cihad 19)

“Kim atıcılık öğrenir de sonra onu terkederse Bizden değildir (veya muhakkak isyan etmiştir).” (Müslim, İmâre 169; Ebû Dâvud, Cihad 23; Nesâî, Hayl 8; İbn Mâce, Cihad 19)

“Allah Teâlâ bir ok sebebiyle üç kimseyi cennete koyar: Hayır ve sevap umarak o oku yapan sanatkârı, bu oku Allah yolunda atanı, oku atana yardımcı olanı. Atıcılık ve binicilik öğrenin. Atıcılık öğrenmeniz binicilik öğrenmenizden Bana göre daha sevimlidir. Kim kendisine atıcılık öğretildikten sonra ondan yüzçevirirse, Allah’ın kendisine ihsan ettiği nimete karşı şükrünü terketmiş veya küfrân-ı nimet etmiş olur.” (Ebû Dâvud, Cihad 23; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 11; Nesâî, Hayl 8)

“Kim Allah yolunda bir ok atarsa, onun bu hareketi bir köleyi âzâd etme sevabına denktir.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 11; Ebû Dâvud, Itk 14; Nesâî, Cihad 26; İbn Mâce, Cihad 19)

"Allah'ın ismiyle, Allah ('ın yardımıy)la, Rasûlullah'ın sünneti üzerine gidin. İhtiyarları, çocukları, küçükleri ve kadınları öldürmeyin. Ganîmet malına hıyânet etmeyin, ganîmeti bir araya toplayın, ıslah edin (ifsâd etmeyin; işlerinizi düzeltin) ve iyilik yapın. 'İhsân (iyilik ve güzellik) edin. Şüphesiz Allah iyilik yapanları sever." (Ebû Dâvud, Cihad 82, hadis no: 2614) 

"Bir kavim, zayıf ve yoksuldular, kuvvette ve sayıda güçlü olanlar onlarla savaştı. Allah Teâlâ, o zayıfları onlara gâlip kıldı. Onlar da düşmanlarına (kötülük) kastederek onları (büyük zorluklarda) kullandılar ve onlara musallat oldular. Böyle Allah Teâlâ'ya kavuşacakları güne kadar Allah'ı kendilerine gazap ettirdiler/kızdırdılar." (Ahmed bin Hanbel, V/407)

“Allah Teâlâ, kendi yolunda cihada çıkan kimseye, ‘onu sadece Benim yolumda cihad, Bana iman, Benim rasullerimi tasdik yola çıkarmıştır’ buyurarak kefil olur. Allah, o kimseyi şehid olursa cennete koymaya, gâzi olursa mânevî ecre ve dünyalık ganimete kavuşmuş olarak evine döndürmeye kefil olmuştur. Muhammed’in canını kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda açılan bir yara, kıyâmet gününde açıldığı gündeki şekliyle gelir: Rengi kan rengi, kokusu misk kokusudur. Muhammed’in canını kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, eğer müslümanlara zor gelmeseydi, Allah yolunda cihada çıkan hiçbir seriyyenin arkasında asla oturup kalmazdım. Fakat maddî güç bulamıyorum ki onları sevkedeyim; onlar kendileri de bu gücü bulamıyorlar. Benden ayrılıp geride kalmak ise onlara zor geliyor. Muhammed’in canını elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda cihad edip öldürülmeyi, sonra cihad edip yine öldürülmeyi, sonra tekrar cihad edip tekrar öldürülmeyi çok arzu ederdim.” (Müslim, İmâre 103; Buhârî, Cihad 7 (Hadisin bir bölümü); Nesâî, İman 24)

“Allah yolunda yaralanan bir kimse, kıyâmet gününde yarasından kan akarak Allah’ın huzuruna gelir. Renk, kan rengi; koku ise misk kokusudur.” (Buhârî, Cihad 10, Zebâih 31; Müslim, İmâre 105; Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 21; Nesâî, Cihad 27)

“Müslümanlardan bir şahıs, deve sağılacak kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse, cennet onun hakkı olur. Allah yolunda yaralanan veya bir sıkıntıya düşen kimse, kıyâmet gününde yaralandığı gün gibi kanlar içinde Allah’ın huzuruna gelir. Kanının rengi zâferân gibi kıpkırmızı, kokusu da misk kokusu gibidir.” (Ebû Dâvud, Cihad 40; Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 21; Nesâî, Cihad 25)

“Cennet kapıları, şüphesiz kılıçların gölgeleri altındadır.” Rasûlullah’ın bu sözünü duyan bir mücâhid, kılıcının kınını kırıp attı. Sonra elinde kılıcıyla düşmanın üzerine yürüdü ve ölünceye kadar düşmanla savaştı. (Müslim, İmâre 146; Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 23)

“Kim Allah’ın adını, hükmünü yüceltmek, her şeyin üstüne çıkarmak için savaşırsa, o Allah yolundadır.” (Buhârî, İlim 45, Cihad 15; Müslim, İmâre 149-150, hadis no: 1904; İbn Mâce, Cihad 13, hadis no: 2783; Ahmed bin Hanbel, 4/392, 397, 402, 405, 417)

“İçinden samimi şekilde Allah yolunda cihad etmeyi temenni eden kimse, sonra ölse de, öldürülse de şehid sevabı kazanır.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 21; Ebû Dâvud, Cihad 42; Nesâî, Cihad 25)

“Gerçek mücâhid, nefsiyle cihad edendir.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 2, hadis no: 1621)

“Allah Teâlâ’dan bütün kalbiyle şehidlik dileyen bir kimse, yatağında ölse bile, Allah onu şehidlik mertebesine ulaştırır.” (Müslim, İmâre 157; Nesâî, Cihad 36; İbn Mâce, Cihad 15)

“Şehidliği gönülden arzu eden bir kimse, şehid olmasa bile sevabına nâil olur.” (Müslim, İmâre 156)

Tepeden tırnağa silâhlı bir adam Nebî (s.a.s.)’ye geldi ve: “Yâ Rasûlallah! Sizinle birlikte önce savaşa mı katılayım, yoksa müslüman mı olayım?” dedi. Rasûl-i Ekrem: “Önce müslüman ol, sonra savaş” buyurdu. Bunun üzerine adam müslüman oldu, sonra savaştı ve neticede şehid oldu. Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu ki: “Az çalıştı, çok kazandı.” (Buhârî, Cihad 13; Müslim, İmâre 144)

“Cihada çıkan bir birlik veya seriyye savaşır, ganimet alır ve ölümden kurtulursa, ecirlerinin üçte ikisini önceden peşinen almış olurlar. Bir birlik veya seriyye cihada çıkar, ganîmet elde edemez, şehid olur veya yaralı dönerlerse onların ecirleri âhirette tam olarak verilir.” (Müslim, İmâre 154; Ebû Dâvud, Cihad 12; Nesâî, Cihad 15; İbn Mâce, Cihad 13)

Sahâbeden bir adam: “Yâ Rasûlallah! Seyahate çıkmam için bana izin ver” dedi. Bunun üzerine Nebî (s.a.s.): “Şüphesiz ki ümmetimin seyahati Aziz ve Celil olan Allah yolunda cihada çıkmaktır” buyurdu. (Ebû Dâvud, Cihad 6)          

İmran'ın babası Eslem (r.a.)'den rivâyet edilmiştir: O dedi ki: "Biz (orayı feth etme kastıyla, savaş için) Kostantîniyye'de (İstanbul'da) bulunuyorduk. Mısır ehlinin başında, Ukbe İbn Âmir, Şam ehlinin başında da Fudâle İbn Ubeyd bulunuyordu. Rumlardan büyük bir saf, karşımıza çıkınca, biz de onlara karşı saf tuttuk. O anda müslümanlardan bir kişi, onlara açıkça hamlede bulunarak aralarına daldı, o zaman insanlar, bu zat hakkında: "Sübhânallah! Kendini tehlikeye atıyor" diye bağırdılar. Bunun üzerine Ebû Eyyub el-Ensârî kalkarak: "Ey insanlar! Siz bu âyeti, yani "Kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın" (2/Bakara, 195) âyetini böyle te'vil ediyorsunuz ama, aslında bu âyet, biz Ensâr cemaati hakkında nâzil olmuştur. Şöyle ki: Allah Teâlâ, dinini aziz edip İslâm'ın yardımcıları çoğalınca; Rasûlullah (s.a.s.)'ın haberi olmadan biz kendi aramızda: "Aile fertlerimizi ve mallarımızı terk ederek bu İslâm dininin yücelmesi için bu zamana kadar çalıştık; tâ ki İslâm yayıldı, Allah Teâlâ, Peygamberine yardım etti, şimdi ailemize ve mallarımıza dönüp onların arasında bulunarak zâyi olan şeylerimizi düzeltsek!" dedik. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Peygamberine bu âyeti inzâl buyurarak bizim sözlerimizi reddetti. O halde, âyette geçen "tehlike"den maksadın, "cihadı bırakıp mallarımızla uğraşmamız" olduğu meydana çıktı." (Tirmizî, Tefsîr-i Sûre 2/19; Ebû Dâvud, Cihad 22)

"Kim Allah yolunda (cihad için) bir şey infak edip harcarsa, ona (verdiğinin) yedi yüz misli (ecir/sevap) verilir." (Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 4, hadis no: 1625; Nesâî, Cihad 45)

“Bir kul Allah yolunda (cihadda iken) bir gün oruç tutarsa, bu oruç sebebiyle Cenâb-ı Hak onun yüzünü yetmiş senelik mesâfeden cehennem ateşinden uzaklaştırır.” (Buhârî, Cihad 36; Müslim, Sıyâm 167-168; Ebû Dâvud, Cenâiz 3; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 3; Nesâî, Sıyâm 44; İbn Mâce, Sıyâm 34)

“Bir kimse Allah yolunda (cihadda iken) bir gün oruç tutarsa, Cenâb-ı Hak onunla cehennem arasında yerle gök genişliğinde bir hendek açar.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 3)

Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle dedi: “Rasûlullah (s.a.s.)’ın ashâbından bir kişi, içinde tatlı su gözesi bulunan bir dağ yolundan geçmişti. Burası çok hoşuna gitti ve: ‘Keşke insanlardan ayrılıp şu dağ kısığında otursam. Ama Rasûlullah (s.a.s.)’dan izin almadan bunu asla yapmam’ dedi. Sonra arzusunu Rasûlullah’a anlattı. Peygamberimiz: “Böyle bir şey yapma. Çünkü sizden birinizin Allah yolunda çalışıp gayret sarfetmesi, evinde oturup yetmiş sene namaz kılmasından daha fazîletlidir. Allah’ın sizi bağışlamasını ve cennete koymasını istemez misiniz? O halde Allah yolunda cihada çıkınız. Kim devenin sağılacağı kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse, mutlaka cennete girer.” buyurdu.” (Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 17)

Rasûlullah (s.a.s.)’a: “Yâ Rasûlallah! Allah yolunda cihada denk hangi iş vardır?” denildi. “Ona denk bir iş bulamazsınız” buyurdu. İki veya üç defa aynı soruyu tekrarladılar; Rasûlullah (s.a.s.) her defasında “Ona denk bir iş bulamazsınız” cevabını tekrarladı. Daha sonra şöyle buyurdu: “Allah yolunda cihad eden kimsenin benzeri, gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılan, Allah’ın âyetlerine hakkıyla itaat eden ve Allah yolunda cihad eden kimse, cepheden dönünceye kadar, namaza ve oruca hiçbir şekilde ara vermeyen kimsenin benzeridir.” (Buhârî, Cihad 1; Müslim, İmâre 110; Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 1; Nesâî, Cihad 17) (Buhârî’nin rivâyeti şöyledir: Bu soru üzerine Rasûl-i Ekrem: “Cihada denk olacak bir iş bulamıyorum ki! Allah yolunda cihad eden kimse yola çıktığında, sen de mescidine girip hiç ara vermeden namaz kılmaya, hiç iftar etmeden oruç tutmaya güç yetirebilir misin?” Soruyu soran kişi: ‘Buna kim güç yetirebilir ki?!” dedi. -Buhârî, Cihad 1-)   

“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehid, gördüğü aşırı itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehid olmayı ister.” (Buhârî, Cihad 21; Müslim, İmâre 109; Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 13, 25)

“Şehidin kul borcu dışındaki bütün günahlarını Allah bağışlar.” (Müslim, İmâre 119)

“Bu gece rüyamda iki adam gördüm. Yanıma gelip beni bir ağaca çıkardılar; sonra da bir eve götürdüler. O ev, şimdiye kadar benzerini görmediğim güzellik ve değerde idi. Sonra o iki kişi bana: ‘Bu eşsiz ev, şehidler sarayıdır’ dedi.” (Buhârî, Cihad 4, Cenâiz 93)

“Sizden biriniz karıncanın ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehid olan kimse de ölümden ancak o kadar acı duyar.” (Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 26; Nesâî, Cihad 35; İbn Mâce, Cihad 16)

Abdullah bin Amr ibn  Harâm el-Ensârî, Uhud şehidlerindendir. Oğlu Câbir şöyle diyor: Babam öldürüldüğü zaman ağlamaya başladım, yüzündeki örtüyü açıp açıp ağlıyordum. Rasûlullah'ın ashâbı beni bırakmak istemiyorlar, fakat Rasûlullah bana engel olmuyordu. Sonra buyurdu ki: "Ağlasan da, ağlamasan da fark etmezdi. O (baban) kaldırılıp defn olununcaya kadar melekler kanatlarıyla ona gölge yapıyorlardı." (Buhârî, Cenâiz 34, Cihad 2; Müslim, Fezâil 26, hadis 129, 130)

Câbir İbn Abdullah (r.a.) şöyle dedi: “Babamın müsle yapılmış cesedi getirilip Nebî (s.a.s.)’nin önüne konuldu. Yüzünü açmak üzere gittim, fakat oradaki topluluk bana engel oldu. Bunun üzerine Nebî (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Melekler ara vermeksizin onu kanatlarıyla gölgeliyorlar.” (Buhârî, Cenâiz 3, 35, Cihad 20, Meğâzi, 26; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 129-130; Nesâî, Cenâiz 12, 13)

"Kardeşleriniz Uhud'da vurulunca Allah, onların ruhlarını yeşil kuşların içine (şekline) koydu. Cennetin ırmaklarına gelir, meyvelerinden yer, Arşın gölgesindeki altın kandillere gelip konarlar. Yediklerinin ve içtiklerinin güzelliğini görünce; 'Keşke kardeşlerimiz, Allah'ın bize ne yaptığını (ne ikramlarda bulunduğunu) bilseler de savaştan geri kalmasalar!' dediler. Yüce Allah: 'Ben sizin bu arzunuzu onlara duyururum' buyurdu ve bu âyetleri (3/Âl-i İmrân, 169-171) indirdi." (Ebû Dâvud, Cihad, bâb fî Fadli'ş-şehâdeh)     

Enes (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, Ümmü Hârise İbn Sürâka diye bilinen Ümmü Rübeyyi’ binti Berâ, Nebî (s.a.s.)’e geldi ve: “Yâ Rasûlallah! Bana Hârise’den haber verir misiniz? Eğer cennette ise sabredeceğim; böyle değilse ona ağlamaya çalışacağım” dedi. Hârise, Bedir savaşında şehid olmuştu. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Ey Ümmü Hârise! Şüphesiz cennetin içinde cennetler vardır; senin oğlun bunların en yücesi olan Firdevs cennetindedir.” (Buhârî, Cihad 14, Meğâzi 9, Rikak 51; Tirmizî, Tefsiru sûre 23)                         

“İki duâ reddolunmaz veya pek nâdir reddolunur. Bunlar; ezan okunurken yapılan duâ ile savaş ânında düşmanla boğaz boğaza gelindiği sırada yapılan duâdır.” (Ebû Dâvud, Cihad 39)       

Ebû Katâde (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.) ashâb arasında ayağa kalktı ve “Allah yolunda cihad ve Allah’a iman etmek, amellerin en fazîletlisidir” diye hatırlattı. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp: “Yâ Rasûlallah! Şayet Allah yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma keffâret olur mu?” diye sordu. Rasûlallah (s.a.s.) ona: “Evet, şayet sen sabrederek ecrini de sadece Allah’tan bekleyerek cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur” buyurdu. Sonra Rasûlullah (s.a.s.): “Nasıl demiştin?” diye sordu. Adam: “Şayet ben Allah yolunda öldürülürsem günahlarıma keffâret olur mu?” diye sözünü tekrarladı. Rasûlullah (s.a.s.) ona: “Evet, şayet sen sabrederek ecrini sadece Allah’tan bekleyerek cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur. Ancak, borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi” buyurdu. (Müslim, İmâre 117; Tirmizî, Cihad 32)

Câbir (r.a.)’dan: Bir adam: “Yâ Rasûlallah! Eğer Allah yolunda öldürülürsem ben nerede olacağım?” dedi. Rasûl-i Ekrem: “Cennette!” diye cevap verdi. Bunun üzerine adam elinde bulunan hurmaları attı, sonra düşmanla savaştı ve neticede şehid düştü. (Müslim, İmâre, 143; Buhârî, Meğâzî, 17; nesâî, Cihad 31)

Enes (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.s.) ile ashâbı yola çıktı ve müşriklerden önce Bedir’e vardılar. Müşrikler de geldiler. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Sizden hiçbiriniz, ben başında olmadıkça herhangi bir şey yapmasın!” Sonra müşrikler yaklaştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): “Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete girmek üzere ayağa kalkınız!” buyurdu. Enes der ki: Ensar’dan Umeyr İbn Hümâm (r.a.): “Yâ Rasûlallah! Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennet mi?” diye sordu. Peygamberimiz: “Evet” dedi. Umeyr: “Ne iyi, ne âlâ!” dedi. Rasûlullah (s.a.s.): “Niye öyle söyledin?” diye sordu. Umeyr: “Allah’a yemin ederim ki yâ Rasûlallah, cennet ehlinden olmayı istediğim için öyle söyledim, başka maksadım yok” dedi. Rasûl-i Ekrem: “Şüphesiz sen cennetliksin!” buyurdu. Umeyr, bu söz üzerine torbasından birkaç hurma çıkartıp onları yemeye başladı. Sonra: “Eğer şu hurmalarımı yiyinceye kadar yaşarsam, bu gerçekten uzun bir hayattır” diyerek elindeki hurmaları attı; sonra şehid oluncaya kadar müşriklerle savaştı. (Müslim, İmâre 145; Ahmed bin Hanbel, Müsned 3/137)

Enes (r.a.) dedi ki: Birtakım kimseler Peygamber (s.a.s.)’e gelerek, “bize Kur’an’ı ve Sünneti öğretecek insanlar gönderseniz” dediler. Rasûl-i Ekrem, içlerinde dayım Harâm’ın da bulunduğu, ensârdan kendilerine kurrâ denilen yetmiş kişiyi onlara gönderdi. Bunlar Kur’an okuyor, geceleri onu aralarında müzâkere edip öğreniyorlardı. Gündüzleri ise su getirip mescide koyuyorlar, odun toplayıp onu satıyor, bedeliyle de Suffe ehline ve fakirlere yiyecek satın alıyorlardı. İşte Nebî (s.a.s.) onlara bu kişileri göndermişti. Fakat gidecekleri yere varmadan önlerine çıktılar ve onları öldürdüler. Onlar (öldürülmeden önce): “Allah’ım! Bizim haberimizi Peygamberimiz’e ulaştır. Bizler Sana kavuştuk ve Senden râzı olduk; Sen de bizden râzı oldun” dediler. Bir adam, yaklaşıp Enes’in dayısı Harâm’a mızrağını sapladı, hatta vücudunun bir tarafından öbür tarafına geçirdi. Bunun üzerine Harâm: “Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, cenneti kazandım gitti” dedi. Bu olay üzerine Rasûlullah (s.a.s.): “Şüphesiz ki din kardeşleriniz öldürüldüler. Onlar hem de şöyle dediler: ‘Allah’ım! Bizim haberimizi Peygamberimiz’e ulaştır. Bizler Sana kavuştuk ve Senden râzı olduk; Sen de bizden râzı oldun!” buyurdu. (Buhârî, Cihad 9, Meğâzî 28; Müslim, İmâre 147)

Enes (r.a.) şöyle dedi: Amcam Enes İbn Nadr (r.a.) Bedir savaşına katılmamıştı. Bu ona çok ağır geldi. Bu sebeple: “Yâ Rasûlallah! Müşriklerle yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allah Teâlâ müşriklerle yapılacak bir savaşta beni bulundurursa, neler yapacağımı muhakkak Allah görür” dedi. Uhud savaşında müslüman safları dağılınca, Enes İbn Nadr arkadaşlarını kastederek, “Rabbim, bunların yaptıklarından dolayı özür beyan ederim” dedi. Müşrikleri kastederek de, “bunların yaptıklarından da uzak olduğumu arzederim” deyip ilerledi. Derken Sa’d İbn Muâz ile karşılaştı ve “Ey Sa’d İbn Muâz! İşte cennet. Nadr’ın Rabine yemin ederim ki, Uhud’un yakınlarından ben onun kokusunu alıyorum” dedi. Sa’d (bu olayı anlatırken): “Ben onun yaptığını yapmaya güç yetiremedim, yâ Rasûlallah!” dedi. Hadisin râvîsi Enes, amcasıyla ilgili olayı şöyle anlatır: Amcamı şehid edilmiş olarak bulduk. Vücudunda seksenden fazla kılıç darbesi, mızrak yarası ve ok izi vardı. Müşrikler ona müsle yapmış, uzuvlarını kesmişlerdi. Bu sebeple onu hiç kimse tanıyamadı. Sadece kız kardeşi parmak uçlarından tanıyabildi. Enes, “biz şu âyetin amcam ve onun gibiler hakkında inmiş olduğu görüşündeyiz” dedi: “Mü’minler içinde öyle yiğit erkekler vardır ki, Allah’a verdikleri sözlerinde durdular. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpışıp şehid oldu), kimi de sırasını bekliyor. Bunlar, sözlerini asla değiştirmemişlerdir.” (33/Ahzâb, 23)

Rasûlullah (s.a.s.)’a bir adam geldi ve: “Yâ Rasûlallah! Bir kişi gelip malımı almak isterse ne yapayım?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem: “Ona malını verme!” buyurdu. “Benimle savaşmaya kalkarsa ne dersin?” diye sordu. “Sen de onunla savaş!” cevabını verdi. “Adam beni öldürürse?” dedi. Peygamberimiz (s.a.s.): “Sen şehid olursun” buyurdu. “Peki ben adamı öldürürsem?” deyince, Efendimiz: “O cehennemdedir” buyurdu. (Müslim, İman 225)                  

“Cennette yüz derece vardır ki, Allah onları, kendi yolunda cihad edenlere hazırlamıştır. Her derece arasında gökle yer arası kadar mesâfe bulunmaktadır.” (Buhârî, Cihad 4, Tevhid 22; Nesâî, Cihad 18)

“Allah yolunda (cihad için) ayakları tozlanan kula cehennem ateşi dokunmaz.” (Buhârî, Cihad 16; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 7; Nesâî, Cihad 9)

“Allah korkusundan ağlayan bir kimse, sağılan süt tekrar memeye girmedikçe cehenneme girmez. Allah yolundaki cihadın tozu ile cehennem dumanı bir kulun üzerinde birleşmez.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 8, Zühd 8; Nesâî, Cihad 8)

“İki göze cehennem ateşi dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz ve Allah yolunda nöbet bekleyerek geceleyen göz.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 12)

“Kim Allah yolunda cihada gidecek bir gâziyi donatır, cihad için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa, bizzat cihada gitmiş gibi sevap kazanır. Cihada giden gâzinin arkada bıraktığı âilesine güzelce bakıp onların ihtiyaçlarını karşılayan da bizzat cihad yapmış gibi sevap kazanır.” (Buhârî, Cihad 38; Müslim, İmâre 135-136; Ebû Dâvud, Cihad 20; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 6; Nesâî, Cihad 44)

“Kim Allah’a gerçekten iman ederek ve vaadine gönülden bağlanarak O’nun yolunda cihad etmek için at beslerse, o atın yediği, içtiği, gübresi ve bevli kıyâmet gününde o kimsenin sevapları arasında olacaktır.” (Buhârî, Cihad 45; Nesâî, Hayl 11)   

Ebû Zer (r.a.) şöyle dedi: “Yâ Rasûlallah! Hangi amel daha fazîletlidir?’ diye sordum. “Allah’a iman ve Allah yolunda cihaddır” buyurdular.” (Buhârî, Itk 2; Keffârât 6; Müslim, İman 136; İbn Mâce, Itk 4)

Rasûlullah (s.a.s.)’e “Hangi amel daha fazîletlidir?” diye soruldu. “Allah’a ve Rasûlüne iman etmek” buyurdu. “Sonra hangisi?” denildi. “Allah yolunda cihad etmek” karşılığını verdi. “Bundan sonra hangisi?” denilince: “Allah katında makbul olan hactır” buyurdular. (Buhârî, İman 18, Hac 4, Tevhid 47; Müslim, İman 135; Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 22; Nesâî, Hac 4, Cihad 17)

Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)’e gelerek: “İnsanların hangisi daha üstündür?” diye sordu. Peygamberimiz: “Allah yolunda canıyla ve malıyla cihad eden kimse” buyurdu. Adam: “Sonra kimdir?” diye sordu. Efendimiz: “Bir vâdiye çekilip Allah’a ibâdet eden ve insanları şerrinden uzak tutan kimse” buyurdu.  (Buhârî, Cihad 2, Rikak 34; Müslim, İmâre 122-123, 127; Ebû Dâvud, Cihad 5; Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 24; Nesâî, Cihad 7, Zekât 74; İbn Mâce, Fiten 13) 

“Allah yolunda bir gün hudut nöbeti tutmak (ribât) dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Sizden birinizin kamçısının cennetteki yeri, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Kulun Allah Teâlâ’nın yolunda akşamleyin veya sabah erken vakitteki yürüyüşü de dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Cihad 6, Bed’ü’l-Halk 8, Rikak 2; Müslim, İmâre 113-114; Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 17, 25, Tefsîru Sûre (3) 22; İbn Mâce, Zühd 39)

“Bir gün ve bir gece ribât (düşman karşısında cihad halinde durma; hudut nöbeti tutmak), gündüzü oruçlu gecesi ibâdetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şâyet kişi bu nöbet esnâsında vazife başında ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevâbı kıyâmete kadar devam eder, şehid olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde olur.” (Müslim, İmâre 163; Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 2; Nesâî, Cihad 39; İbn Mâce, Cihad 7)

“Hudutta Allah yolunda nöbet tutanlar (murâbıtlar) dışında ölenin ameli sona erdirilir. Hudutta nöbet tutarken ölenin yaptığı işlerin sevâbı kıyâmet gününe kadar artarak devam eder, kabirdeki imtihanda da güvenlik içinde olur.” (Ebû Dâvud, Cihad 15; Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 2)

“Allah yolunda ribât (düşman karşısında cihad halinde durmak; hudutta bir gün nöbet tutmak) başka yerlerde bin gün nöbet tutmaktan daha hayırlıdır.” (Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 26; Nesâî, Cihad 39)         

“Allah yolunda (cihad için) yapılan bir sabah ve akşam yürüyüşü, hiç şüphesiz dünyadan ve dünya varlıklarından daha hayırlıdır.” (Buhârî, Cihad 5, Rikak 2; Müslim, İmâre 112-115; Tirmizî, Fezâilu’l-Cihad 17, 26; Nesâî, Cihad 11, 12)