Allah'ın bazı peygamberlere kitaplar indirdiğine, bunların hepsinin doğru ve gerçek olduğuna inanmak. Amentü olarak bilinen iman esaslarından birisidir. İman konusu olan kitaplara Allah tarafından indirilmiş kitaplar anlamında Kütüb-i ilahiye, Kütüb-i Münezzele, Kütüb-i Semâviye denir. İlahi kitaplar Allah'ın peygamberlerine gönderdiği vahiyler toplamından oluşur. Her topluma peygamber ve uyarıcı gönderildiğine[1] ve bunlarla birlikte kitaplar indirildiğinde[2] göre çok sayıda kitap indirilmiş olduğu söylenebilir. Ne var ki, bunlar Kur'an'da ayrı ayrı anılmaz. Anılanlar yalnız Hz. İbrahim (a.s) ve Musa (a.s)'a indirilen Suhuf'la Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'ân'dır. Güvenilirliği tartışmalı bir hadiste ise toplam yüz sahife indirildiği, bunlardan ellisinin Şit (a.s)'a, otuzunun İdris (a.s)'a, onunun İbrahim (a.s)'a ve onunun da Musa (a.s)'a (onunun Adem (a.s)'a indirildiği de söylenir), indirildiği belirtilir.[3] Kitaplardan Tevrat Musa (a.s)'a, Zebur Davud (a.s)'a, İncil İsa (a.s)'a ve Kur'an da Hz. Muhammed (s.a.s)'e indirilmiştir.
Kur'an kitaplara inanmanın gerekliliğini çok değişik biçimlerde ortaya koyar. Bu konuya ilişkin âyetlerden bir bölümü kitaplara inanmayı buyruk halinde ifade eder:
"Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlar(ın)a indirilene, Musa ve İsa'ya verilene ve (diğer) peygamberlere Rabb'leri tarafından verilene inandık, onlar arasında bir ayrım yapmayız, biz Allah'a teslim olanlarız deyin." (el-Bakara: 2/136)
"Ey iman edenler, Allah'a, elçisine indirdiği Kitap'a ve daha õnce indirmiş bulunduğu Kitap'a inanın." (en-Nisâ: 4/136)
Bazı âyetlerde kitaplara iman, mü'minlerin nitelikleri arasında sayılır:
"(Mü'minler) sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar, ahirete de kesinlikle iman ederler." (el-Bakara: 2/4)
Peygamber de diğer mü'minler gibi kitaplara inanmak zorundadır:
"Elçi, Rabb'inden kendisine gelene inandı, mü'minler de. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandı." (el-Bakara: 2/285)
Bazı âyetler de kitaplara inanmamanın küfür ve sapıklık olduğunu belirterek imanın gerekliliğini dile getirir:
"Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse o uzak bir sapıklığa düşmüştür." (en-Nisa: 4/136)
Kitaplara inanmak Allah'a, meleklerine ve peygamberlerine inanmanın bir gereğidir. Allah insanlara doğru yolu göstermek üzere, içlerinden seçtiği peygamberler aracılığı ile kitaplar gönderir. Kitaplar, melek aracılığı ile gelen vahiyler toplamıdır. Allah'a inanmakla birlikte meleklere, vahiy olayına inanmayan, peygamberlik kurumuna karşı çıkan kişi, İslâm'ın öngördüğü inanç bütünlüğünden uzak düşmüş olur. Kitaplar yeryüzünde halife olarak yaratılan insana verilen emanetin, başka bir deyişle yeryüzünde Allah'ın egemenliği ilkesi üzerine kurulu ilahi düzenin gerçekleştirilmesi gõrevinin yerine nasıl getirileceğini gösteren, talimatlar, emir ve yasaklar toplamıdır. Bunlar insan hayatını en mükemmel biçimde düzenleyecek inanç esaslarını, ibadet biçimlerini, yapılması ya da yapılmaması gereken davranış ve eylemleri, güzel ahlâk ilkelerini, siyasal ve toplumsal hayat düzenleyecek temel ilke ve kuralları ihtiva eder. Bu nedenle kitaplara inanmak, insanın inanç ve düşünce dünyasını, bireysel ve toplumsal hayatını Kitap'ın öngõrdüğü biçimde yönlendirme ve düzenlemeyi kabul etmek anlamına gelir.
Adı ne olursa olsun, nasıl nitelenirse nitelensin, bütün ilâhî kitaplar Allah kelamıdır. Kaynakları ve taşıdıkları mesaj açısından aralarında bir fark yoktur. Hepsi gerçektir ve gerçeği bildirir. Temiz yaratılmış melekler aracılığı ile indirilir, Allah'ın koruması altında oldukları için şeytânın ya da başka bir varlığın müdahalesinden uzaktır. Hepsi Allah'ın birliğini, yalnız O'na kulluk edilmesi gereğini bildirir:
"Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona "Benden başka ilah yoktur, bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım." (el-Enbiya: 21/25)
"Andolsun biz her ümmet içinde Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının diye bir elçi gõnderdik..." (en-Nahl: 16/36)
"O size dinden Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi şeriat yaptı. Şöyle ki, dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin." (eş-Şûra: 42/13)
Ancak indirildikleri topluma göre dilleri ile zaman ve toplum şartlarının gerektirdiği kimi kural ve yöntemler değişir:
"Biz her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın." (İbrahim: 14/4)
"Sizden her biriniz için bir şerîat ve yol belirledik." (el-Maide: 5/48)
Kur'an'ın andığı suhuflar günümüze ulaşmadı. Tevrat, Zebur ve İncil ise ancak tahrif edilmiş biçimde varlığını koruyabilmiştir. Kitab-ı Mukaddes adı altında birleştirilen bu kitaplardan Tevrat Ahd-i Atik; İncil Ahd-i Cedid olarak anlamakta, Zebur ise Mezmurlar adıyla Ahd-i Atik içinde yer almaktadır. Kur'an, önceki kitapların muhatablarınca nasıl tahrif edildiğine kısaca değinir
"Oysa onlardan bir grup vardı ki Allah'ın sözünü işitirlerdi de düşünüp akıl erdirdikten sonra. bile bile onu değiştirirlerdi... Vay haline o kimselerin ki Kitab'ı elleriyle, yazıp az bir paraya satmak için "Bu Allah'tandır" derler! Ellerinin yazdığından ötürü vay haline onların. Kazandıklarından ötürü vay haline onların." (el-Bakara: 2/75-79)
Buna karşılık Kur'an bozulmaktan, değiştirilmekten korunmuş, vahyin tek ve gerçek ifadesidir. Bu özelliğiyle önceki kitapları içermekte, tahrif edilmiş biçimlerinde bulunan yanlışları düzeltmekte, eksik yanlarını tamamlamakta, eklemeleri iptal etmektedir.
Kitaplara iman, Kur'an'la birlikte eldeki muharref Tevrat, Zebur ve İncil'de de gerçekliğini, doğruluğunu kabul anlamına gelmez. Mü'min onların asıllarının Allah kelâmı olduğunu kabul etmekle yükümlü olduğu kadar, elde bulunan biçimlerinin bozulmuş olduğunu da kabul etmekle yükümlüdür. Bu nedenle Tevrat ya da İncil'den gelen bir bilgiyle karşılaşan mü'min, bu bilginin doğru ya da yanlış olduğunu söylemeden önce Kur'an'a başvurmak zorundadır. Bilginin Kur'an'la çelişmemesi, Kur'an'ın öngördüğü ilke ve kurallarla çakışmaması durumunda bilginin doğru olduğunun kabul edilmesinde bir sakınca yoktur. Ancak Kur'an'a ters düşen bir bilginin kabul edilmesi, Allah'tan gelen bir bilgi biçiminde değerlendirilmesi söz konusu edilemez. Öyleyse kitaplara iman, temelde Allah'ın gönderdiği vahye, vahyin peygamberler boyunca sürdüğüne ve en son ve mükemmel biçimde Kur'an'la noktalandığına inanmayı ifade eder.[4]
“O takva sahipleri ki, onlar sana indirilene de, senden önce indirilene de iman ettiler.” (Bakara: 2/4)
İman esaslarından biri de Kur’an’a ve Kur’an’dan önceki kitap ve suhuflara (küçük kitaplara) inanmaktır. O kitaplar ki Allah tarafından Rasüllerine gönderilmiş ve Rasüller de hiç bir kapalılık bırakmadan o kitaplardaki hükümleri insanlara tebliğ etmişlerdir. Bu kitaplarda Allah insanlara emirlerini, yasaklarını, mükafatını ve azabını açıklamıştır. Müslümanlar Allah’ın indirdiği kitaba göre hayatlarını düzenler.
Biz müslümanlar, peygamberlere gönderilen kitapların hepsine inanırız. Ancak, Kur’an-ı Kerim haricindeki kitaplar sonradan insanlar tarafından bozulmaya uğramışlardır. Bu sebeple biz onların bozulmuş haline değil bozulmamış haline inanıyoruz.
Mü’minlerin Kur’an’a ve önceki kitaplara inanması, Hz. Adem’den kıyamete kadar insanların tek bir dini, tek bir Rabbi olduğunu ispatlıyor. Onun için de bu inanç büyük bir değer taşır. Bu akide, mü’minlerin ruhlarından kötü taassubu kökünden söküp attığı için büyük öneme sahiptir. Bu akide sahibi her mü’min, hak olan geçmiş bütün din ve peygamberlere inanır.
Bu inanca sahip olan insanlar, peygamberden peygambere intikal eden tek dini (İslam’ı) bulmuş olurlar. Böylece sağlam bir akideye sahip olduktan sonra Kur’an’a uymaları ve onu pratik hayatlarında yaşamaları kaçınılmaz bir görevdir. Çünkü hayat tarzını ancak Kur’an tesbit eder. Kur’an’ın dışındaki bütün hayat modelleri yanlıştır ve sapıklıktır. Eğer Kur’an ölçüsüne göre değil de, insanların akıllarına göre hayat modelleri tesbit edilmeye çalışılırsa, o zaman ne kadar insan kafası varsa o kadar da hayat modeli ortaya çıkar. Bu modellerin hiçbiri vahye dayanmadığı gibi, aynı zamanda her biri değersizdir. Mü’minin hayat modeli, onu yaratan Allah tarafından çizilmiştir. Mü’min ondan başkasını kabullenemez. Bu gerçeği Allahü Teala şöyle ifade ediyor:
“Kim islam’dan başka bir din (yol) ararsa, o istediği din kendisinden kabul olunmayacaktır. Ve o, ahirette de ebedi zarar çekenlerdendir.” (Al-i İmran: 3/85)
Mü’minler bilmelidir ki, İslam dille söylenen laflardan ibaret olmadığı gibi, sadece kalple tasdik edilen bir inanç da değildir. İslam, Allah’ın dinine teslimiyet demektir. Bu teslimiyet pratik hayatta bizzat görülmelidir. Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi, mü’minin dini sadece İslam’dır; İslam’ın ana kaynağı da Kur’an’dır.
Kur’an-ı Kerim, kendinden önceki kitapları tasdik eder, fakat onlarla amel etmeyi emretmez. Kur’an geldikten sonra artık önceki kitapların hükmü tamamen neshedilmiştir (kaldırılmıştır).
Allah Teala hiç bir insanı tebliğsiz bırakmamıştır. Her topluma kendi dinini bildirmiştir. Beşer hayatını peygamberlerine gönderdiği kitaplarla tanzim etmiştir. Her topluma itikad, şeriat, ahlak ve edeplerini gösteren hak kitaplar göndermiştir.
Tarih boyunca kimileri bu kitapları alıp kabul etmişler, kimileri de reddetmişlerdir. Kimileri ise alıp kendilerine göre değiştirmişlerdir. Bugün yahudilerde bulunan Tevrat ve hıristiyanlarda bulunan İncil tamamen değişikliğe uğratılmıştır. Bir çok kısımlar çıkartılmış, bir çok kısımlar da ilave edilmiştir. Dolayısıyla önceki ilahi kitapların aslı kalmamıştır. Allah Teala da onları neshetmiştir. Öyleyse bu kitaplara tabi olan hiç kimse hak yolda (İslam’da) değildir. Hatta bir defasında Hz. Ömer’in elinde Tevrat sayfalarını gören Rasülullah (s.a.v.) : “Ey Ömer, vallahi Hz. Musa da aramızda olsaydı bana uymaktan başka bir şey yapmazdı.” diyerek onun elindeki Tevrat sayfalarını yok etmesini buyurmuştur.
Öyleyse Mü’min de Kur’an’dan başka hiç bir kaynağa bağlanamaz. Çünkü, Kur’an geldikten sonra -ister değiştirilsinler, ister değiştirilmesinler- hiç birine uyulmaz. Onların hükmü kalmayıp nesholunmuşlardır.
Allah’ın peygamberlerine indirdiği kitaplar büyüklüklerine göre iki kısımda incelenirler: Suhuflar (Küçük Kitaplar) ve Büyük Kitaplar.[5]
Allah Teala’nın insanları hakka ve hak üzerinde sebata davet etmek, hidayet yollarını göstermek ve delâletten kurtarmak için peygamberlerine indirdiği kitaplara inanmak, imanın altı esasından biridir. İslam dininin büyük temeli olan Kur’an-ı Kerim’e ve onda bildirilen ahkâma, indirildiğini bildirdiği kitaplara inanmamak ve inkâr etmek dinden çıkmayı gerektirir.[6]
(Meşhur) hadiste de geçtiği gibi Cibril Rasulullah’a imanı sormuş o da şöyle cevap vermiştir: “İman: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gününe ve bir de hayrıyla şerriyle kadere inanmandır.”
Allah Teala semavi kitapların bazısının isimlerini Kur’an-ı Kerim’de de anmış, bazısını ise anmamıştır.[7]
Allah Teâlâ insanı akıllı yarattığı için onu sorumlu tutmuştur. Dolayısıyla ona, bu dünyadaki temel görevlerini, kavrayış düzeyine uygun olarak her çağda bildirmiştir. İlahi kitaplar işte bu amaçla inmiş bulunmaktadır.
Bu kitaplara inanmak İslam'ın temel ilkelerinden biridir. Nitekim Allah Teâlâ bu ilkelere inanmayanlar hakkında şöyle buyuruyor:
“(...) Kim Allah'a meleklerine, kitaplarına, elçilerine ve âhiret gününe inanmazlık ederse O, (gerçeklerden) uzak bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa: 4/136)
İlahi mesajların nasıl indiğini ise Kur'ân-ı Kerim şöyle anlatıyor:
“Allah hiç bir insanla karşılıklı konuşmaz. Ancak vahy ile ya da bir engel arkasından; veya delediğine izniyle vahyedecek bir elçi göndererek konuşur. O yücedir, hikmet sahibidir.” (Şura: 42/51)
Vahiy olayını beşeri kapasiteyle kavramak mümkün değildir. Bu metafizik hadise, en öz ifadeyle ancak: madde ötesinden maddeyi etkileyen olağanüstü evrensel bir iletişim olarak tanımlanabilir. Bu kadar insanüstü bir olaya inanmak ise (beşerî dileğin, ilâhî onayla çakışmasından doğan) yönlenme sonucu ancak mümkün olabilir ki bunun bilgi ve kültürle hemen hiç bir ilişkisi yoktur.
Dolayısıyla bu (yönlenebilme yeteneği) ne, çok kere hiç okumamış bir insan doğal olarak sahip bulunurken, kültürlü bir pagan bundan yoksun olabilir. Bu durum aynı zamanda bütün gaybî gerçekler için de aynen geçerlidir. Buna “Tevfîk-i îlâhî” denir.
Vahyin zaman ve mekân sınırları içinde cereyan eden bir bölümü vardır. Bu da madde ötesi sınırları aştıktan ve peygamberlerin duyularında yankı uyandırdıktan sonraki kısmıdır.
Ancak birçeşit elektrik şokuna benzeyen bu dehşetli olayın açıklaması çok zordur. Bu nedenledir ki ümmetine en parlak ve en berrak bilgiler veren Hz. Muhammed (sav) bile vahiy olayının cereyan ediş şekli hakkında çok az şeyler söylemiş, insan tasavvurunu zorlayıcı bu müthiş hadiseyle akılların şaşkınlık içinde bocalamasını önlemiştir. İnsan tarafından irdelenmesinde faydadan çok zarar bulunan bu duyarlı nokta zaman zaman bazı kimselerin zihnini karıştırmış, bu yüzden de Allah kelâmının yaratık olup olmadığı tartışılır olmuştur. [8]
Hiç kuşkusuz Allah'ın kelâmı, O'nun ezelî ve ebedî sıfatı olmak bakımından, zaman ve mekâna sığmaktan münezzehtir ve yaratık değildir. Ancak bu kelâmın, Peygamber'in duyularında yankılanmasından sonra ses, söz, düşünce, kağıt, mürekkep ve kâlem gibi materiyalla işlenmesi gibi olaylar yaratıktır.
Allah Teâlâ'nın indirmiş bulunduğu kitapların sayılarına gelince, bunlardan sadece Kur'ân-ı Kerim'de adları geçenlerle bilgilerimiz sınırlıdır.
“Bunlardan başka da ilâhî kitaplar varsa, neden hepsine ilişkin bilgi verilmemiştir?” gibi yöneltilebilecek bir soru tıpkı “Neden her şeyi bilmiyoruz?” sorusuna benzemektedir ve tabiatıyla anlamsızdır. Böyle bir soruyu ise yöneltmeye hiç bir insanın hakkı yoktur. Her bilgi kendi özü bakımından faydalı ise de insanın onu alması, ya da alıp kullanması bakımından faydalı değil, bazen zararlı bile olabilir; Bazen de tamamen anlamsızdır. Yukarıdaki muhtemel soru gibi. Kaldı ki insan, kendisini aşan bilgileri kavrayamaz, sindiremez ve özellikle getirdiği gerilime ve aşırı yüke dayanamaz. Bugüne kadar ve eldeki kapsamlı ilim potansiyeline rağmen insanoğlu hala rüya ve telepatinin içyüzünü keşfedememiştir. Vahyin metafizik aşamasına ilişkin bilgiler de böyledir. Nitekim halk dilinde “Yedi uyurlar” olarak bilinen “Ashâb-ı Kehf” in sayısı hakkında birçeşit söylentilere cevap olmak üzere Allah Teâlâ Hz. Peygamber'(sav)'e şöyle buyuruyor:
“Hedefe gözü kapalı taş atar gibi:
"-Onlar üç kişidirler, dördüncüleri köpekleridir." diyecekler;
"-Beştirler, altıncıları köpekleridir." diyecekler;
"-Yok yedidirler, sekizincileri köpekleridir." diyecekler.
Sen de ki: Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onları bilen azdır. Bu nedenle yüzeysel bir tartışma dışında onlar hakkında münakaşaya girme ve bunlara ilişkin onlardan hiç birine bir şey sorma!” (Kehf: 18/22)
Rivâyete göre -İslam'dan çok önce- inançlarından sebep baskı gördükleri için kaçıp izlerini kaybetmiş olan, ancak (Kur'ân-ı Kerim'de açıklandığı gibi) gerçekten uzun yıllar, belki de asırlarca uyuduktan sonra uyanan bir grup imanlı gencin kaç kişi olduklarına ilişkin yüzyıllar sonra yapılan anlamsız tartışmalara, Allah Teâlâ, yukarıda meali verilen âyet-i Kerime ile cevap vermiş, her şeye rağmen bu birkaç kişilik grubun sayısını kesin olarak bildirmemiştir.
Binaenaleyh “Allah katından (Kur'ân-ı Kerim'de anlatılmamış) kaç kitap daha indi, içlerinde neler vardı?” gibi sorular da anlamsızdır.
Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de bile şifreler halinde verilip ne demek oldukları açıklanmamış âyetler vardır ki şifreleri tam anlamıyla ibret vericidir. Bunlar Kur'ân-ı Kerim'in 114 sûresinden 29 unun başında bulunan ilginç sembollerdir. [9] Hz. Peygamber (sav) eğer bunların ne anlama geldiklerini açıklamış olsaydı ilk tefsir âlimleri görüş birliği içerisinde mutlaka bize bunları nakledeceklerdi. Halbuki onlardan birçoğu bu şifreli ilk âyetler hakkında kişisel görüşleriyle bazı yorumlar yapmış iseler de son söz olarak “Allah'u â'lem” yani, ne demek olduklarını ancak Allah bilir, demişlerdir.
Hayat ve kâinât hakkında son derece karmaşık gerçeklere özet ve parlak açıklamalar getiren; İlk planda anlaşılması güç tabiat olaylarının bir çeşit çözüm formüllerini ve gizem anahtarlarını sunan; çeşitli bilinmezleri böylece gün yüzüne çıkararak insanlığı aydınlatan yüce kitabımızın ayrıca birtakım sırlar taşıyarak sanki “Bu şifreleri çözemezsiniz, anlamalısınız ki bilemeyeceğiniz çok şeyler daha vardır, onları bilmemelisiniz!” der gibi bu şeylerin içeriklerine ilişkin hiç bir bilgi vermemesi yukarıdaki sorunu en kısa yoldan çözüme kavuşturmaktadır. Çünkü Allah Teâlâ zaten son ümmet olarak bize gerekli ve yararlı olan bilgileri, hikmetli ifadeler içinde Kur'ân-ı Kerim'de vermiştir.
Yüce kitabımız, aynı zamanda Hz. Muhammed (sav)'den önceki peygamberlere gönderilmiş olan bütün kitapları özetleyici bir kapsama sahiptir. Bu nedenle önceki semâvî kitapları merak edenler, onların bütün içeriklerini özetlenmiş olarak Kur'ân-ı Kerim'de bulabilirler. Bununla birlikte Hz. Muhammed (sav)'den önce gönderilmiş olan üç kitabın adları Kur'ân-ı Kerim'de verilmiş, ayrıca “İbrahim ve Musa'nın sayfaları”'ndan [10] söz edilmiştir.
Bu üç semavî kitap, iniş sırasına göre: Tevrat, Zebûr ve İncil'dir. Bunlardan Tevrat Hz. Musa'ya, Zebûr, Hz. Davud'a, İncil ise Hz. İsa'ya indirilmiştir. Rivâyete göre bazı peygaberlere de sayfalar gönderilmiştir. Bunlar ve kendilerine gönderilen sayfalar şöyledir:
Adem Aleyhisselâm'a : 10 Sayfa
Şît Aleyhisselâm'a : 50 Sayfa
İdris Aleyhisselâm'a : 30 Sayfa ve
İbrahim Aleyhisselâm'a: 10 Sayfa olmak üzere toplam 100 sayfadır. Bunlara akâid dilinde “Suhuf” denir, Sayfalar demektir.
Allah'ın indirmiş olduğu bütün kitaplara inanmak mümin olmak için kesin şarttır. Ancak yukarıda sözü edilen kitaplar ve sayfalarla ilgili olarak bu konuda çok önemli bazı noktaları bilmek icap eder.
Gerek Tevrat, gerek Zebur, gerekse İncil, Allah tarafından indirildikleri şekli koruyamamış, zaman içinde birçok değişikliklere uğramışlardır. Öyleki günümüzde Tevrat, Zebur ve İncil diye ileri sürülen kitapların hiç bir nüshası aslının aynı değildir. İçlerinde aslını koruyan tek tük âyetler şayet varsa bile bunları diğerlerinden ayırt etmeye de artık imkan yoktur.
Bu nedenle yine de içlerinde Allah kelâmından bazı şeyler kalmış olabileceği ihtimali düşünülerek bu kitapların nüshalarına ve içeriklerine karşı (toplu olarak) saygısızlık edilemez. Şu varki İncil'in içinde Örneğin Matta, Bap 14/32 de havarilerin Hz. İsa'ya “Sen Alleh'ın oğlusun. ” dedikleri ve O'na tapındıkları kaydedilmektedir. İşte bu sözler başta yüce Allah'a, ondan sonra da O'nun şerefli elçisi Hz. İsa'ya ve kutsal kitabı olan İncil'e çirkin bir iftiradır. Bu sözlerin saygıdeğer hiç bir yanı yoktur.
Aynı şekilde mevcut Tevrat'ın nüshalarında da peygamberlerin kişiliğine karşı çok ağır suçlar işlenmiştir. Örneğin Tevrat'ın Tekvin Bölümü Bap 19/30 ila 36 da Hz. Lût Aleyhisselam hakkında aynen şu sözler sarfedilmektedir:
“30. Ve Lût Tsoar'dan çıkıp dağda oturdu, ve iki kızı O'nunla beraberdi; Çünkü Tsoar'da oturmaktan korktu; ve O, ve iki kızı bir mağarada oturdular. ”
“31. Ve büyük kızı küçüğüne dedi: Babamız kocamıştır, ve bütün dünyanın yoluna göre yanımıza girmek için memlekette erkek yoktur.; ”
“32. Gel babamıza şarap içirelim, ve babamızdan zürriyeti yaşatmak için O'nunla yatarız. ”
“33. Ve o gece babalarına şarap içirdiler; Ve büyük kız girip babası ile yattı. Ve O'nun yatmasını ve kalkmasını bilmedi. (Yani baba sarhoş olduğu için ne yaptığının farkında olmadı)”
“34. Ve vaki oldu ki ertesi gün büyük kız küçüğüne dedi: İşte dün gece babamla yattım; bu gece de O'na şarap içirelim, ve babamızdan zürriyet yaşatmak için gir, O'nunla yat. ”
“35. Ve o gece dahi babalarına şarap içirdiler, ve küçük kız kalkıp O'nunla yattı; ve O'nun yatmasını ve kalkmasını bilmedi. (Yani baba sarhoş olduğu için ne yaptığının farkında olmadı)”
“36. Lût'un iki kızı böylece babalarından gebe kaldılar.”
Evet bugünkü muharref Tevrat'da aynen bu satırlar var! Sözde Allah'a ait olduğu ileri sürülen bu çirkin sözlerden O'nun Zât-ı İlahiyesini tenzih ederiz. Sarfedilmiş olan bu sözlerin Yüce Allah'a isnad edilmiş olması ve O'nun şerefli bir elçisi olan Hz. Lût Aleyhisselâm'a bu çirkin fiillerin yakıştırılması bugünkü Tevrat nüshalarının, Allah katından Hz. Musa'ya indirilmiş olan gerçek Tevrat'a ne kadar benzemediğini, aynı zamanda Kutsal kitabı göz kırpmadan bu hale getirmiş bulunan Yahudi Milleti'nin ve onlara inanan hıristiyanların karakter ve seciyesini açıkça ortaya sermektedir.
Gerek Tevrat, gerek Zebur, gerekse İncil, beş çeşit hile ile değiştirilmişlerdir. Bunlar:
a) Doğru ile yanlış karıştırılarak,
b) Gerçekler tamamen inkâr edilerek,
c) Bazı gerçekler üstü kapalı hale getirilerek,
d) Kelimenin ya yeri değiştirilerek ya da anlamı çarpıtılarak,
e) Spekülatif yorumlar yapılarak tahrife uğratılmışlardır. [11]
Sayfalara gelince, günümüzde bunlardan herhangi bir iz kalmamıştır. Öyle ise kitaplara iman ancak şöyle olur:
Allah Teâlâ, insanlık tarihi boyunca zaman zaman elçiler göndermiş, onların kimilerine kitap indirmiştir. Bu kitaplarla onlara bilgiler vermiş, emir ve yasaklarını bildirmiştir. Herhangi bir sayı ile sınırlamaksızın bu kitapların tümüne (Allah katından nasıl indirilmiş iseler) öylece inanıyoruz.[12]
[1] en-Nahl: 16/32; el-Fatır: 35/25.
[2] el-Bakara, 2/213.
[3] Ebû Zer'den ibn Ebi'd-Dünya.
[4] Ahmet Özalp, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/381-382.
[5] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 126-127.
[6] A. Lütfü Kazancı, İslam Akaidi, Marifet Yayınları: 115.
[7] Ahmed Muhammed Davud, Akidetu’t-Tevhid, Ravza Yayınları: 73.
[8] Bk. İslam Dünyasında Zındıklık Nasıl Başladı Nasıl Gelişti
[9]. Bu yirmidokuz sûre şunlardır :
Sûrenin adı Kur'ân'daki Sıra no İlk Ayeti
1- Bakara 2 Elif-lâm–Mîm
2- Ali İmrân 3 Elif-Lâm-Mîm
3- A'râf 7 Elif-Lâm-Mîm
4- Yunus 10 Elif-Lâm-Râ
5- Hûd 11 Elif-Lâm-Râ
6- Yusuf 12 Elif-Lâm-Râ
7- Ra’d 13 Elif-Lâm-Mîm-Râ
8- İbrahim 14 Elif-Lâm-Râ
9- Hicr 15 Elif-Lâm-Râ
10- Meryem 19 Kâf-Hâ-Yâ-Ayn-Sâd
11- Tâhâ 20 Tâhâ
12- Şuarâ 26 Tâ-Sîn-Mim
13- Neml 27 Tâ-Sîn
14- Kasas 28 Tâ-Sîn-Mîm
15- Ankebût 29 Elif-Lâm-Mîm
16- Rûm 30 Elif-Lâm-Mîm
17- Lokman 31 Elif-Lâm-Mîm
18- Secde 32 Elif-Lâm-Mîm
19- Yâsîn 36 Yâsîn
20- Sâd 38 Sâd
21- Mü’min 40 Hâ-Mîm
22- Fussilet 41 Hâ-Mîm
23- Şûrâ 42 Hâ-Mîm-Ayn-Sîn-Kâf
24- Zuhruf 43 Hâ-Mîm
25- Duhan 44 Hâ-Mîm
26- Casiye 45 Hâ-Mîm
27- Ahkâf 46 Hâ-Mîm
28- Kâf 50 Kâf
29- Kalem 68 Nûn
[10] A’la: 87/19.
[11] İbn Kayyım el-Cevziyye, Hidâye'tul-Hayârâ Fi Ecvibe'til-Yehûd'i ve'n-Nasârâ S. 49, El-Cami'atul-İslâmiyya Yayınları Medhine-İ Münevvere.
[12] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 242-248.