“Hatırlayın o zamanı ki, sizi Fir’avn'ın soyundan (onun taraftarlarından) kurtardık...” (2/Bakara, 49) “...Firavun taraftarlarını denizde boğduk.” (2/Bakara, 50) Bu âyetlerde geçen Firavun’un ehli/yakın çevresi konusunda Elmalılı şu açıklamaları yapar: “Âl” kelimesi, başlıca şan ve şöhret sahiplerine denir. Âl-i Firavun, Firavun’un dininin ehli, kavmi ve özellikle tâbileri ve köleleri demektir. Âyette “Firavun’dan kurtarmıştık” denilmeyip de “Firavun’un âlinden (soyundan ve taraftarlarından) kurtarmıştık” buyurulmasında önemli bir nükte anlaşılıyor ki, bununla yapılan zulümlerin temsilcisi Firavun’sa da, bunda asıl sorumluluğun ondan daha çok ona uyanlara ait olduğu ifade edilmiştir. Çünkü Firavun, yaptıklarını bunların eli ve bunların hizmeti ile yapmıştır. Yine, devamındaki âyette “Âl-i Firavnı / Firavun taraftarlarını denizde boğduk.” (2/Bakara, 50) buyurulur. Firavun’un boğulması bu âyette açıkça beyan edilmemiş ve yukarıda geçtiği şekilde, asıl Firavun ehlinin cezası gösterilmiş ve Firavun da
bunların içine dahil edilmiştir. Başka âyetlerde Firavun ve taraftarlarının boğulmasını daha çok açıklayan âyetler gelecektir.” (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 1/294, 296)
“Âl-i Firavun” hem Firavun’un ailesinden olan kişileri, hem de ülkenin yönetici sınıfına mensup olan kimseleri ihtivâ eder. (Mevdûdi, Tefhim, 1/75)
Bakara suresi 49 ve 50. âyetlerde işlenen bu zâlimce fiilin, Firavun ehline nisbet edilme sebebi -onun emriyle ve onun otoritesinden güç alarak- bu işi bizzat yapmalarından ve doğrudan bu fiili işleyen kimsenin yaptığı bu işinden dolayı sorumlu tutulacağının bilinmesi içindir. Taberî der ki: İfadenin bu şekilde olması şunu gerektirir: Bir zâlim, birisine herhangi bir kişiyi öldürme emrini verse, emrolunan kişi de o şahsı öldürse öldüren kişi bundan sorumlu tutulur. Zâlim ile katil birlikte öldürülürler. Zâlim emir verdiği için katil de fiilen bu işi yaptığı için öldürülür. Bu görüş, en-Nehâî'nin görüşüdür, İmam Şâfiî ve Mâlik'in görüşüdür. İmam Şâfii der ki: Hükümdar, bir kimseye birisini öldürme emrini verse, emrolunan kişi de hükümdarın öldürme emrini haksızca verdiğini bilse, emri yerine getirene de hükümdara da birlikte kısas uygulanır. (6)
Kur'an-ı Kerim'de çeşitli âyetlerin, Firavun'u fert olarak ele almaktan çok onu erkânıyla birlikte zikretmesi dikkat çekicidir. Birçok âyette Firavun'un ailesi (âl-i Fir'avn), avanesi (mele'), kavmi ve askerleriyle (cünûd) birlikte anılması, onun tek bir kişi olmaktan ziyade, bir sembol olarak takdim edildiğini göstermektedir. Hz. Musa, insanlık tarihinde hak, adalet ve sağduyuyu temsil eden nübüvvet zincirinin bir halkasını oluştururken Firavun, Karun, Hâmân ve taraftarları bunun karşısında yer alan bir zihniyeti temsil etmektedirler. Hz. Musa'nın tebliği sadece Firavun'a değil; onun etrafında bulunan kişilere de yönelik olmuştur. Kur'an, bunların zaman zaman Firavun'u Hz. Musa ve ashâbına karşı kışkırttıklarını haber vermekte (7/A'râf, 127), bunların kötü âkıbetlerini örnek olarak göstermektedir (8/Enfâl, 52, 54).
Kur’an’da Hz. Musa ve döneminden, Firavun ve çevresinden uzunca bahsedilmesi, hak-bâtıl mücadelesinde baş örneklik oluşturmasıyla ve evrensel ilâhî kanunlara, toplumsal sünnetlere numune olmasıyla ilgilidir. Musa ve Harun hak dâvâyı temsil ettikleri gibi, karşı cephenin tüm elemanları da mevcuttur bu yapıda. O yüzden tarihî kişiliklerinden çok, sembol karakterleri oluşturur Firavun, Hâman, Karun, Bel’am, Sâmirî, hatta yahudileşme süreciyle benî İsrâil. Firavun, zâlim yöneticiye örnektir, tuğyan ve ifsâdın sembol kişisidir. Hâmân, zâlim yönetimin bürokrat ve askerî yetkililerine örnek şahsiyettir. Cünûd: Firavun’un askerleri, ajanları ve polislerinin; Karun da, mal ve servet düşkünü emperyalist ve kapitalist para babalarının sembolüdür. Allah ve Peygamber adıyla insanları aldatmayı da Bel’am ve Sâmiri temsil etmektedir. Bunlar, zulmün duayenleridir. Kur’an, başta bunlara ve yardımcılarına “âl-i Fir’avn” ve “mele-i Fir’avn” demektedir. Bütün bunlar, her tarih kesitinde ve her toplum kesiminde ortaya çıkan zâlimlerin ortak ve örnek isimleri olmuştur.
Kur’an’a baktığımızda, Firavun ve çevresi arasında organizeli bir uyum görürüz. Bu, davranış ve yaşayışta birlikte olmanın ve bir diğerine ayak uydurmanın ötesinde “uyarlanma” ürünü bir uyum, danışıklı bir uyumdur. Tepede oturuyor olmasına karşın Firavun, bu çevresi içinde kendince kararlar alıp uygulayan ve diğerlerini de kendine uydurmak ve karşı çıkmaktan alıkoymak üzere “baskı” altında tutan bir ceberut olarak gözükmez. Öyle ki, en küçüğünden en büyüğüne dek yapılan işlerin hemen hemen tümü bu mele’nin/çevrenin sözbirliği ve işbirliği ile gerçekleştirilir; neredeyse Firavun, yaptıkları ve yapacakları için onlardan “onay” alır. Görünen bir Firavun saltanatı olmakla birlikte, gerçek olan Mısır’da bir firavunlar saltanatının bulunduğu-dur. Nemrud’da gözlenen “tek adam” imajı, Firavun için pek sözkonusu değildir; Bu tarafıyla Firavun idaresi, günümüzdeki demokrasi yönetimine benzetilebilir. Firavun, tüm yetkiyi kendinde toplayan diktatörlerden çok, meclisinin ve kanunlarının kararlarını uygulayan basbayağı bir demokrat kişiliktir. Oradaki mele’in yerini üyelerinin şeklen birbiriyle uyumlu gözüktüğü günümüzdeki meclisler almış, sihirbazların yerini de medya. Karun’un yerini kartel ve holdingler, Hâmân’ın yerini de rütbeli subaylar ve üst kademe bürokratları; anlayacağımız Firavunî yönetim cephesinde yeni bir şey yok.
Hz. Musa ve Hârun, diğer peygamberlerin aksine, Firavun kavmine değil; Firavun’a ve Firavun’un mele’ine/erkânına gönderilir. Bu erkân arasında Hâmân’ı, Karun’u ve bunların sahip bulunduğu askerleri sayabiliriz. Doğal olarak bir de “aile” vardır. Kur’an’ın “Firavun ve erkânı-nın kendilerine kötülük etmelerinden korktukları için, kavminin bir kısım gençleri dışında, kimse Musa’ya inanmamıştı” (10/Yûnus, 83) mealindeki âyetinde gözlemlediğimiz bu çevre, öylesine etkin ki, Hz. Musa ile tartışması sırasında Firavun, onlara dönerek “ne buyurursunuz?” diye sorma gereğini duymakta ve gösterdikleri önlemleri uygulamaya koymaktan da geri kalmamaktadır. Büyücülerin İslâm’ı kabullenmeleri üzerine İsrâiloğullarının Mısır’dan çıkmaları için izin vermeye niyetlenen Firavun’a, bu çevre “Musa ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve tanrılarını bıraksınlar diye mi koyuveriyorsun?” sözleri ile karşı çıkınca, karar hemen değişebilmekte ve öneriler doğrultusunda “oğulları öldürüp kızlarını alıkoymak” türünden bir uygulama başlatılmaktadır.
Firavun ailesinden olan gizli mü’min ile Firavun’un yanında değeri büyük olan eşi Asiye’nin, imanlarının açığa çıkması üzerine şehid edilmiş olmaları ise, bu mele’nin (güncel deyimle etkili ve yetkili çevrenin, egemen güçlerin), aileden daha güçlü, daha baskın ve Firavun nezdinde daha sayılır olduğunu göstermesi açısından önemli bir noktadır.
Hadislerde Firavun'dan, eşi Âsiye'nin üstün bir kadın oluşu ve ayrıca Medine yahudilerinin, âşûrâ gününü Hz. Musa ile İsrailoğullarının Firavun'dan kurtuldukları gün olarak kabul etmeleri sebebiyle bahsedilmektedir (Buhâri, Enbiyâ 32, Et'ıme 25, Menâkıbu'l-Ensâr 52, Tefsîru'l-Kur'an 10/1, 20/2).