Sâmirî, Hz. Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkan yahudilerin, Hz. Musa Tur dağında iken, altından bir buzağı yapıp ona tapmalarına sebep olan kişidir. Hz. Musa, İsrailoğullarını Mısır’dan çıkarıp Firavun şerrinden kurtardıktan sonra, ilahi emir gereği Tur dağına gelir ve kırk gün kırk gece, ilahi emirleri almak üzere Tur’da kalır. Bu sırada Samiri, İsrailoğullarının yanında bulunan zinet eşyalarını toplayıp ateşte eriterek bir buzağı heykeli yapmış ve halka, onun tanrı olduğunu telkin etmek suretiyle onları bu altın buzağıya taptırarak, Musa ve Harun’un hak dininden uzaklaştırmaya çalışmıştı. Bu çirkin davranış Kur’an’da şöyle anlatılmaktadır:
“Allah buyurdu: ‘Biz senden sonra kavmini imtihan ettik ve Samiri onları saptırdı/yoldan çıkardı.’ Bunun üzerine Musa, çok kızgın ve üzüntülülü bir halde kavmine döndü: ‘Ey kavmim! dedi, ‘Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Ayrılış sürem mi size uzun geldi? Yoksa Rabbinizden bir gazabın üstünüze inmesini mi istediniz ki, bana verdiğiniz sözden caydınız?’ Dediler ki: ‘Biz sana olan vaadimizden, kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin (Mısır’lıların) zinet eşyasından birtakım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Samiri de atmıştı.’ Bu adam, onlar için, böğürme kabiliyeti olan bir buzağı (heykeli) icad etti. Bunun üzerine, ‘işte, dediler, bu, sizin de, Musa’nın da tanrısıdır. Fakat o onu unuttu.O şeyin, kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini, kendilerine ne bir zarar, ne de bir fayda verme gücünde olmadığını görmezler mi? Hakikaten Harun, onlara daha önce, ‘Ey kavmim! demişti, siz, bunun yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz, şüphesiz çok merhametli olan Allah’tır. Şu halde bana uyunuz ve emrime itaat ediniz.’ ‘Biz, dediler, Musa aramıza dönünceye kadar buna tapmaktan asla vaz geçmeyeceğiz!’ (Musa döndüğünde) ‘Ey Harun! dedi, sana ne engel oldu da, bunların dalalete düştüklerini gördüğün vakit peşimden gelmedin? Emrime âsi mi oldun?’ (Harun:) ‘Ey annemin oğlu! dedi, saçımı başımı yolma! Ben, senin: ‘İsrail oğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın’ demenden korktum.’ ‘Ya senin zorun nedir, ey Samiri?’ dedi. O da, ‘Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç (toprak) alıp onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu böyle bana nefsim hoş gösterdi’ dedi. Musa, ‘defol! dedi, artık hayatın boyunca sen: ‘bana dokunmayın’ diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize atacağız!’ Sizin ilahınız, yalnızca, kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır. O’nun ilmi, her şeyi kuşatmıştır.” (Tâhâ, 85-98)
Rivayete göre, Hz. Musa’nın “artık hayatın boyunca sen ‘bana dokunmayın!’ diyeceksin” şeklindeki bedduasından sonra Samiri, hakikaten, ağır bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış ve ömrü boyunca insanlardan uzak durmak zorunda kalmıştır. Samiri’nin böğüren bir buzağı yapıp, tanrı diye taptırması, insanları etkilemesi istidracdan başka bir şey olmasa gerektir. (İstidrac, inançsız ve azgın kişilerin sapıklıklarını arttırmak için Allah tarafından verilen birtakım olağanüstü hallere denir.)
Kendilerini Mısır’daki Firavun zulmünden kurtarmış olan öz peygamberle-rinden, tapınmak için bir put isteyen İsrailoğullarına, Hz. Musa’nın mikatta bulunduğu sırada O’nun yokluğundan yararlanarak, istemiş oldukları putu yapan, bu yaptığı puta tapınmağa çağıran ve çağrısında da başarıya ulaşıp kavmini puta tapındıran Samiri, eğer sıradan bir yontucusu, yapımcısı olsa, belki de üzerinde durmak gerekmeyecekti.
Samiri’nin yaptığı altın buzağı, sıradan bir put değildir. Onun yapılışına ortam hazırlayan olaylardan tutunuz da, yapımındaki katılıma, altından dökülmüş olmasından, böğürmesine kadar farklı özellikler vardır. Taptaze bir kurtuluş mucizesinin hemen ardından ortaya çıkmış, Kurtarıcı peygamber’in uyarılana karşın bağlılarının ölümü göze almışçasına bağlılıklarını sürdürmesine kadar nice nitelikleri vardır bu putun. İşte bu özellikleridir ki, hem altın buzağıyı, hem üreticisi olan Samiri’yi kıyamete kadar sürecek bir zaman parçasında ibret olsun diye anılacak bir yere oturtmuş; Kur’an-ı Kerim içinde dile getirilen bir sonuç doğurabilmiştir. İşte Samiri, böyle bir putun üreticisi olarak çok özel bir kimlik belirtir ve bundan ötürü de bir tağut olarak göze çarpar.
Bütün tağutlar gibi Samiri de, bu cüretli atağını yaparken her imkânı kollamış ve çok iyi değerlendirmiş olarak, halkın ihtiyaçlarını takip edip onları puta taptırmakta başarılı olmuştur. Ondaki bu kullanım cüretkârlığı o kadar ileridir ki, Hz. Musa’yı bile, kendince çok tutarlı gerekçelerle din ögesini kullanarak tatmine kalkışmıştır.Yaptığı işi, “Allah’ın elçisi” ile ilişkilendirmiş, bir peygamber karşısında bile, kendi sapıklığına güya ilahî bir delil getirmekten çekinmemiştir. Nitekim, olayı anlatırken “Allah’ın elçisinin bastığı yerden avuçladım ve eriyen madene attım.” (Tâhâ, 96) der. Yaptığı işin Allah’ın elçisi ile ilgisini belirtirken hem kendini savunmuş olur, hem de belki Hz. Musa’yı da bu elçi ifadeleriyle kendi putuna katılmaya dâvet etmiş olur. Acaba, Hz. Musa’yı, bu elçi hikâyesiyle kandırıp, din adını kullanarak, kendisinin karşısında teslim bayrağı çektirebilir miyim, diye düşünür. Evet, masum bir savunma edası içinde oynanan oyun budur. Bir peygamber karşısında bile, tevhid dinini tebliğ eden, tüm putlara karşı çıkan Allah’ın elçisine bile din istismarına kalkışmak. Tam tağutça bir oyun. Günümüz tağutlarının da sık sık sahneledikleri bir oyundur bu. Ve bu oyunun piri/duayeni de Samiri. Din adına insanları putlara çağıran bir istismarcı. Samiri’nin temel kimliği budur.
Altın buzağı, buzağı tutkunu İsrailoğullarına Samiri’nin eliyle uzatılmış; Hz. Musa tarafından da yakılıp denize dökülmüştür. Yetmemiş; bir kez de, İsrailoğuLlarına kendi elleriyle kestirilmiştir. “Bir vakit de, Musa, kavmine ‘Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor’demişti...” (Bakara, 67-71) Buna karşılık, yüreklerden tam anlamıyla silinmemiş, yüreklerden silinmesi için yeni bir kuşağın, genç neslin ortaya çıkmasına gerek duyulmuş, bunu sağlama yolunda da, kırk yıl boyunca Tih’de şaşkın şaşkın bir dolaşma sürdürülmüştür. Ancak, bundan sonradır ki, İsrailoğulları, Yüce Allah’ın kendilerine vadetmiş olduğu ‘mukaddes belde’ye ve nimetlere kavuşmuş, yeryüzünün mirasına hak kazanmışlardı.
Altın buzağı, bir bakıma, Allah’ın söz vermiş bulunduğu ‘hükümranlık’ ve nimetlerinin karşıtı bir seçenek olarak işlev görmüştür. İnsanlar, onu seçtikçe öbürünü ele geçirememiş, ancak ondan tümüyle vazgeçtiklerinde vadedilenlere erişmişlerdir. [1]