“Fir’avn’a git, çünkü o azmıştır. De ki: ‘(Nasıl,) tezkiyeye/arınmaya gönlün var mı? Seni Rabbine (O’nu bilmeğe) ileteyim de O’ndan korkasın.’ (Musa gitti, Allah’ın emrini Fir’avn’a duyurdu.) Ona büyük mucizeyi (asânın ejderha oluşu mucizesini) gösterdi. Fakat o, (Musa’yı) yalanladı, karşı geldi. Sonra sırtını döndü, koşmağa başladı (Musa’nın getirdiklerini iptal etmek için bütün gücüyle çalışmaya koyuldu). (Adamlarını) topladı, (onlara) bağırdı: ‘Ben sizin en yüce rabbınızım!’ dedi. Allah da onu, (sonrakilere ve öncekilere ibret olacak biçimde) ahiret ve dünya azabıyla yakaladı. Şüphesiz bunda (Allah’tan) korkacak kimse için ibret vardır.” (79/Nâziât, 17-26)
Kur’an’da “Firavun” kelimesi 74 yerde geçer. Allah’tan korkacak kimseler için ibret olsun diye Firavun’dan 170’in üzerinde âyette söz edilmektedir. Başta 7/A’râf, 20/Tâhâ ve 26/Şuarâ surelerinde olmak üzere, Bakara, Âl-i İmran, Enfâl, Yunus, İbrahim, İsrâ, Mü’minûn, Neml, Kasas, Ankebut, Sâd, Mü’min, Zuhruf, Duhân, Kaf, Zâriyât, Kamer, Tahrim, Hakka, Müzzemmil, Nâziât, Bürûc ve Fecr sûrelerinde Firavun’dan bahsedilmektedir.
Firavun, kendi gücüne kimsenin erişemeyeceğine inanan (10/Yûnus, 83), servetine şükredeceğine nankörlük yapan (10/Yûnus, 88), yaptığı iyilikleri başa kakan (26/Şuarâ, 18) azgın bir kimsedir (20/Tâhâ, 24). Alaycı ve küçümseyicidir (26/Şuarâ, 25-26; 43/Zuhruf, 52). Sözünde durmayan, sağlam bir karaktere sahip olmaktan uzak bir şahsiyettir (7/A’râf, 134). Nefsini ilâh edinmiştir ve onun yolunda her şeyi kurban etmeye hazırdır. Zorbadır, İsrâiloğullarını büyük zulümlere mâruz bırakır, eziyetler birbirini izler (2/Bakara, 45), Diktatördür, kendisini rab olarak görmekte ve ilâhlık iddiasına karşı çıkan her akıl sahibini yok etmeye çalışmaktadır (7/A’râf, 123-124).
Otoritesini sarsacak en ufak harekete bile tahammülü yoktur (26/Şuarâ, 29). Halkı ardından sürükleyebilmek için ilericiliğine dair söylevler verir (45/Câsiye, 29). İktidarının yükü, mazlumların sırtındadır (44/Duhân, 31). Büyük bir topluluğa kendisini rab olarak benimsetmesi ona güven verir. Bu topluluk, onun en önemli dayanaklarından birisidir (26/Şuarâ, 56). Halbuki Allah, nice büyük, güçlü ve zengin toplulukları yok etmiştir (28/Kasas, 78) ve Allah, halkı ıslahatçı olduğu halde bir memleketi helâk etmez (11/Hûd, 116-117).
Hz. Musa’nın doğduğu zaman Mısır’ı yöneten kişi Firavun’dur. Firavun, zorbalığa yönelmiş, halkını sınıflara ayırmıştır. Aralarından bir zümreyi (İsrâiloğullarını) güçsüz düşürmek için oğullarını boğazlamakta, kızlarını diri bırakmaktadır. Tam bir bozguncudur (28/Kasas, 4). Kur’an’da Firavun’dan “zü’l-evtâd (kazıklar sahibi)” (89/Fecr, 10) diye de söz edilmektedir. Saltanat sahibi olan bu azgın, kızdığı kişileri kazığa bağlayarak işkence ediyordu. Nitekim, Firavun ailesi, İsrailoğullarına “azabın en kötüsünü revâ görüyor, yeni doğan erkek çocuklarını boğazlayıp fenalık için kızları sağ bırakıyordu.” (2/Bakara, 49-50).
Hz. Musa böyle bir ortamda, ezilen zümrenin bir üyesi olarak dünyaya geldi. Normal şartlarda hayatta kalabilmesi mümkün değildi. Fakat Allah zayıf düşürülenlere lutufta bulunmak, onları önderler yapmak ve zâlimlerin mirasçısı, o yerlerin hâkimleri durumuna getirmek istiyordu (28/Kasas, 5-6). Bu irâdenin gerçekleşmesi için de Hz. Musa’nın hayatta kalması gerekiyordu. Annesine Musa’yı denize bırakması vahyedildi. Böylece Musa, hem Allah’ın, hem de İsrâiloğullarının düşmanı olan Firavun’un sarayına getirildi. Firavun ve ailesi, ileride kendilerine düşman olacak çocuğu kendi çocuklarıymış gibi besleyip büyüttü (28/Kasas, 7-14). Hz. Musa, gençlik çağında bir Kıptînin ölümüne sebep olduğu için Mısır’dan kaçarak Medyen’e gitti. Hz. Musa kaçarak ayrıldığı Mısır’a on yıl sonra Allah’ın rasulü olarak yeniden dönecektir.