Mal; Anlam ve Mâhiyeti

 

Mal: Bir kimsenin sahip olduğu şey; menkul ve gayr-i menkul varlık, servet demektir. Mal terimi, Arapçada önceleri altın ve gümüş için kullanılırken, kapsamı genişlemiş, nakit para, menkul ve gayrimenkul mallardan maddî değeri olan herşeyi şümûlüne almıştır. Çoğulu "emvâl"dir. Aynı kökten mal verme anlamında "temvîl", mal sahibi olma anlamında "temevvül" terimleri kullanılmıştır. Bu kelimenin, donuk bir kelime olmayıp, ism-i mevsul "mâ"sı ile, mülkiyet ifade eden "li" harfi cerri ve birinci tekil şahsa ait "y" zamirinden olmuş "mâlî" yani "bana ait olan şeyler" anlamında bir terim olduğu, kısaltma sonucunda "mal" şeklini aldığı belirtilmiştir (İbn Manzûr, Lisanü'l-Arab, XI, 636; İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, mal maddesi; Fahri Demir, İslâm Hukukunda Mülkiyet ve Servet Dağılımı, s., 13, 14).

Hanefîlere göre, bir İslâm hukuku terimi olarak mal; elde edilip ihtiyaç için biriktirilmesi ve normal olarak yararlanılması mümkün olan her şey demektir. Buna göre, malın iki özelliğe sahip olması gerekir: 1) Elde edilip biriktirmeye elverişli olması. Bu yüzden ilim, sağlık, şeref ve zekâ gibi mânevî şeylerle, mutlak olarak hava, güneş ve ayın ışığı ya da sıcaklığı gibi elde edilip depolanamayan şeyler mal sayılmaz. Ancak temelde mubah olan bu gibi değerler yeni teknolojik imkânlarla depolanırsa mal sınıfına girebilir. 2) Yararlanmanın mümkün ve câiz olması. Murdar ölmüş hayvan eti, zehirli veya bozuk gıda maddeleri gibi temelde mülk olmayan şeylerle, bir buğday tanesi, bir damla su, yırtık bir kâğıt parçası gibi, insanların yararlanmayı alışkanlık haline getirmediği şeyler de mal sayılmaz.

Bir şeyin mal oluşu, herkesin veya bir kısım insanların ona ilgi duyup mal edinmesiyle sabit olur. Mecelle, malı şöyle tarif etmiştir: "Mal; tab'-ı insanı mâil olup da vakt-i hâcet için iddihar olunabilen şeydir ki, menkule ve gayrimenkule şâmil olur" (madde, 126). Bunu şöyle ifade edebiliriz: Mal, insan tabiatının meylettiği, ihtiyaç için elde biriktirilebilen şeyler olup, menkul ve gayrimenkulü kapsamına alır.

Hanefîler dışındaki diğer çoğunluk İslâm hukukçularına göre maddî bir değeri olan ve telef edildiğinde tazmini gereken herşey maldır. İmam Şafiî şöyle der: "Mal denilince akla gelebilen şeyler şunlardır: Az da olsa bir ticarî değeri olup, telef edenin tazmin etmek zorunda kalacağı ve insanların normal olarak sokağa atmadıkları para gibi şeyler" (Suyûtî, el-Eşbâh ve'n Nezâir, Mısır 1959, s., 327). Hanefîler malı, maddî varlığı olan şeylere hasrederler. Menfaat ve hakları mal değil, mülk olarak kabul ederler. Hanefîler dışındaki mezheb müctehidleri ise, bunları da mal sayar. Çünkü eşyadan kasdolunan, bunların maddesi (aynı) değil, menfaatidir. Evde oturmak, at ve katıra binmek gibi... Meselâ; mahkemede dâvâcının dâvâlıya yemin teklif etme hakkı, maddî bir yönü bulunmadığı için Hanefîlere göre mal değildir. Bu görüş ayrılığı, gasp, miras ve kira gibi muâmelelerde farklı sonuçlar doğurur. Bir kimse bir gayrimenkulü gasbedip bir süre yararlansa, sonra sahibine iâde etse, Hanefîler dışındaki fakîhlere göre bu yararlanmanın kıymetini tazmin etmesi gerekirken; Hanefîlere göre, gasbedilen mal ancak vakıf veya yetim malı, yahut otel, lokanta gibi kira için hazırlanmış bir yer olursa zararı tazmin gerekir. Yine Hanefîlere göre, kiracının ölümüyle kira sona erer. Çünkü kira akdinde, yararlanma bir mal olmadığı için mirasla geçmez. Diğer fakihlere göre ise, kira akdi, kiracının ölümüyle sona ermez ve akit sonuna kadar devam eder. Şart veya görme muhayyerlikleri de mirasçıya geçer. Hanefîlere göre ise geçmez.

İslâm hukukçuları malları özelliklerine göre: Mütekavvim - gayri mütekavvim, menkul -gayrimenkul, mislî - kıyemî, tüketime elverişli (istihlâkî) - kullanmaya elverişli (isti’mâlî) gibi kısımlara ayırmışlardır.