Müslümana yaraşan, Allah’ın mekrinden emîn olmaması, içinde bulunduğu nimete ve müslüman olduğuna dayanarak günahlarına rağmen Allah’ın kendisinden râzı olduğu zannıyla günahlara boşvermemesidir. Oysa, âsî müslümanlara Allah’ın affı kesin olmayıp sadece ümit edilir. Müslümanın bu tür düşüncesi, kendisine kurduğu bir tuzaktır. Onun bu düşünceden vazgeçmesi, Allah’a olan itaatinin sürekli olması ve nimetlerine -ki, en büyük nimeti İslâm’dır- şükrünü îfâ etmesi gerekir. Ancak böyle Allah’ın mekrinden emîn olabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah’ın mekrinden emîn olmaz.” (7/A’râf, 99). Allah’ın mekrinden emîn olmak, O’nun affına dayanarak günahlara boş vermek demektir. Hasanu’l-Basrî şöyle der: “Mü’minler korku ve endişeyle ibâdet ederken, kâfirler güven içinde günah işlerler.”