Hud’a veya hadîa; aldatmak, hile yapmak anlamındadır. Önemli özelliği, aldatmanın hileli oluşudur. İnsanın içinde gizlediği bir şeyin aksini yapmasına hud’a veya hadîa denir. Bu vasfıyla mekr ile ortak özelliğe sahiptir. Hud’a kelimesinin iyilik ve kötülük konusunda kullanıldığı vâki ise de, daha ziyâde kötü anlamda kullanılmıştır (Râgıb el-Isfahânî, s. 250). Hud’a kelimesi gerek Kur’ân-ı Kerim’de ve gerekse hadis-i şeriflerde kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerim’deki kullanılışına şu âyetleri misal verebiliriz: “Onlar Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya (hud’a) çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.” (2/Bakara, 9). “Seni aldatmak isterlerse bil ki Allah sana yeter.” (8/Enfâl, 62). “Doğrusu münâfıklar Allah’ı aldatmaya (oyun etmeye, hile yapmaya) çalışırlar. Oysa O, onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir.” (4/Nisâ, 142)
Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) de, “Harb hud’adır” (Buhârî, Cihad 157, Menâkıb 25, İstitâbe 6; Müslim, Cihad 18, 19, Zekât 153; Ebû Dâvud, Cihad 92, Sünnet 28; Tirmizî, Cihad 5; İbn Mâce, Cihad 28) buyurmuştur. Bu hadisinde Rasûlullah savaşta kâfirlere karşı yapılacak hileyi hud’a olarak isimlendirmiştir. Ahdi veya emânı bozmamak kaydıyla savaşta düşmanı yanıltmak için hile yapmaya veya yalan söylemenin câiz olduğu konusunda âlimlerin ittifakı vardır (Nevevî, Şerhu Müslim, 12/45).
Hud’ada iki yüzlülük, yani içteki niyet ile dışa tezâhür eden hareket arasında bir ayrılık sözkonusudur. Âyetlerde geçen münâfıkların Allah’ı aldatmaları şeklindeki ifâdeler mecazdır. Çünkü aldatma, insanın içinde gizlediği bir çeşit hıyânet olduğundan, münâfıklar da şirklerini gizleyip hile (yanıltma, aldatma) ve gurur ile iman ettiklerini ifâde etmekle hud’aya başvurmaktadırlar. Bu sebeple âyetlerde münâfıklarla ilgili olarak kullanılan hud’a, onların normal bir insanı aldatmak için hilelere başvuran kişinin yaptığı işler için kullanılmıştır (Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’an, I/26).
Hud’a; hile, aldatma, düzen kurma, insanın içinde gizlediği şeyin aksini açığa çıkarması anlamına gelir. Dilimizdeki "aldatmak" kelimesi, hud'a kelimesinin karşılığıdır. İslâm'da fertlerin birbirini aldatması yasak olduğu gibi, müslümanın aldanmaması da bir esastır. Çünkü müslüman bir başkasının hakkına tecavüz etmeyeceği gibi, kendi hakkını da başkasına çiğnetmez. Gerek alışverişte olsun, gerek diğer sosyal münasebetlerde olsun bir müslüman ne aldatır, ne de aldanır. Böyle bir yola asla tenezzül de etmemeli ve bir müslümanı asla aldatmamalıdır. Her müslüman diğer müslümanın kardeşi olduğu için (49/Hucurât, 10) toplumun birlik ve beraberliğini, bozmak bundan da öte kardeşliğini temelinden sarsan böyle bir yola tevessül etmek haramdır. Nitekim Hz. Peygamber çarşıda ıslak buğdayı, çuvalın altında kuru buğday ile kapatarak sattığı malın hatasını gizlemek suretiyle halkı aldatmaya çalışan kişiye: "Bizi aldatan bizden değildir" (Müslim, İmâm, 164; Ebû Dâvud, Büyü', 50; Tirmizi, Büyü', 72) ihtarında bulunmuştur.
Kur'an-ı Kerim'de de "hud'a" kelimesi bazı ayetlerde geçmektedir: "Münâfıklar Allah ve mü'minleri aldatmaya çalışırlar; halbuki yalnız kendilerini aldatırlar da, farkında bile olmazlar" (2/Bakara, 9); "Münâfıklar Allah'ı aldatmaya çalışırlar, halbuki O, onların aldatmalarını kendilerine çevirir. Namaza kalktıkları zaman da üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı pek az zikrederler" (4/Nisâ, 142); "Eğer sana hud’a/hile yapmak isterlerse, Allah sana yeter. Yardımı ile seni ve mü'minleri destekleyen O'dur" (8/Enfâl, 62).
Görüldüğü gibi, âyetlerde münafıkların aldatıcılığından söz edilmekte, fakat Allah Teâlâ'nın onların aldatmasına müsaade etmediği belirtilmektedir. Münafıkların, küfürlerini içlerinde gizleyip, sonra da dilleri ile müslüman olduklarını söyleyerek, Allah'ı mü'minleri aldatmaya çalıştıkları vahiyle açığa çıkarılmıştır. Çünkü yüce Allah insanın içinden geçenleri ve niyetlerini de bilir. Zira O, insana şah damarından daha yakındır (Kaf, 50/16). Dolayısıyla her şeye hâkim olan Allah, asla aldatılamayacağını âyetleri ile açıklamıştır. Bu durum karşısında münâfıkların böyle bir yola tevessül etmeleri, kendilerini aldatmaktan başka bir şey değildir.
Âyetlerde geçen "münafıkların Allah'ı aldatmaları" sadece bir mecazdır. Çünkü aldatma, insanın içindeki bir çeşit hainlik olduğu için, âdeta münafıklar da şirklerini gizleyip, hile ve gurur ile iman ettiklerini ifade etmekle, hud'a yapmaya çalışmaktadırlar. Bu sebeple âyetteki aldatma ifadesi, münafıkların, normal bir insanı aldatmak için hilelere başvuran bir kişinin yaptığı işleri yaptıkları için kullanılmıştır.
Münafikların bu hareketlerinin günahı kendilerine dönecektir. Bu sebeple de, kendilerinden başkasını aldatamamışlardır (el-Cessâs, Ahkâmü'l Kur'ân, I, 26). Âyetteki bu kelimeler, münafıkların Allah'ı aldatabileceklerini sanmalarına da hamledilebilir. Çünkü münafık bir kişi, gerçek mânada Allah'ı ve sıfatlarını tanıyamamıştır (ez-Zemahşeri, el-Keşşâf, Mısır 1354, I, 31).
"Harb aldatmadır (hiledir -hud’a-)" (Buhârî, Cihâd, 157, Menâkıb 25; Müslim, Zekât 153; Ebû Dâvud, Cihad 93) hadisi. Âlimler bu hadise dayanarak, savaşta düşmana karşı aldatma ve hile yapmanın câiz olduğunda ittifak etmişlerdir. Savaşta imkânlar ölçüsünde hile ve tuzağın her türlüsüne başvurulabilir. Fakat bunu yaparken, yapılan anlaşmayı ve verilen emânı bozmamaya da gayret sarfedilmelidir. Bu tür anlaşmaları bozacak davranışlardan da âzamî ölçüde kaçınılır. Prensip olarak düşman anlaşma şartlarına uyduğu sürece İslâm Devleti de uyar. Düşman bunu çiğnerse, müslümanlar için de misliyle mukabele etme hakkı doğar. Diğer yandan, yukarıdaki hadiste, savaş sırasında bütün kabiliyeti ortaya koyarak ve iyi düşünerek savaşı kazanma yollarını araştırmanın gerekliliğine de işaret vardır (İbn Hacer, Fethu'l Bârî, Mısır 1959, VI, 499). (6)