İnsan, yeryüzündeki diğer canlılardan farklı olarak irade sahibi bir varlık şeklinde yaratılmıştır. İrade, “farklı seçeneklerden birini tercih etmek” demektir. Allah, insana iradî fiillerinde farklı alternatifler sunmuş ve onun dünyaya gelişinin gayesini “imtihan olmak”[1] şeklinde tespit etmiştir. İnsan, bu imtihana giren alanda kendisini iyilik veya kötülüğe teşvik eden, iradesini daha özgürce kullanmasını sağlayan manevî menajerlerle (yardımcı, düzenleyici) karşı karşıyadır. Allah insanı şerre ve kötülüğe çağırmak üzere şeytanı, iyilik ve hayra dâvet etmek üzere de melekleri yaratmıştır. İnsanın meleklere inanması demek, önünde şeytan ve meleklerin sunduğu seçeneklerle dolu ruhî bir hayat olduğunu, meleklerin telkin ve teşviklerine göre hareket edip mevcut yeteneklerini bu yönde yükseltmesi gerektiğini kabul etmesi, Allah’ın görevlendirdiği meleklerin kendisini daima gözetlediğini ve yaptıklarını kaydettiklerini unutmaması demektir. İnsana iyi düşünceler aşılayan meleklerin yanı sıra, ona vesveseler telkin eden şeytanın varlığı da bir gerçek olmakla beraber, Kur’an, şeytana değil; meleklere imanı öne çıkarmak[2], tağutu inkâr edip Allah'a iman edenin sağlam bir kulpa sarılmış olacağını bildirmek suretiyle[3] şeytanın varlığını ikinci dereceye almış, onunla hemhal olmayıp aksine meleklere kulak vermeyi öngörmüştür.
“Onu (insanı), önünden ve ardından izleyiciler vardır; Onu Allah’ın emrinden (kazalarından, belalarından ve musibetlerinden) korurlar.” (Ra’d: 13/11)
Gerçekten de insan, risklerle ve tehlikelerle dolu bir dünyada yaşamaktadır. Bunlara, ayrıca kötülüklerin karşılığı olarak Allah’tan her an gelebilecek intikam darbelerinin ihtimallerini de ekleyecek olursak, onun, yaşadığı yıllar boyu ne büyük bir manevî koruma altında bulunduğunu kestirebiliriz. Bu girift olayın içyüzünü daha derinlemesine bilmek bizim için mümkün değildir.
Ancak bu kadarıyla bile Rabbimizin bizi ne çetin bir sınavdan geçirdiğini, bizzat hayatımıza karşı yaratmış bulunduğu tehlikelerin bile gelip bizi bulmasına melekleri engel yaparak bu sınavda bize nasıl süre tanıdığını bu ayetlerden ibretle öğreniyoruz. Doğrusu bu bize bir ilâhî lutuf ve bir müjde olsa gerektir. Dolayısıyla insanın, bu hârika nöbetçilerini her zaman hatırlayarak özellikle kuytu köşelerde, zifiri karanlıklarda ve tehlikelerle burun buruna olduğu anlarda onların kendisini korumaya devam etmeleri için Allah'a dilekte bulunması, Allah’ın izniyle belaların bertaraf olmasına bir vesile oluşturabilir. Bu, aynı zamanda insanın, Rabbiyle olan irtibatının güçlülüğünü ve sürekliliğini kanıtlamış olur. Kur’an’da “Kesinlikle üzerinizde koruyucular vardır. Onlar değerli yazıcılardır. Yaptığınız her şeyi bilirler.” (İnfitar: 82/10-12) diye kendilerinden söz edilen melekler vardır ki, bunlar söylediğimiz her sözü yazarlar. Dolayısıyla insanoğlunun havada kaybolup giden tek kelimesi bile yoktur.
Evren öyle kesin bir disiplin içindedir ki, bu disiplinin gözümüzle görebildiğimiz veya daha doğrusu ilmin ve aklın kanıtlayabildiği bir cephesi vardır, bir de ilmin ve aklın asla ulaşamayacağı, açıklayıp tanımlayamayacağı diğer bir cephesi daha vardır. İşte bu görünmeyen cepheyi melekler ordusu oluşturmaktadır. Mü’min olabilmenin olmazsa olmaz şartlarından biri de bu gerçeğe inanmaktır. Dolayısıyla meleklere inanmamak, Allah'a, peygamberlere, kitaplara ve âhiret gününe inanmamakla eş değerdedir.
Meleklere inanan bir müslüman, meleklerin kendisini takip ettiğini, gözetlediğini, iyilik ve kötülüklerinin yazıldığını bilir. Ve bu bilinçle davranışlarına çeki düzen verir. Böylece, meleklere olan inancımız bizi kötülük ve günah yapmaktan vazgeçirir. [4]