Câmi, bir meclistir. Devlet başkanı ve tüm diğer yöneticilerin izleyeceği siyaseti, metodu, düşünce ve projelerini açıklayıp üyelerin görüş, eleştiri ve müzâkerelerine sunduğu bir meclis. Bilindiği gibi Hz. Ebû Bekir halîfe seçildiği zaman, mescidde mü'minlere hitap ederek İslâmî yönetimin temel prensiplerini hatırlattı ve bu konulardaki kendi izleyeceği metotları anlattı:
"Ey insanlar! İstemediğim halde, büyük bir işin başına getirildiğimi biliyorum. Ancak Allah'ın yardımı ile bu işi başaracağım. Bu işi adâletle yapabilecek Rasûlullah'ın ashâbından birine her zaman vermeye hazırım... Ben de sizden biriyim. Ey müslümanlar! Allah'ın himâyesinde olan bir şeyden dolayı hesaba çekilmek istemiyorsanız, onu hemen yerine getiriniz. Şeytan beni yoldan çıkarabilir. Kızdığımı gördüğünüz zaman, size bir zararımın dokunmaması için benden uzak durunuz! Ey insanlar! Beni murâkabe/kontrol etmekten geri durmayınız. Eğer dürüst hareket edersem, bana yardım ediniz. Şayet yanlış bir hareketim olursa, hatamı düzeltiniz! Allah'a itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz; O'na isyan edersem siz de bana isyan ediniz!" (Hadislerle Müslümanlık -Hayâtu's-Sahâbe-, M. Yusuf Kandehlevî, c. 2, s. 617-618)
Hz. Peygamber'in tatbikatına göre; bir bölgenin valisinin, aynı zamanda câminin de imamı olması gerekiyordu. Şayet bu bölge, başşehir ise, devlet başkanının namaz kıldırması lâzımdı. Herhangi bir câminin imamı, bir bölgenin vâlisi olmuyor; bilakis o bölgenin valisi, aynı yerin câmisinin de imamı oluyor ki, bu onun için bir imtiyazdır. Böylece o yörenin halkı, günde beş defa yöneticisini görmekte, şikâyetlerini arzedebilmekte ve bu sâyede onu kontrol etmektedir. Sözgelişi; o bölge yöneticisi vatandaşının işini aksatıyorsa, bu takdirde o vatandaşın başkente gidip şikâyetini arzetme imkânı olacaktır. Böylece devlet başkanı, kamuoyunun sesine kulak vermiş olacak ve halkıyla daha sağlıklı bir diyaloga girecektir. (İslâm Müesseselerine Giriş, M. Hamidullah, s. 88-90)
Gerek asr-ı saâdette, gerekse dört halîfe devrinde; müslim ve gayr-ı müslimlerin ihtiyacı, valilere gönderilen senelik emir ve yazılarda sunulurdu. Valiler, mescid, câmi ve namazgâhlarda verilen kararları sorar, anlar ve cevap olarak kararların özetini yazarlardı. Arafat'taki genel toplantıda; mahalle câmilerinden itibaren derece derece gelen haberler değerlendirilir ve ona göre karar verilirdi. İstibdat devrinde (Emevîler ve diğerleri), İslâm hâkimiyetinin esası olan meşveret ve teşkilat da bozuldu. Mescidler ve hacda yapılan siyasî, sosyal ve iktisadî meşveret ve telkinat kaldırıldı. Mihrabdan ve minberden yapılan telkinlerin, konuşmaların yerini yalnızca duâlar aldı. Oysa câmiler, sadece namaz kılmak için değil; aynı zamanda müslümanların birbirleriyle görüşüp tanışmaları için takdir olunan mekânlardır. Allah Rasûlü, şu âyetin hükmüne uyarak câmide ashâbıyla sık sık istişâre ederdi: "(Yapacağın) İş hakkında onlarla istişâre et." (3/Âl-i İmrân, 159). Namaz, cemaat ve istişârenin birbirinden ayrılması mümkün değildir: "Rablerinin çağrısına icâbet ederler, namazı kılarlar ve işleri aralarında istişâre iledir." (42/Şûrâ, 38)
Müslümanların istişâresi, mahalle câmiinden başlayarak Arafat'a kadar uzanan birkaç kategoride gerçekleşir: Cemaatin getireceği haberler, mahalle câmiinde müşâvere edelip karara bağlanır. Haftalık Cuma namazlarında ise, bütün mahalle câmii cemaatlerinin katılım ile, daha büyük bir mecliste, seçilmiş bir hatip tarafından İslâm âlemine ait bir haftalık haberler ve açıklamalar müslümanlara duyurulur. Câmi-i Kebîr veya Namazgâh'ta kılınan Bayram namazlarında ise, İslâm dünyasını ilgilendiren bir senelik olaylar ve haberler hatip tarnafından özet olarak arz ve izah olunur. Bütün İslâm ülkelerinde ve şehirlerinde meydana gelen olayları ve haberleri öğrenmek ve bunları değerlendirmek üzere gücü kudreti yeten müslümanlar Arafat'ta toplanır. Bu ibâdet ve meşveret mahallerinde müslümanlar eşitlik kuralına uyarlar. Kimsenin kimseye meslek, maddî güç, makam vb. açısından üstünlüğü olmaz. Herkes aynı safta ve omuz omuzadır. Bu yüzdendir ki, imamın da cemaatten yüksek bir yerde namaz kıldırması câiz değildir (Ebû Dâvud, Salât 67). Hatta bazı ülkelerde günümüzde de görüldüğü gibi, mihrabdaki imam, cemaatin önüne geçtiği için gurura kapılmasın diye, cemaatin bulunduğu ve secde ettiği zeminden daha aşağıda olan mihrabda namaz kılar. İmamın, namazdan sonra arkasını mihraba, yüzünü cemaate dönüp oturması, duâ için olmayıp, kendisini imam seçen cemaatle istişâre ve tartışmaya başkanlık etmek içindir. (Namaz, Abdullah Yıldız, s. 177-179).
Câmiler, tarihî süreç içinde, bu fonksiyonlarının bazılarından siyasî amaçlar yüzünden kasıtlı olarak uzaklaştırılırken; bazen de gelişen toplum ve çoğalan nüfus paralelinde câmiler çok fazla kurumu namaz kılınan alan içinde taşıyamaz olarak değerlendirildi. Bünyesinde topladığı bunca hizmetler, zamanla mescide sığmaz oldu ve sonuçta külliyeler, imâretler doğdu. Böylece mescid, birçok müessesenin kendisinden kaynaklandığı bir ana kurum olmuştu. Günümüzde mescidlerin bazı fonksiyonları tümüyle tarihe karışmış, bazı icraatlarını da kısmen farklı şekilde vakıflar, dernek ve cemaatler üstlenmiştir. Bir iş, ne kadar namaz ve zekâta benziyorsa o kadar ibâdet yönü ağır bastığı gibi; mescidlere benzediği oranında kurumlar, vakıf ve teşkilatlar hayır kurumu olacak, Allah’ın râzı olduğu mekânlar haline gelecektir.