Münâfıklarca Medine’de inşâ edilen mescide, müslümanlara zarar verme amacıyla yapıldığı için “zararlı mescid” anlamında Kur’an’da Mescid-i Dırar denilmiştir (9/Tevbe, 107). Mescid-i Dırar, münâfık ve İslâm düşmanlarının işbirliğiyle yaptırılmıştır. Hz. Peygamber, münâfıkların amacını bildiren vahiy üzerine bu mescidi yıktırarak müslümanlar arasında fitne kaynağı olmasına izin vermemiştir.
Medine’de münâfıklar, İslâm aleyhindeki faâliyetlerini açıkça ve rahatça yapamadıkları için İslâm devletinin takibinden kendilerini koruyacak, gizli çalışmalarını yürütmeye elverişli bir merkeze ihtiyaç duyuyorlardı. Aslen Medine’li olduğu halde, Hz. Peygamber’in Medine’ye hicret etmesi üzerine İslâm’a ve Hz. Peygamber’e düşmanlığı ve hışmı dolayısıyla önce Mekke’ye, daha sonra da Bizans ülkelerine giden Ebû Âmir er-Râhib/el-Fâsık (Hz. Peygamber, onun er-Râhib lakabını el-Fâsık şeklinde değiştirmiştir) irtibatlı bulunduğu Medine’deki münâfıklara mescid şeklinde bir merkez kurmaları tavsiye ve tahrikinde bulundu.
Bunun üzerine münâfıklar, 9/630 senesinde Medine’de Sâlim bin Avf oğullarının bölgesinde Kubâ Mescidi’ne yakın bir yerde sözde bir mescid inşâ ettiler. Bundan sonra Hz. Peygamber’e mürâcaatla içlerinden yaşlıların ve özür sahiplerinin devamlı merkezdeki Medine Mescidine gelemediklerini, bazen yağmurlu ve soğuk günlerde kendilerinin de cemaate katılamadıklarını, bu sebeple kendi bölgelerinde namazı cemaatle kılabilmek üzere bir mescid inşâ ettiklerini belirterek, mescidlerine gelip namaz kıldırmasını ve böylece bu mescidin açılışını yaparak resmen tanınmasını istediler. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.s.), Tebük Gazvesi’nin hazırlıkları ile son derece meşguldü ve sefere çıkmak üzere idi. Bu sebeple kendisine müracaat edenlere, ancak seferden döndükten sonra mescidlerine gelebileceğini belirtti.
Fakat Hz. Peygamber (s.a.s.), Tebük Seferinden dönerken Medine yakınlarında Tevbe sûresinin 107-110. âyetleri nâzil oldu. Bu âyetlerde sözkonusu mescidin zarar verme (dırar), inkâr etme, müslümanlar arasında ayrılık çıkarma, daha önce Allah ve Rasûlüne karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlama amacıyla yapıldığı, münâfıkların bu amaçlarını gizlemek için “biz sadece iyilik yapmak istiyorduk” diye yemin ettikleri, buna rağmen yalancı oldukları belirtilerek şöyle buyuruluyordu:
“Bir de (mü’minlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Rasûlüne karşı savaşmış olanı beklemek için “mescid-i dırar” (bir zarar mescidi) kuranlar ve ‘(bununla) iyilikten başka bir şey niyet etmedik’ diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah, onların kesinlikle yalancı olduklarına şâhitlik eder. Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takvâ üzerine kurulan mescid içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda, temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da temizlenenleri sever. Binasının temelini Allah’tan korkma ve O’nun rızâsını kazanma esası üzerine kuran mı, yoksa binasını bir uçurumun kenarına kurup da onunla cehennemin ateşine göçen mi daha hayırlıdır?! Allah, zâlimler güruhunu doğru yola sevketmez. Yürekleri paramparça oluncaya kadar yaptıkları o mescid, daima bir şüphe kaynağı olarak kalplerinde kalacaktır. Allah alîmdir/her şeyi bilir, hakîmdir/hikmet sahibidir.” (9/Tevbe, 107-110)
Münâfıklar, Dırar Mescidini açmak için Hz. Peygamber (s.a.s.)’in seferden dönmesini bekliyorlardı. Hz. Peygamber, Medine’ye dönünce, gerçek mâhiyeti konusunda bilgilendirildiği, yönlendirildiği Dırar Mescidini, görevlendirdiği birkaç sahâbe vâsıtasıyla yaktırarak ortadan kaldırdı. Böylece münâfıkların belli bir merkezde üslenerek faâliyette bulunmalarına fırsat vermedi. Bu sözde mescidin yakılması eylemi, İslâm toplumunun birliğini bozmaya yönelik faâliyetlere hiçbir şekilde izin verilmeyeceğine dair bir kanıtıdır. Bu olay ayrıca İslâm düşmanlarının hâince amaçları için İslâm’ın temel kurumlarını bile kullanmaktan çekinmeyecekleri konusunda müslümanlara yapılan bir uyarı niteliği taşımaktadır. (15)
“O mescid-i dırarda ebediyyen namaz kılma!” (9/Tevbe, 108). Mûteber tefsirlerde Dırar Mescidini, Ebû Âmir’in emrinde olan on iki münâfığın yaptırdığı kaydedilmektedir. Münâfık, akaid noktasından “kâfir hükmünde” olduğuna göre, kâfirler tarafından inşâ edilen, mü’minlere zarar vermek, tefrikayı artırmak ve ideolojilerini yayarak küfrü güçlendirmek niyetine mâtuf olan her mescid, “Dırar” özelliğini taşır. Binâenaleyh “bir mescidin makbûl bir İslâm mâbedi olabilmesi için; helâl bir mal ile, sırf Allah rızâsı için inşâ edilmiş olması icabeder.” Müctehid imamlar; “kâfirlerin inşâ ettikleri mescidlerde namaz kılınamayacağı ve haram mal ile mâbed yapılamayacağı” hususunda müttefiktirler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in sahâbe-i kiramdan Maan bin Adi, Mâlik bin ed-Dahşemi, Amr bin Yeşküri ve Vahşi’yi (r.a.) çağırıp “halkı zâlim olan şu mescide gidin, onu yıkın ve enkazını da ateşe verin!” buyurduğu bilinmektedir. Günümüzde bile; “Dırar mescidi”nin arsası, çöplük olarak kullanılmaktadır.
Bütün müfessirler, mescidlerin temellerinin takvâya dayanması hususunda müttefiktirler. Dünyevî hırs ve tamah içinde kıvranan insanların; mescid gibi maddî olan bir binanın, takvâ gibi mânevî bir temele nasıl dayanacağını kavramaları oldukça güçtür. Dırar Mescidi olayında ilgi çekici diğer bir yön gözden kaçırılmamalıdır. Bu mescidde namaz kıldıran; Hz. Mecmaa (r.a.) gibi genç bir sahâbi vardır. Hz. Ömer (r.a.)’in hilâfeti döneminde mü’minler bir mescid inşâ ettirince, imam tâyini için Hz. Mecmaa üzerinde dururlar. Hz. Ömer (r.a.): “Hayır, o kimse evvelce Mescid-i Dırarın imamı değil miydi?” buyurur. Hz. Mecmaa (r.a.) bu sözlere çok üzülür ve “Ey mü’minlerin emîri! Ben onların içlerinde gizledikleri nifakı ne bileyim!” diyerek özür beyan eder. Bunun üzerine Hz. Ömer, mü’minlerin isteğine uyarak Hz. Mecmaa’nın imâmetini tasdik etmiştir.
Allah’ın indirdiği hükümleri inkâr ettikleri; beyyine ve ikrarla sâbit olan kâfirlerin yaptırdıkları bütün mescidler, “Dırar” mescidi hükmündedir. Çünkü kâfirler; tarih boyunca mü’minleri, bu yolla aldatmayı mahâret saymışlardır. Mü'minler mescid hususunda titiz olmalıdırlar. Günümüzde yapılan mescidler, kadı'nın iznine dayanmadığı için "Mescid-i Takvâ" özelliğine sahip değildirler. Ancak İslâm'a zarar vermek gibi bâtıl bir niyet ile inşâ edilmedikleri için "Mescid-i Dırar" olarak da nitelendirilemezler. "Mescid-i meçhul" demek mümkündür. İslâm cemaati ihyâ edilir ve şartlara uygun mescidler yapılırsa, problem çözülmüş olur. (16)
Müslümanların kontrolünde, Allah’ın dininin topluca ikamesi için hareket merkezi olan mescid, müslümanların kontrolünden çıktığı zaman müslümanlar için en büyük tehlikelerden biri olacaktır. Çünkü mescid, müslümanların buluştukları, dertleştikleri, yardımlaştıkları, kendi meseleleri ile ilgili kararlar aldıkları, kâfirlere karşı stateji belirledikleri bir sığınak, bir kale, İslâm devletinin bir yönetim yeridir. Allah’la yüz yüze geldikleri, Allah’ın emirlerine imza attıkları bir yerdir. Câmilerin birçok fonksiyonu yanında, en önemli ve olmazsa olmaz özelliği müslümanların kontrolünde olmasıdır. Câminin müslümanların kontrolünde olması demek, orada müslümanların sadece namaz kılmaları demek değildir. Câmide okunan hutbenin sadece Allah’ın hâkimiyetini tescil yönünde okunması, Allah düşmanlarına karşı alınması gereken tavrın takınılması, müslümanlar üzerindeki oyunların bozulması ve daha önemlisi, Allah’ın dinine gerçekten inanan, Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmayan, tâğûtî rejimi kuvvetlendirmek için insanlara telkinde bulunmayan, zâlimlere tavır alınması gerektiğini gösteren samimi müslümanlar tarafından idare edilmesidir.
Bir mescidin “Dırar” olmasının temel sebebi, taşının, halısının, binasının kâfir eliyle yapılması değildir. Sözgelimi, Ayasofya gibi nice mescidler, ilk yapılışlarında tümüyle farklı şekilde ve başka niyetlerle yapılmış olsalar da, müslümanların kontrolünde gerçek mescid halinde kullanılmasında hiçbir sakınca görülmemiştir. “Dırar” denilmesinin asıl sebebi, Allah’ın dininden başka din icad edenlerin mü’minler için tuzak kurmak, onları birbirine düşürmek, aralarına tefrika sokmak ve Allah’ın dinini hükümsüz bırakmaktır. Yani, İslâm’a ve müslümanlara zarar vermektir. (17)
Mescidin gerçek anlamda işlev üstlenmesi için, kuruluşunun Allah rızâsı ve takvâ üzere olması ve arınmayı biricik gâye edinen insanların orada toplanması gerekmektedir (9/Tevbe, 108). Riyâ, gösteriş ve dünyevî çıkar için yapılan mescidlerden hayır gelmez. Böyle mescidlerde toplananların gayesi Allah'a varmak için arınma olmaz. Bu tür mescidler, mü'minler arasında tefrika çıkarmak, insanları gözetlemek ve fitne yaymaktan başka bir işe yaramaz. Böyle mescidler, dırar mescididir, yani zararlı mescidlerdir (bkz. 9/Tevbe, 107).