Üçüncü sûrenin yedinci âyetinde, kınanan kimselerden, kalplerinde eğrilik bulunanlar biçiminde söz ediliyordu. Eğrilik kelimesinin Kur’ân dilindeki karşılığı zeyğdir. Bu kelime, bir kimsenin önce istikamet üzere iken, daha sonra ondan ayrılma ve sapma durumunu anlamlandırır. (Bkz, Râgıb el-Isfehânî, Müfredât, İstanbul, 1986, ‘Zyğ’ kökü. Kelimenin Kur’ân’daki kullanımı için bkz. 61/Saff, 5, 9/Tevbe, 117). Nitekim aynı kök, yedinci âyetten hemen sonra, bu anlamı belirleyen bir söz dizisinde yer almaktadır; “Rabbımız, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme (zeyğ).” (3/Âl-i İmrân, 8)
Demek ki, yedinci âyette kınanan kimseler, kendilerini Hak yola nispet ettiği halde, gerçekte sapmaya meyilli olan, Kitapla ilişkisini kesmemiş olan kimselerdir. Zâten, “Müteşâbihlere uyarlar” ifadesinden de bu durum anlaşılmaktadır. Bu niteleme, “Kitabın bir kısmına inanırlar” Kitap ehlinin durumunu açıklayan bir âyette şöyle denir; “Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” (2/Bakara, 85) demek gibidir.
Bireysel değişimler, birbirinin açılımı olan hükümler silsilesi üzerine oturur. Eğitilecek olan eğer toplum ise, bu durum daha da bir önem arz eder. Kemikleşmiş inanç ve alışkanlıkların yerine, yeni bir şey öğretebilmenin temel şartı, adım adım ilerleme (tedrîc) yolunu izlemektir. Bu ise ancak derece derece öğretme (kerteleme) ile başarılabilir. Bunun için de nassı sâbit, ama anlamı son söylenecek söze doğru hareketli olan, daha doğrusu onunla benzeşen söz gereklidir.
İsâ peygamberin; Tanrının oğlu ve hatta Tanrı olduğuna inanan bireylerden oluşmuş toplumu düşünelim. Onlar bu inançlarını Kutsal Kitap İncil’e dayandırıyorlar. Bu durumda, Kur’ân-ı Kerim, Tevrat ve İncil’e asla yanlış isnat etmiyor. Önceki kitapların söylediklerini -Kitap ehlinin yanlış anlama ve tahriflerine işaret ederek- kesin bir dille teyit ve tasdik ediyor. İşte bu beyana, üçüncü sûrenin yedinci âyetinin hemen öncesinde rastlanmaktadır: “Sana kitabı gerçek ile ve kendisinden öncekini doğrulayıcı olarak indirdi.”
Kur’ân-ı Kerim’in, Kitab-ı Mukaddesi teyit ve tasdik etmesi, âyetlerinin onun âyetleriyle benzeşmesi anlamına gelir (Muhammed Hamidullah, Kur’ân’ın bu durumu onayladığına işaret eder; “Allah, sözün en güzelini, benzeşen ve sık sık tekrar edilen bir Kitap olarak indirdi” “Buradaki benzeşen” ifadesi, muhtemelen Kur’ân’ın, Kitab-ı Mukaddes gibi eski İlâhî kitaplara benzediğine işaret ediyor.” Bkz; Aziz Kur’an, Le Saint Coran, Zümer Sûresinin 23. âyetinin açıklaması). Bu nedenle Kur’ân, Kitap ehlini bilgilendirmeye onların, Tevrat ve İncil’den anladıklarına benzeşen âyetlerle başlıyor. Anne Meryem’in seçilmişliğini ve temizliğini onaylıyor. Oğul İsa’nın doğumundaki olağandışılığı tasdik ediyor. Onu “Allah’ın ruhu” olarak niteliyor. Peygamber İsâ’nın çamurdan kuş yapıp onu canlandırmasına değiniyor. Fakat bütün bunların arkasından da tanrının bir olduğunu, oğul ve kızları olmadığını belirtiyor. Hz. İsâ’nın ikinci hayatta yargıçlık yapacağı inancına karşı da, orada tek yargıcın Allah olduğunu, asla adam kayırma ve torpil yapılamayacağını, adâletin mutlaka tecellî edeceğini söylüyor.
İşte görülüyor ki bu eğitim ve öğretim seyridir. Kur’ân önceki kitapları onaylar. Onların öğrettiklerinin üzerine, yeni şeyler bina eder. Arkasından da yanlış anlamalara temas ederek doğruları açıklar. Ama kalbinde sapma meyli olan kimseler, kendilerine doğrular geldikten sonra bile, geriye dönmek isterler. Bunun için en uygun yöntem, aşama aşama öğreten âyetlerden bir kapı aralamaktır.