“Şu, Allah’ı unuttuklarından dolayı, onlara nefislerini (kendilerini) unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar fâsıklardır.” (50/Haşr, 19). Bilindiği gibi, Kur’an, Allah’ın koruması altındadır. Kâinattaki her şey de Allah’ın denetimine tâbîdir. Ancak, Rabbimiz insanlara toplumsal alanda kısıtlı, denetli bir seçme özgürlüğü tanımıştır. O yüzden insanlar, Yaratıcısının râzı olmayacağı eylemler de ortaya koyabilmektedirler. Çünkü insanoğlunun nefsi (özü) iki eğilimlidir: Fücur ve takvâ.
İnsanoğlunun kötü eğilimleri; ekinin, neslin, İlâhî dengelerin bozulmasına yol açabilmektedir. Nankörlüğe, zâlimliğe meyilli olan nefis, nasıl ekolojik dengeyi bozuyorsa, toplumda adâletin ikamesinin teminatı olan İlâhî vahye karşı da haddini aşabiliyor.
Hayat tarzını fucûra dayalı olarak oluşturan insanlar, İlâhî vahye karşı iki şekilde tavır gösterebiliyor: 1- İlâhî bildirimi inkâr, 2- İlâhî bildirimi tahrif. Tahrif, nübüvvet kurumu kadar eski bir davranıştır. Kısaca vahyi, aslî özünden uzaklaştırmak diyebileceğimiz tahrif de, iki şekilde günde gelebilir: 1- İlâhî vahyin kelimelere dökülmüş halini değiştirerek tahrif, 2- Tefsir ederek, yorumlayarak tahrif. Konumuz olan nefis kavramı, birçok Kur’an terimi gibi ikinci tür tahrife konu olmuştur. Bu Kur’ânî ıstılah üzerinde en çok felsefeciler ve tasavvufçular oynamışlardır. Yunan kültüründeki insanı parçacı olarak algılama eğiliminden doğan ruh-beden ikilemi şeklindeki tasavvur, müslüman zihinleri parçalamış, laik sapmalara yol açmıştır.
Kadim kültürleri ve Yunan kültürünü Arapça’ya çevirirken kelime, kavram karşılıkları arama çabaları bazen Kur’ânî terimlerin anlam kaymasına yol açmış, nihâyet tahrifine neden olmuştur. Tahrif edilen kavramlardan birisi de “nefs”dir. Latince, Grekçe “ruh” (sprit) kavramına Arapça’da karşılık olarak “nefs” kavramı kullanılmıştır. Bu yanlışlık yanında, tasavvufçuların da nefis kavramını tahrif ettikleri açıktır. Tasavvufçular, nefis kavramını sürekli olumsuz çağrışımlarla izah etmişlerdir. Oysa Kur’an’da bu ıstılah, tek boyutlu olarak ne tam olarak olumluya, ne de tam olarak olumsuza işaret etmek için kullanılmıştır. Nefsin olumlu yönleri de vardır, olumsuz yönleri de vardır; Tıpkı insan gibi. İyi insanlar da vardır, kötü insanlar da vardır. Nefsin iyi hasletleri de vardır, kötü hasletleri de.
Müslümanca düşünmek ve müslümanca yaşamak için, Kur’ânî terimlerin aslından, özünden uzaklaştırılmasını önleme gayreti gerekmektedir.
Nefis terimi, başka bir anlama geldiğine ilişkin kesin bir delil olmadığı sürece, insanın bizzat kendisini ifâde eder. Bu terime izâfe edilen zamirler müennestir (dişil). Çünkü kelime, semâî müennestir. Buna rağmen, maalesef birçok mealde bu kavrama müzekker ifâdeler yüklendiğini görüyoruz. Örneğin, nefse Âdem anlamı verilmektedir. Oysa nefis, erkek, kadın bütün insan cinsi için kullanılması gereken bir muhtevâya sahiptir. Nefis kelimesi, insan için kullanıldığında insanın nefsi, onun benliği, özüdür. Yaşayan canlı varlık, hayat özü, şahsî kimlik, insanlık, insan niteliklerinin toplamı gibi tanımlamalar da nefsi anlatmaktadır. Kur’an’da nefis, insan için kullanıldığında; “benlik, kişilik, fıtrat, şâkile” anlamlarında değerlendirilimiştir; hem iyiliğin hem de kötülüğün taşıyıcısı olabilen bir vasfa sahiptir. Meselâ Secde sûresinde nefis, kadın-erkek bütün insanları ifade eden muhtevayla kullanılmıştır: “Eğer dileseydik, her insanı (nefsi), doğru yola ulaştırırdık.” (32/Secde, 13). Kur’an’da nefis, genellikle zât, şahıs, kişi anlamında kullanılmıştır (18/Kehf, 74; 2/Bakara, 72, 286; 20/Tâhâ, 40; 28/Kasas, 19, 33). 17/İsrâ sûresi 25. âyetinde de “içler, kalpler” anlamında kullanılmıştır. Bazı âyetlerde de can, canlar anlamında zikredilir (6/En’âm, 93; 9/Tevbe, 55, 85).
Nisâ Sûresi 1. âyette geçen “nefs” terimine birçok müfessir, Âdem anlamını yüklemiştir. Nefs kavramının semâî müennes oluşunu da gözönünde tutarak Muhammed Abduh buradaki kullanımın insan soyunun ortak kökenini, ortak özelliklerini ifâde ettiğini söylemiştir (Tefsîru’l-Menâr, c. 4, s. 323).
Kur’an’daki ilgili âyetlerden anlıyoruz ki, nefs, insanın kendisi, insanı insan yapan özdür. Bu özün niteliklerini Şems Sûresi bize şu şekilde haber vermektedir: “Andolsun nefse, takvâsını ve fücûrunu ilham edene.” (91/Şems, 8). Bu âyetten Rabbimizin bütün nefislere (insanlara) fücur ve takvâ ilham ettiğini öğreniyoruz. İlham vurgusu; şuur ve insan irâdesi dışında Yaratıcının iyi ve kötü eğilimler yerleştirdiğini ifâde eder.
İnsanlar kurdukları yaşam alanlarında esas itibarıyla ya kötüye dönük, ya da iyiye yönelik, kötülükten sakınan eylemler ortaya koyarlar. Bu eylemler iyiyi ve kötüyü temyiz yeteneği sâyesinde ortaya çıkmaktadır. Aynı konuya Beled ve İnsan Sûrelerinde de değinilmiştir: “Biz ona hayır ve şer olarak iki yol gösterdik.” (90/Beled, 10); “Biz ona yolu gösterdik; ya şükredici (şâkir) veya nankör (kâfir) olur.” (76/İnsan, 3)
Bütün insan topluluklarının hayır ve şer tasavvurundan bütünüyle uzak olmaması evrensel bir gerçektir. İnsanlık tarihinin her döneminde belli doğrularda uzlaşılması, iyiye yönelik kabiliyetlerin insan fıtratında mevcut olduğunun apaçık ispatıdır. İnsan iyiye ve kötüye meyilli olarak yaratılmıştır. Ancak nefisten (kişiden) istenilen, takvâyı tercih ederek Allah’a kulluk etmektir. Nefis, Yaratanına bağlanmalı, sadece O’na ibâdet etmeli, yaratılanların önünde eğilerek kula kul olmamalıdır. Böylece Allah’a bağlılık, alçaltıcı kulluktan nefsi kurtarır. Allah nefse kendini temizleme eğilimini de, kirletme potansiyelini de vermiştir (75/Kıyâmet, 2; 79/Nâziât, 40; 80/Abese, 7; 87/A’lâ, 14). “Nefsini temizleyen kurtulmuş, kirletip örten iflâs etmiştir.” (91/Şems, 9-10).
Kur’ân-ı Kerim’e göre nefsin tüm arzuları kötü değildir. Nefs, insan yapısındaki tabiî eğilimlerin toplamıdır. Nefsin hevâ ile ilgili istekleri önlenmelidir. Ölçüsüz isteklerde gündeme gelen hevâ, nefsin olumsuz yönüdür. Hevâsına uyanlar kendilerini müstağnî gören zâlim ve sapıklardır. Örneğin insanın cinsel arzu duyması kötü değildir. Ancak bu arzusunu zinâ ile doyurması fücurdur, yani kötüdür (4/Nisâ, 27; 28/Kasas, 50; 30/Rûm, 29; 45/Câsiye, 23; 47/Muhammed, 16; 79/Nâziât, 40).
Kur’an’da nefis, insanın bireysel kişiliğini ifâde etmesinin yanında, 13/Ra’d Sûresi 11. âyetindde toplumsal kişilik anlamında da kullanılmıştır. Âyet-i kerîmeye göre tıpkı bireysel tekâmülde olduğu gibi, toplumsal tekâmülde de irâde etmek, özü harekete geçirmekle mümkün olabilmektedir. Burada kısaca fücurdan bahsetmekte fayda vardır.
Fücur, lügatte yarıp parçalamak demektir. Kur’an’da takvâ ile zıt anlamlı olarak kullanılmaktadır. Elmalılı, konuyla ilgili olarak şu bilgiyi vermektedir: “Fücur, haktan sapıp hak yolunu yarmak ve hak nizamından çıkıp fıska, isyâna düşmektir. Bilhassa zinâ, yalan vs. gibi edepsizlikler yoluyla şerre, isyâna düşmeye fücur denir.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Y. s. 5857). Fücurun ism-i fâili olan fâcir, Kur’an’da küfür gibi nitelemelere tâbî tutulmaktadır. “Gerçekten eğer Sen onları bırakırsan, Senin kullarını sapıtırlar ve günahkâr (fâcir) nankör kâfirlerden başka doğurmazlar.” (71/Nûh, 27). “Fâcir”, müttakî ve ebrârın (iyiler) zıddıdır (38/Sâd, 28; 82/İnfitâr, 13-14). Kur’an’da fâcirin cehennemlik olduğu konusunda açık beyanlar bulunmaktadır. Kısaca fücur ve fâcir, insanların kişilik bozukluklarını, ruh kirliliklerini, kötüye olan eğilimlerini ifâde eder. Fücûrun zıddı takvâ ise fıtratta yer alan iyiye yönelim yeteneğidir.