Yer ve gökteki yaratıklar, direkt veya dolaylı olarak insana hizmet etmekte. Ama insanın fâni maddesine değildir bu hizmet. Madde, asıl amaç değildir ki, varlık ona hizmet etsin ve ona tâbi olsun. Eğer öyle olsaydı, ölü ve meselâ 80 kg. olan insanın cesedi, 3 kg. olan bebekten daha önemli olurdu. Ama gerçek böyle değildir. Biz o cesedin önemli olmadığını, onu bir an önce toprağa vererek insanlık tarihi boyunca fiilen göstermekteyiz. Bu örnek, bize maddenin mânâya hizmet ettiğini, o mânânın da ruh ve ruhun ışığı olan hayat ve hayatın nuru olan şuur olduğunu; hayatı, ruhu, şuuru ve aklı olanlara açıkça gösteriyor. Madde, hayat ve ruhun gösterdiği yönde hareket eder.
Evrenin en önemli neticesi ve yaratılış hikmeti hayattır. Elbette bu hakikat, geçici, kısa, noksan, elemli dünya hayatına münhasır değildir. Olsa olsa, bu hayat ağacının gâyesi, neticesi ve o ağacın büyüklüğüne lâyık meyvesi, ebedî hayattır. Yoksa, bu önemli cihazlarla techiz edilen hayat ağacı ve şuur sahibi insan; meyvesiz ve faydasız bir şekilde yokluğa karışacak ve belki mutluluk yönüyle bir serçeden daha aşağı olacak, zelîl ve bîçare yaşayıp yok olup gidecek. Halbuki insan, cihaz ve sermaye yönünden yeryüzünün halifesi/efendisi makamındadır. İşte bu dünyada başlayıp esas şekliyle âhirette yaşanacak hayat, ruhun bir çeşit görünümüdür.
Varlığın mükemmelliği hayat iledir. Esasen varlığın hakiki varlığı hayat iledir. Hayat, varlığın nurudur. Şuur, hayatın ışığıdır. Hayat, her şeyin başıdır ve esasıdır. Hayat, her şeyi bir hayat sahibi olan şeye mal eder. Bir şeyi bütün eşyaya mülk ve sahip hükmüne geçirir. “Ey iman edenler! Sizi kendinize hayat verecek şeylere dâvet ettiği zaman Allah'a ve Rasûlü’ne icâbet edin ve bilin ki Allah, gerçekten kişi ile kalbinin arasını açar ve siz O’na haşrolunacaksınız.” (8/Enfâl, 24)
Ruh, hayat kaynağı olduğu gibi, vahy/Kur’an da insanı ihyâ eden, mânen ölü durumundaki canlı cesetleri dirilten hayat menbaıdır.