Nesh, Eski Şeriatlerin Kur’an Âyetleri Tarafından Geçersiz Kılınmasıdır

 

İlk insandan günümüze insan toplumunun içinde bulunduğu şartlar sürekli değişmelere mâruz kalmıştır. İlk dönemlerdeki toplumların sosyal yapıları, ihtiyaçları ve onları kuşatan şartlar, günümüz toplumlarındakinden farklıdır. Bu farklılıklar vâki oldukça toplumların hukuk, iktisat ve benzeri sosyal kurumlarının da  ihtiyaç  oranında  değişmesi  kaçınılmaz  olacaktır.  Bu sebeple insanlara hak yolu göstermek; dünya ve âhiret saâdetini temin etmekle görevli peygamberlerin sosyal kurumlar açısından farklı ilkelerle gönderilmeleri doğaldır. Risâletle gönderilen her peygamber, önceki risâletin sosyal kurumlarla ilgili ilkelerini kısmen veya tamamen yürürlükten kaldırmıştır. İşte sonraki bir peygamberin, öncekinin risâletini yürürlükten kaldırmasına nesh diyoruz. Kur’an, bu anlamdaki neshin vuku bulduğundan bahseder.

Her ne kadar yahûdilerin büyük bir kesimi ile hıristiyanlardan bazıları, sonraki bir peygamberin, öncekinin risâletini yürürlükten kaldıramayacağını; Allah neyi emretmişse bunun kıyâmete kadar kalıcı olması gerektiğini savunmuşlarsa da, insanlığın tarihî seyri içerisinde yeni birtakım problemlerle karşılaşması; toplumlara hâkim şartların değişmesi bunu zorunlu kılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerim’in inişinden kıyâmete kadar geçecek dönem içerisinde toplum ihtiyaçlarının farklılıklar göstereceğini de şüphesiz hesaba katmamız gerekiyor. Bunun bir sonucu olarak birtakım hükümlerinin bazı zaman ve mekânlar açısından askıda kalacağını kabul etmemiz gerekir. Ancak bu askıda kalma işi kıyâmete kadar devam etmez. Yani, askıya alınan hüküm, tümden yürürlükten kalkmaz. Onları gerektiren şartlar sözkonusu olduğunda aynı hükümler tekrar yürürlüğe girer. (9)

Klasik nesh teorisi, Kur’an’ın sonsuza dek geçerliliğine aykırıdır. Bundan şu sonuç çıkmaktadır: Kur’an’ın neshedilmiş olan hükümleri neshedilişlerinden önce ebediyyen yürürlükte sayılıyordu, ama neshedilmekle ebedîliklerini yitirmiş oldular. Kur’an’da bulunmakla birlikte bu âyetler, şimdi fonksiyonlarını yitirmiş, kullanılmaz durumdadırlar. Pratik bir değer taşımadıkça, bu âyetlerin sırf Kur’an’daki varlıkları ile ebedî olamayacakları belirtilmelidir. Kur’an’ın ebedîlik kavramı, onun bütün hükümlerinin ümmet içinde sonsuza kadar yürürlükte kalmasını gerekli kılmaktadır. İşte bu yüzden, bazı âyetlerin ilgâ edilmiş olduğu iddiasının makul bir temeli olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Kur’an, yirmi üç yılda parça parça vaheyedildi. Genellikle her âyet, kendine ait sosyal şartları içinde indi. Oluşum halindeki İslâm topluluğu geliştikçe, Kur’an vahyi de değişen şartlara ve çevreye ayak uydurmakta idi. Belli durumlarda inen âyetler daha sonra değiştirildiklerinde ve geliştirildiklerinde neshedildiklerini belirtmediler. Bu yüzden Kur’an’ın hükümlerini farklı zaman ve yerlerde uygulamak için, her âyetin vahyedildiği tarihî ortam öğrenilmeli ve daha sonra, Kur’an bir bütün olarak uygulanmalıdır. Böylece, Kur’an hükümlerinin belli bir durumda vahyedildiğini genelleştirebiliriz. Bir hükmü, ardından gelen ile neshetmek yerine; onu, vahyedildiği andakine benzer şartlarda uygulamak daha doğru görünmektedir.

Bir örnek vermek gerekirse; Mekkî sûrelerde müşriklerin saldırılarına karşı müslümanlardan sabırlı ve tahammüllü olmalarını isteyen birçok âyet vardır (Meselâ, 16/Nahl, 126). Buna mukabil Medenî sûrelerde, müslümanları müşriklere saldırmayı ve buldukları yerde onları öldürmeye çağıran birkaç âyet vardır. Bu iki grup âyet arasında açık bir fark vardır. Müfessirlerin bu iki grup âyeti uzlaştıramadıkları ve bu yüzden, öncekinin sonra gelen tarafından neshedildiğine kail oldukları anlaşılmaktadır. Bu noktada şu soruyu sormak gerekir: Sözkonusu Mekkî âyetler gerçekten ilgâ edildiler mi? Başka bir deyişle, müslümanlar hiçbir durumda, gayri müslimlerin saldırılarına savaş dışında başka türlü tavır alamazlar mı? Ya da, şartlar ne olursa olsun, daima onlarla dövüşüp savaşmalı ve onları öldürmeliler mi? Kur’an’ın amacının bu olduğunu düşünmüyoruz. Sabır ve tahammülü, cihadın savaş dışındaki boyutlarını emreden Mekkî âyetlerin, müslümanların, müşriklerin saldırılarına karşılık veremeyecek durumda ve zayıf oldukları zaman vahyedildiği bilinmektedir. Oysa savaşı  emreden  âyetler,  müslümanların güçlerinin hayli büyüdüğü bir döneme aittir. Görülüyor ki, bu farklı hükümler farklı durumlara aittir ve bu yüzden bunlar arasında bir çelişki yoktur. Buradan ilk olarak şu sonuca varılabilir: Müslümanlar bir yerde güçsüz iseler müslüman olmayanların saldırılarına geçici olarak tahammül edebilirler, savaşın dışında farklı tavırlar sergileyebilirler. Ancak aynı anda, hazırlık yapmalı ve güçlerini geliştirmelidirler. İkinci olarak ise, güçlendiklerinde, savaşa hazır bir durumda bulunmaları ve İslâm düşmanlarının güçlerini kırmaları gerekmektedir. Böylece farklı şartlarda vahyedilmiş hükümlerin, vahyedildikleri zaman içinde bulundukları şartlar ve bakış açıları göz önünde tutularak uygulanabilecekleri açıklıkla ortaya çıkmaktadır. (10)              

Klasik nesh anlayışının Kur’an’a ve Kur’an’ın ruhuna uygun olmadığını şöyle özetleyebiliriz:

Kur’ân-ı Kerim, kendisinin her türlü çelişkiden uzak olduğunu söylüyor: “Hâlâ Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından olsaydı, onda birçok ihtilâf (çelişki) bulacaklardı.” (4/Nisâ, 82). Nâsih ve mensûh âyetlerin varlığı, çelişkili hükümler anlamına gelir ve bu âyetle çelişir.

Bazı âyetleri ebediyyen mensûh kabul etmek, Kur’an’ın muhkem oluşuyla, yani evrensellik vasfıyla uyuşmaz ve onu, yalnızca milâdî 7. yüzyılın şartlarına hapseder. Halbuki 23 yıllık bir nüzul süreci, Peygamber toplumuna hasredilmemeli, tedrîcîlik prensibi, tarihin bütün zamanları için uygulanmalı; Kur’an, her şartın müşküllerine derman olmalıdır. Bu bağlamda siyer ve esbâb-ı nüzûl ilimleri, yardımcı unsurlardır. Neshin varlık nedeni olarak ileri sürülen toplumsal değişim olgusu, Hz. Peygamber’in vefatı ile sona ermiş değildir. İlâhî irâde bunu, bir sünnetullah olarak bütün insanlık için öngörmüştür.

Kur’an’da ve hadis-i şeriflerde, bu konuya delil olacak açık bir nass yoktur. İddia edilenler de geçmiş şeriatleri konu edinmektedir. Sahâbeden bazı rivâyetler, bize kadar gelmişse de, birkaç âhad rivâyetle, mütevâtir olan Kur’an âyetleri mensûh sayılamaz.

Neshin vâki olduğu iddia edilen âyetlerden bazısında Kur’an’da mensûh hüküm bulunmamaktadır. Neshedildiği iddia edilen uygulama, ya bir örftür ya da İbrâhim veya Mûsâ şeriatinin devamıdır. Meselâ, kıblenin tahvîli, âşûra orucu, oruç gecesinde kadınlara yaklaşmak vs.

Âyetlerin nesh bağlamında kategorizasyonu da ilâhî kelâmın korunmuşluğu esasına aykırıdır. Şöyle ki: Usûl kitaplarında ve tefsirlerde âyetler, hüküm ve metnin neshi yönüyle dört kategoriye ayrılır:

a- Hem hükmü, hem tilâveti mensûh âyetler: Sahâbeden âhad bir rivâyet: “Ahzâb sûresi, Bakara sûresi uzunluğundaydı. Sonra Ahzâb sûresinden birçok âyet neshedildi.” (Ubey bin Kâ’b’dan, Sahih-i İbn Hibbân). Hz. Âişe’den rivâyet edildiği iddia olunan aşağıdaki rivâyetse, bu madde ve gelecek madde için bir örnek teşkil etmektedir: “Bilinen on emzirme, hurmete yol açar.” âyeti, Kur’an’da indirilenler arasında idi. Sonra bu âyet, “bilinen beş emme” ile neshedildi. Hatta Rasûlullah (s.a.s.) vefat etti. Bu “bilinen beş emme” insanlar arasında okunuyordu (Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî) (Hanefîler ve Mâlikîler, bu rivâyeti nazar-ı itibara almamışlardır).

b- Tilâveti mensûh, hükmü bâki âyetler: Hz. Ömer’den rivâyet edildiği ve Nur sûresi’nin bir âyeti olduğu iddia edilen âyet(!), bu maddeye örnektir: “Şeyh ve şeyha (-ihtiyar- evli erkek ve kadın) zinâ ederlerse, hemen ikisini de Allah’tan bir ceza olmak üzere recmedin. Allah azizdir, Hakimdir.” Hem Kur'an'a, hem de, "Ömer Kur'an'a  ilâve  ediyor'  denmesinden  korkmasam,  bu recm âyetini Kur'an'a yazardım" dedirterek, Allah'tan değil de insanlardan korktuğu iddia edilerek Hz. Ömer'e iftira edilen bu recm âyeti(!) ile ilgili rivâyetler için bkz. Buhârî, 93/21; Müslim, Hudûd 8, hadis no: 1431; Ebû Dâvud, 41/1. Bu recm âyetini nesheden, rivâyete göre bir keçidir. "Keçi, Hz. Âişe'nin evinde bulunan 'recm âyeti'ni yedi, böylece nesh oldu" (İbn Mâce, Nikâh 36, hadis no: 1944; Ahmed bin Hanbel, 5/131, 132, 183; 6/269).

c- Hükmü mensûh, tilâveti bâki âyetler.

d- Hem hükmü, hem tilâveti bâki âyetler.

Ayrıca, Kunut duâlarının Kur’an sûreleri olduğu ile ilgili Ubeyy bin Kâ’b’ın sözleriyle, Muavvizeteyn sûreleri ile ilgili Abdullah bin Mes’ud’un sözleri, rivâyetler doğru ve bu sözler onlara aitse, kendi kanaatleri olmaktan öteye gitmez. Ancak bu tür rivâyetlerde, Kur’an’ın korunmuşluğunu zedelemek ve İslâm’dan öç almak kasdıyla sinsi İslâm düşmanları eliyle bunların uydurulup piyasaya sürüldüğünü söylemek gerçeğe daha uygundur. (11)             

Kur’an’ın bütünlük ve çelişmezlik ilkesine uygun olarak, âyetler arasında nesh cereyan etmemiştir. Nesh olduğu iddia edilen âyetler, genellikle ya iki ayrı konuyu ifade etmektedir ya da hükümler, içinde bulunulan şartlara uygun olarak zaman, önem sırasıyla ve kesinliğe doğru bir seyirle tedrîcî olarak indirilmiştir. Buna da nesh denmemelidir. Şeriatler arasında da akîdeyle ilgili hükümler, temel hak ve hürriyetler, temel ahlâk kuralları ve tarihî ve melekûtî gayb haberleri konularında neshin cereyan etmesi düşünülemez. Nesh, bazı alâmetlerde (kıblenin değişmesi), imtihana yönelik vaz edilen hükümlerde (Cumartesi günü yasağı), ilişki biçimlerinin değişmesi sonucu yeni düzenleme lüzumunda (boşanmanın cevâzı) veya bazı yiyeceklerde (deve etinin veya içyağının helâl kılınması) cereyan etmiştir.

Eldeki Kur’an’ın bütün âyetleri, hem hükmen, hem de metin olarak geçerlidir, bâkîdir. Farklı gibi görünen hükümler, farklı toplumlarda, farklı şartlarda uygulanabilecek hükümlerdir ve hiç kimsenin, Kur’an’a leke sürmeye veya bazı âyetlerinin formalite icabı, süs olarak durup hükmünün geçersiz olduğunu ifade edip Kitabın bir kısmını reddetmeye hakkı yoktur. Allah’ın kelimeleri, insan düşüncesi ile nesh edilemeyecek kadar yücedir.   

 

1- F. Candan, Nesh Tartışması Akîdevî Bir Konudur, Haksöz, 13

2- Ahmad Hasan, Nesh Teorisi, İslâmî Araştırmalar, sayı 3, s. 108

3- Arif Özel, Nesh Meselesi, Evrensel Mesaj, Haziran 99

4- Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, 97-98 

5- Mustafa İslâmoğlu, Yahûdileşme Temâyülü, 195-200

6- Süleyman Ateş, Kur’an’da Nesh Meselesi, s. 21-23       

7- Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, İşaret Y. 1/30-31

8- Muhammed Gazâli, Kur’an’ı Anlamada Yöntem, 105-111

9- M. Sait Şimşek, Kur’an’ın Anlaşılmasında İki Mesele, s. 83-84

10-Ahmad Hasan, Nesh Teorisi, İslâmî Araştırmalar, sayı 4, s. 106-107

11-Arif Özel, Nesh Meselesi, Evrensel Mesaj, Haziran 99, s. 29-30