Takiyyenin Meşrulaştığı Şartlar Var mıdır?

 

Bilindiği üzere İslam, terör ve şiddete yer vermemiş, fitne ve anar­şiyi yasak­lamıştır. Bu nedenle “Allah'a, meleklere, kitaplara, peygam­berlere, âhiret gü­nüne ve kadere inanmak” şeklinde özetlenebilen İslam'ın te­mel ilkeleri ara­sında şiddete inanmayı prensip olarak öngö­ren bir mad­deye rast­lamak müm­kün değildir. Bu da gösteriyor ki İslam tamamen ba­rışçıl yollarla kendini sunmakta ve böylece de sunulmak istemektedir. Bu gerçeğin en bü­yük ve canlı bir kanıtı da şudur: İslam, egemen bir düzen olarak hayata ge­çirildiği çağlarda, müslüman kişiye olduğu kadar kâfir in­sana da özgürce ya­şama hak­kını tanımış, ona karşı zor kullanmayı kesinlikle yasaklamıştır.

Buna karşın, sadece mesaj veren müslümanlar özellikle tarihte iki defa müş­rikler tarafından şiddetli baskılar altına alınmış, işkence ve kat­liama uğramış­lardır. Bu her iki dönemde de müslümanlar son de­rece za­yıf ve müşriklere oranla küçük birer azınlık durumunda bu­lunmuşlar­dır. Bunlardan birincisi, Mekke'deki İlk İslam Dönemi, ikin­cisi ise yaşa­dığımız günlerdir.

İlk İslam Dönemi'ne baktığımızda müslümanların, müşriklere karşı hiç ta­kiyye yapmadıklarını görüyoruz. İlk müslümanlar her türlü tehli­keyi göze alarak büyük bir cesaretle İslam'ın mesajını her yere taşı­yor, herkese yönelti­yorlardı. Bu nedenle de dayanılmaz işkencelere uğ­ruyor, bazen de şehid edili­yorlardı.

Şu varki İlk Müslümanların, mesaj verdikleri insanlar sırf müşrik idi­ler. Bilindiği üzere alenî müşrik, münafık gibi değil, kimliği çok açık, tavrı nettir. Münafık ise onun tam tersine gizli bir kimliğe sahiptir, sin­si­dir; İçinden kâfir ya da müşrik olmakla beraber, dışından çok samimi bir mü­min rolündedir.

Dolayısıyla günümüzde müslümanın mesaj verdiği ortam ve şart­lar ilk müs­lümanlarınkinden çok farklıdır. Bu farkı şu şekilde açıkla­mak müm­kündür:

İlk müslümanların karşısında, kimlikleri, inanç ve düşünceleri her ba­kımdan meydanda olan müşrik bir topluluk vardı. Dolayısıyla müs­lüman­lar, çarpık ve sapık inanca bağlı bu topluluğa İslamın mesajını ile­tirken Kur'an'ın gerek­çelerine dayanıyor ve dâvâlarını savunuyor­lardı. Ayrıca müslümanlar, müşriklerle yakın akraba olmakla beraber, onları son derece ya­bancı bir kitle ola­rak görüyorlardı. Öyle ki ilk müs­lümanlar ara­sında hiç bir insan, günün bi­rinde müşriklerle herhangi bir ortak noktaya sahip bu­lun­duklarını aklının ucundan bile geçirmi­yordu.

Halbuki bugün müslümanların karşısında son derece sinsi bir kim­liğe sahip olan, ancak İslamı açık şekilde reddetmeyen münafık bir kitle vardır. Aynı zamanda ezici bir egemenliğe sahip olan bu topluluk kar­şı­sında müslüman­lar, varlıklarını koruyabilmek ve Kur'ân'ın mesa­jını iletme sorum­luluğunu yerine getirebilmek için elbetteki uygun bazı çare­lere baş vuracak­lardır. Ancak İslam âlimlerinin görüşü alına­rak baş vu­rulacak bu çarelerden eğer biri de kimliğin yerine göre farklı gösterilebile­ceği şeklinde olursa hiç kuşkusuz ta­kiyye meşruluk kaza­nacak ve şartlı bir strateji olacaktır.  

Şu gerçeği vurgulamak gerekir ki mümin, çok değerli ve nadir bir var­lıktır, Çünkü Allah'ın yeryüzündeki muhatabıdır. Öyle ise bu ola­ğa­nüstü öneme sahip noktayı göz önünde bulundurarak mümin kişi, teh­likeli ortamlarda her şeyden önce yaşayabilmeyi, ondan sonra da ev­rensel sorumlu­luğunu yerine getirmeyi mümkün kılacak sistemlere inanmak zorundadır. Bu ise “Antinifak” la ancak sağlanabilir. Hiç kuşku yok ki her zehirin bir panzehiri vardır; Her ayrı düşmana karşı farklı bir tavır, her saldırıya karşı değişik bir savunma sistemi ile ancak ayakta durmak mümkündür. Mademki İslam terör ve anarşiyi yasak­lamıştır, öyle ise adı ister takiyye, is­ter başka bir şey olsun, el­betteki İslam'ın yüce iman ku­rumu, müslümanı bu yolda perişan etmeyecek isabetli birçok çözüm yol­larına sahiptir. [1]      


 

[1] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 160-162.