İslam Tarihinde İlk Münafıklar

 

Aslında bu, bir siyer tarihi konusudur. Ancak nifak kavramının ve münafık kişiliğin daha iyi anlaşılması bakımınadan, İslam'ın ilk yılla­rında müslüman­ları uğraştırmış olan münafıklardan bir nebze söz et­mek isabetli olur.

Bilindiği üzere hak olsun, batıl olsun, sonunda üstün gelen ve ge­niş ta­raftar bulan düşünce ve inanışlar genellikle ilk başlarda bir azınlık tara­fın­dan red edilir. Onun için bu nokta, sosyologları çok ilgilendirir. Benimsenmiş ve tu­tunmuş olan haksız düzene direnenler, geniş çıkar çev­relerine karşı -şartlar ne olursa olsun- haklı mücadelelerini sürdü­ren­ler, adalet ve dürüstlükten kopmayan şerefli azınlıklardır. Ancak çıkar­ları balta­lanacak diye haklı düşünce ve inançlara karşı direnen azınlıklar da vardır. İşte İslam Tarihindeki ilk münafıklar böyle idiler.

İslam Dini, Mekke'de gördüğü şiddetli tepkiye karşın Medine'de tu­tu­nunca, Hz. Peygamber (sav), o gün henüz Yesrib adını taşıyan bu kente göç etti.[1] Yesrib'de üç yahudi kabilesinden başka Evs ve Hazrec adında iki tane de arap kabile yaşıyordu.  Araplar sayı ve güç bakımın­dan yahudi­lerden daha üstün idiler. Onları yıpratmak isteyen yahudile­rin körükle­diği fitne­lerle yıllar boyu birbirlerine karşı savaşmışlardı. Ancak Hz. Peygamber (sav)'in Medine'ye göç etmesinden kısa bir süre önce ortalık yatışmıştı. Kentte bir gelişme yaşanı­yordu. Hazrec Kabilesi'nin ileri gelen­lerinden Abdullah bin Übey bin Selûl (Übeyoğlu Abdullah) kral seçilmek üzereydi. Kabilesinin halkı onun, giyeceği tacı bile hazırlamaya koyul­muştu. Ne varki Hz. Peygamber (sav)'in Medine'ye göç etmesi olayı, bu hazırlıkları suya dü­şüren bir sürpriz oldu. Tüm şehir hal­kının kısa bir süre içinde İslama girmesi üzerine Übey oğlu Abdullah artık önemini kaybetti ve sıradanlaştı. Aslında herkes sıradan biriydi. İslam dini sı­nıf ve mevki farklarını ortadan kal­dırmış, herkesin birbirini sevip saydığı yep­yeni bir toplum oluştur­muştu. Bu yeni düzeni hazmetmek, Übeyoğlu için kolay değildi. Nitekim müslüman olmadan önce Hz. Peygamber (sav)'e açıkça diş bi­lemeyi deni­yordu. Bir keresinde Rasûlullâh (sav), as­habından, hastala­nan Saad Bin Ubade'yi ziyaret etmeye giderken yolda karşılaştığı Übeyoğlu, terbiyesini bo­zarak:

“Bize karşı baskın çıkma!” demek cesaretinde bulunmuş, Hz. Peygamber (sav), Kur'ân'dan âyetler okuyarak O'nu öğütlemeye çalı­şınca da:

“Git evinde otur, bizleri toplantı yerimizde rahatsız etme!” diyebi­le­cek kadar küstahlaşmıştı. Fakat gittikçe toplumun nefretini çekmeye baş­ladığını anla­yınca bu kez, aldatabildiği üçyüz kadar adamıyla, dışın­dan müslüman gözüke­rek yaşamı boyunca müslümanların kuyusunu kazı­maya çalıştı; İslam düş­manlarının daima içerideki casusu oldu; Gizlice hep onlarla işbir­liği etti...

Bu münafık adamın, -sözde- İslam'a girdikten sonra bile tarihin şa­hit olabil­diği o kadar korkunç hıyânetleri vardır ki -münafıkın kişiliğini or­taya sermek bakımından- bunlar çok çarpıcı örnekler oluşturmaktadır. Özellikle bu hıyânetlerden iki ta­nesi anlatılmaya değer.

Birincisi: Medine'de cinâyet işleyen ve anarşi çıkaran Kaynuka'oğulları adlı yahudi kabilenin Şehirden sürülmesine ilişkin Hz. Peygamber (sav)'in, karar aldığı sırada Übeyoğlu'nun ortaya koy­duğu sert tavırdır. Bu adam, he­nüz bir ay kadar önce -sözde- müslü­man ol­duğu halde o gün hiç çekinme­den Hz. Peygamber (sav)'in yaka­sına ya­pışmış:

“- Muhammed! Benim yandaşlarımı bu kez hoş gör...” diyerek O'nu kararın­dan vazgeçirmeye çalışmış, bu sözü defalarca tekrar eder­ken elini Hz. Peygamber(sav)'in yakasından zırhının içine sokmuş onu sarsmıştır. Rasûlullâh (sav), öfkelenerek:

“Brak beni, elini çek!” demişse de adam isteğinde ısrar etmiştir. Hatta tarihler O'nun şu ifadeleri kullandığını kaydetmektedir:

“Hayır, Yandaşlarıma iyi bir muamele edeceğine söz vermedikçe Allah'a and olsun ki yakanı bırakmayacağım;  Onlar vaktiyle dörtyüz sırh­sız, üçyüz de zırhlı olmak üzere hasımlarıma karşı beni korudular, sen şimdi onları bir sa­bah biçeceksin öyle mi ! Bak Allah'a yemin ede­rim, büyük fitnelerin patlak vermesinden korkuyorum!” Übeyoğlu'nun ikinci hıyâneti ise, Uhud Savaşı sırasında O'nun, cep­he­den üç­yüz adamını geri çekerek dönmesidir. Bu, elbetteki nifak ve hıyâne­tin, eşi görülmedik bir örneğidir. Çünkü eğer isteseydi ha­rekat­tan önce or­duya ka­tılmayabilirdi. Böylece olumsuz etkisi nisbeten daha az görülebi­lirdi. Ancak cepheye kadar gelip yandaşlarıyla tam düşmanın karşısında İslam ordusundan ayrılması, O'nun aslında ama­cının müs­lümanları hem mad­deten, hem ma­nen çökertmek olduğunu açıkça or­taya koymaktadır.

Bu adam, -sözde- müslüman olduğu halde neden böyle davranı­yordu ? Hiç kuşku yok ki O, içinden hiç bir zaman müslüman olma­mıştı. Bunu en iyi bi­len, öz oğlu ve adaşı Abdullah bin Abdillah bin Übey (ra) idi. Bu genç sahâbî, Müreysi' Savaşı sırasında yine babasının orduda anarşi çı­karmak is­temesi üzerine Hz. Peygamber (sav)'e baş vurmuş, eğer em­rederlerse baba­sının in­fazını derhal gerçekleştirebileceğini arz etmişti. Ancak Hz. Peygamber (sav), belki de siyasi ve stratejik açılardan bu is­teği normal karşı­lamamış, Abdullah'ı savmıştı. [2]

 


 

[1] Hz. Peygamber'(sav) in, 12 günlük bir yolculuktan sonra Miladi he­sapla:27. Eylül. 622 cuma günü Medine'ye ulaştığı, kaynaklarda geçer

[2] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 162-165.