Nifak, hiç kuşkusuz küfrün en sinsi ve en tehlikeli türüdür. Çünkü münafık kişi, aralarında yaşadığı müminlerden çıkar sağlamak için, dâvâlarına inanmadığı halde inanmış gibi gözüken insandır. Münafıkın tanımı budur. Dolayısıyla münafık kişi eğer müminlerin arasında yaşıyorsa kimseyi kuşkulandırmamak için her yerde onlara ayak uydurur; Eğer müslümanımsı bir kitle içinde yaşıyorsa yine onların değer yargılarına katılıyormuş gibi gözükür ve İslamı anladıkları biçimde onlarla paylaşmaya çalışır.
Münafıklık, genelde sanıldığı gibi sıradan bir ikiyüzlülük değildir. Kimi insan vardır ki bazı kimselerden, ya da belli bir çevreden yararlanmak için ikiyüzlülük yapar. Bu, çok basit bir spekülasyondur. Münafıklık ise bundan bir hayli farklıdır. Bir insan düşünün ki örneğin, saygın bir kişi olduğu izlenimini vermek, bir kredi ya da bir ihale alabilmek veya herhangi bir kaynaktan yararlanmak için, yaşamında hiç yeri bulunmayan birtakım protokollere, resepsiyonlara, kokteyl ve partilere katılır, sosyete klüplerine yazılarak tıpkı onlar gibi giyinip kuşanır, davranış biçimlerini aynen onlarınkine uydurmaya çalışır. İşte bu, çok basit bir ikiyüzlülüktür.
Bir de bir siyaset adamını düşünün ki çeşitli söz ve davranışlarıyla Kur'an gerçeklerine inanmadığı ortadayken Cuma ve bayram namazlarına katılır, kutsal değerlere saygılı gözükmeye çalışır. Mitingler sırasında kendisine yandaşları tarafından (propaganda amacıyla) hediye edilen Kur'ân-ı Kerim'i alır ve kalabalıklara karşı onu öperek cahil insanların vicdanını sömürmeye çalışır. İşte böyle insanlar tehlikeli birer münafıktır. Çünkü mümin olmadığı halde mümin gibi görünerek dünyadaki milyonlarca mümini ve yüzmilyonlarca müslümanımsı insanı aldatmaya çalışmakta, hatta belki de küfür dünyasıyla gizli işbirliği yaparak tümünün başına çoraplar örmektedir. Bu nedenle münafık insanın, alenî kâfir ile müşrikten farklı olarak iki önemli özelliği vardır.
Bunlardan biri onun, sömürdüğü topluluktan daha güçsüz olduğudur. Evet münafıklar, aralarında yaşadıkları inançlı kimselerden, her zaman sayıca daha azdırlar. Bu, âdetâ değişmez bir kuraldır. Çünkü çoğunluğu oluşturdukları, ya da en azından inançlılarla eşit sayıya ulaştıkları takdirde artık münafıklık yapmaları abes olur. Maddi açıdan inançlı topluluğa oranla daha güçlü olsalar bile sayıca az olmaları, münafıklar için daima önemli bir risk sayılır. Münafık insanın, inançlılara sadece dışından benzemeye çalışması, onlardan biri imiş gibi gözükmesi bu riski bertaraf etme amacına yöneliktir. Nitekim bu nedenledir ki münafık tip, içinden geçenleri büyük bir titizlikle gizler ve arasında yaşadığı toplumun kutsal değerlerini çiğnememek için çok dikkatli davranır. Belki de bir skandala konu olmamak için, mümin bir kişilik izlenimini zorlanmadan vermek amacıyla gizlice provalar bile yapar ve kendini yetiştirir. Buna rağmen rolünü oynarken zaman zaman yanlışlık yapan münafıklar da vardır.
Bu insanlar, düşünce ve inanç bakımından son derece azınlıktadırlar. Onun için içerideki sahte kimlikleriyle ancak varlıklarını sürdürmeye çalışırlar. Fakat münafıkların sorunu sadece çoğunluk gibi inanmamak ya da inanamamak değildir. Çünkü nice inanmayan ve genelin inancıyla bir türlü ikna olamayan insanlar vardır ki bu durumlarını gizlemeden de çoğunluğun arasında yaşama imkanını bulurlar. Münafıklar ise bunlardan da farklıdır. Çünkü onların en büyük sorunu, inançlarına katılamadıkları çoğunluktan yararlanma noktasında odaklaşır. Şu halde nifakın temelinde iki şey vardır:
1- İnanmamak (ya da inanamamak);
2- İnananlar gibi gözüküp onları sömürmek ve bu suretle de çıkar sağlamak. Onun için nifak, küfür türleri içinde en iğrencidir. Çünkü toplum aleyhinde işlenen gizli bir ahlâksızlıktır
Münafıklar, tarihin her döneminde dışarıdaki islam düşmanlarıyla daima sıkı bir işbirliği içinde olmuşlardır. Bunun ilk örneği Medine'deki münafıkların Ebu Âmir el-Fâsık' aracılığıyla Bizanslılar hesabına Medine'de giriştikleri gizli faaliyetlerdir. Hz. Peygamber (sav), henüz hayattayken bu korkunç işler yapılmış, hatta (yukarıda anlatıldığı gibi) bu amaç için Kuba Mevkiinde bir cami bile inşa edilmiştir ! [1]
Devlet otoritelerini, devletin güç ve imkanlarını ele geçirmiş bile olsalar münafıklardaki azınlık psikolojisi değişmez. Dolayısıyla spekülasyonları da devam edip gider. Çünkü münafıkların, tırmandıkları mevkilerde kalabilmeleri, ancak çoğunlukça hazmedilmiş olan hilelerinin sezilmemesine, daha doğrusu çoğunluğun aydınlanmamasına ve uyanmamasına bağlıdır.
Bunun temel nedeni şudur: Bazen sömürülen çoğunluk, egemen münafık azınlığın birçok hilelerini sezer, hatta görür. Ancak yetkin ve rüştüne ermiş bir toplum olmadığı için bu azınlığın hegemonyası altında yaşamayı âdetâ ilâhî bir kader sayar. İşte münafıklar eğer bir toplumu bu kadar karanlık bir çukurun içine itmeyi başarırlarsa azınlıkta olmaları artık onlar için hiç bir sorun oluşturmaz. Fakat bunu yapamazlarsa (ki müminler topluluğu içinde yapamazlar) hiç bir zaman önemli yerlere gelemezler. Çünkü hileleri müminler tarafından sürekli olarak açığa çıkarılır.
Örneğin, İlk münafık olarak İslam Tarihine geçen Übeyoğlu Abdullah, İslamın ve müslümanların en azılı düşmanı olduğu halde «her cuma günü, camiye gelir ve tam Hz. Peygamber (sav) cemaata hitap etmek üzereyken ayağa kalkar, kalabalığa şöyle seslenirdi:
"- Ey halk ! Bakınız bu yüce şahsiyet, aranızda yaşayan Allah'ın elçisidir. Allah Teâlâ sizi O'nun sayesinde yüceltti ve aziz kıldı. Öyle ise O'na daima destek olunuz, O'nun sözünü dinleyiniz ve O'nun emirlerine boyun eğiniz."
Bu münafık adam hiç utanmadan, Uhud Savaşı sırasında cephede işlediği korkunç hainlik suçundan sonraki ilk cuma günü yine camiye gelerek aynı tekerlemeyi gevelemek üzere ayağa kalkınca halk dayanamamış, etrafındakiler elbisesinden tutup çekiştirerek O'na:
"- Bre Allah'ın düşmanı ! Sen bu sözleri söyleyecek adam değilsin, yapacağını yaptın, bari otur oturduğun yerde!" demişlerdi. Bunun üzerine Übeyoğlu âdetâ insanların boyunlarına basa basa camiyi terkederken:
"- Allah Allah !..Kalkıp adamı destekledim de sanki ayıp şeyler sölyedim" diye mırıldanmıştı. Hatta o sırada camiye giren ensardan biri O'na:
"- Dön, belki Rasûlullâh (sav) Allah'dan senin için af diler." demişse de O:
"- İstemem O'nun dileyeceği afffı !" diye küstahça ve kâfirane bir cevap vererek savuşmuştu. "[2]
Münafıkların, hiç bir zaman değişmeyen ve değişmeyecek olan gerçek kimliği ve kişiliği İşte bu Übeyoğlu Abdullah'ın sergilediği örnekteki gibidir. Yüreklerinde imandan eser yoktur; Yalancı ve ahlâksızdırlar; Çıkarları uğruna her türlü kisveye girerler; Bunu yaparken de en büyük ahlâksızlık olan vicdan sömürüsünü yaparlar. Bu nedenle müminler, nifak hastalığına kapılmış olan insanlara karşı her çağda duyarlı olmalıdırlar. [3]