Râzi’nin Şi’anın Delillerine Cevabı:
1) Mut’anın, önceleri mübah olduğunu inkar etmiyoruz. Ancak biz bunun neshedildiğini söylüyoruz. Bu ayet, müt’anın meşru’ olduğuna delil olsa bile bizim sözümüz çürümüş olmaz. Çünkü neshedilmiştir. Tutalım ki Übeyy ve Abdullah İbn Abbas kıraatleri doğrudur. Fakat bunlar, ancak mut’anın başlangıçta meşrû olduğunu gösterir. Buna zaten itirazımız yok. Mut’a meşrû idi, fakat neshedilmiştir. Kaldı ki bu rivâyetler âhad haberidir. Âhad haberiyle Kur’an sâbit olmaz.
2) “Mut’ayı nesheden hüküm, ya tevâtüren veya âhad haberiyle bilinir. Tevâtüren bilinmiş olsa, ashabdan bazılarının tevâtür yoluyla bilinen bir şeyi inkâr etmiş olmaları gerekir” şeklindeki delile karşılık da deriz ki: Bu sahâbiler, neshi işitmiş, sonra unutmuş olabilirler. Sonra Hz. Ömer (r.a.) bunu büyük bir topluluk içinde hatırlatınca onlar da hatırlamış ve onun doğru söylediğini anlayıp onu kabul etmişlerdir.
3) Hz.Ömer’in: “Mut’a Peygamber (s.a.s.) zamanında mubah idi, ben onu yasaklıyorum” mealindeki sözüne gelince: Eğer Ömer, bu sözüyle Peygamber’in mubah kıldığı bir şeyi kendisinin yasakladığını kasdetmişse hem kendisinin, hem de bu sözünden dolayı onunla savaşmayanların tekfîri gerekir. Dolayısıyla Emir’ul-mü’minin (İmam Ali’nin) de tekfîri gerekir. Bunların hepsi bâtıldır. O halde söylenecek tek şey kalıyor. Hz. Ömer’in kasdı şu idi: “Mut’a, Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında mubah idi; fakat ben Rasûlullah (s.a.s.)in bunu neshettiğini bildiğim için men ediyorum.”
Şiaya karşı delillerini böyle belirttikten sonra Râzî, âyetin son cümlesinin üzerinde şöyle diyor: Âyetin, nikâhın hükmünü beyan ettiğini söyleyenlere göre eğer mehir olarak belli bir miktar takdir edilmiş ise, anlaşma ile o takdir edilenin tamamını vermek, ya da düşürmekte bir günah yoktur. Buna göre âyette geçen“etterâdıy” karşılıklı olarak mehir üzerinde anlaşmadır. Fakat âyetin mut’a olduğunu söyleyenlere göre anlamı şudur: Mut’anın süresi dolunca artık erkeğin, kadın üzerinde bir hakkı kalmaz. Eğer erkek, kadının yanında daha fazla kalmak isterse de “sen süreye birkaç gün ilâve et, ben de ücretini arttırayım” derse kadın serbesttir. Dilerse bu teklifi kabul eder, dilerse reddeder. İşte “Haktan sonra karşılıklı anlaşmanızda sizin üzerinize bir günah yoktur.” cümlesi bunu ifade ediyor. Yani önce kestiğiniz ücret ve süreden sonra aranızda anlaşmanızda üzerinize bir günah yoktur. Şüphesiz Allah, her şeyi bilen, yerli yerince yapan, en güzel hüküm verendir. (Geniş bilgi için bkz. Fahruddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, [Mefâtihu’l-Gayb], Akçağ Y. c. 7, s. 501-510)
Râzî’nin verdiği cevaplar doyurucu değildir. Hz. Ali gibi büyük sahâbilerin, Peygamber’in dininden tevâtürle sâbit olmuş bir hükmü bildikten sonra unutmuş olmaları, Hz. Ömer’in hatırlatmasıyla hatırlamaları kabul edilecek bir izah tarzı olamaz. Öyle ise niçin Hz. Ali, “Ömer mut’ayı yasaklamasaydı, şakîden başkası zinâ etmezdi” demiş olsun? Abdullah İbn Abbâs, Câbir bin Abdullah gibi sahâbîler, neden hep mut’aya taraftar kalsınlar? Gerçek odur ki Peygamber döneminde, zorunlu hallerde, Araplarda uygulanagelen mut’a geleneğine müsâade edilmiş, fakat bu uygulama Hz. Ömer zamanında resmen yasaklanmıştır.
Ehl-i sünnet bilginleri mut’ayı haram saymakla beraber, mut’a yapana zinâ cezası uygulamazlar. Zira bunun gerçekten zinâ olup olmadığında onlara göre de şüphe vardır. Şüphe ise cezayı kaldırır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.): “Gücünüz yettiği kadar müslümanlardan cezaları kaldırınız. Eğer bir müslümana bir çıkar yol bulursanız onu serbest bırakınız. Çünkü imamın (devlet başkanının, yöneticinin) affetmede yanılması, ceza vermede yanılmasından daha iyidir.” (Tirmizî, Hudûd 2; Ebû Dâvud, Salât 114) buyurmuştur. Bu hadis, mümkün olduğu kadar cezadan kaçınmayı emrettiği gibi: “Şüpheler karşısında cezaları kaldırınız!” (Tirmizî, Hudûd 2; Ebû Dâvud, Salât 114) mealindeki hadis de İslâm hukukunun temel kurallarındandır.
Mut’ayı reddetmelerine rağmen Sünnî âlimler, buna bazı kolaylıklar göstermişlerdir. Bunlar sâyesinde mut’a, başka bir biçimde yeniden ortaya çıkabilmiştir. Akit dışında konuşulmuş şeylerin veya koşulmuş şartların, akit üzerinde bir etkisi yoktur. Böylece İmam Şâfiî (el-Ümm 5/71), içinde gizlediği, bir yerde ikamet süresi veya birkaç gün için yapılan nikâhın geçerli olduğunu söylemiştir. Kişilerin içinde gizledikleri bu geçici evlenme düşüncesi, akit esnâsında söylenmedikçe nikâha zarar vermez. İmam Mâlik’in de mut’aya cevaz verir tarzda bir hükmüne rastlanmaktadır (Serahsî, el-Mebsût 5/152).
Eski zamanlarda olduğu gibi, son zamanlarda da Mekke’de sünnîler arasında geçici evlenmeler yapılmıştır. Yalnız evlenme akdinde bundan söz edilmez, çünkü süreden söz edilince akit geçersiz olur. Nikâhın kıyılmasından sonra erkek, boşama sözlerini söyler ve zaman şartı bunun içinde bulunur (yani, meselâ “üç gün sonra benden boşsun” gibi). Bu tür anlaşmalara genellikle uyulmaktadır. Burada Şâfiî’ce daha önce sözü edilen şer’î hilede istifâde edilebilir (İslâm Ansiklopedisi, 8/848-851).[1]