Fetânet, peygamberlerin üstün bir akıl ve zekâya, kuvvetli bir hâfıza ve yüksek bir ikna gücüne sahip olmalarıdır. Her peygamberin, şerefli ve yüce olduğu kadar da ağır ve çok mesuliyetli olan peygamberlik görevini eksiksiz ve mükemmel bir şekilde yerine getirebilmesi için, böyle üstün bir zekâya ve yüksek vasıf ve yeteneklere sahip olması gerekir. Aksi halde, gönderildikleri milletlere karşı kuvvetli hüccet (kesin delil) ikame edemez, onları ikna veya ilzam için gerekli güzel mücadeleyi yapamazlar; kendilerine inananları irşad ederek onları hak ve hidayete sevkedemezler.
O halde peygamberler, en akıllı, en zeki ve en kaabiliyetli mümtaz şahsiyetlerdir. Haklarında zayıf akıl ve zayıf hâfıza, delilik ve gaflet gibi noksan sıfatlar asla caiz değildir.
Kur'an'da peygamberlerin üstün zekâ ve kabiliyetlerine işaret eden ayetler vardır:
"Kur'an vahyedilirken, henüz bitmeden okumaya kalkma. Rabbim ilmimi artır, de" (Tâhâ: 20/114)
"Ey Muhammed, Cebrâil sana Kur'an'ı okurken, acele ederek onunla birlikte dilini oynatma. Onu bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir" (Kıyâme: 75/16-17).
Vahyin gelişi sırasında ezberlemek için dilini Kur'an'la hareket ettirmesi onun fetânet ve zekâsındandır. Yine vahiy tamamlanmadan önce, ayetleri yeniden okumak için acele etmesi, peygamberin zekâ olgunluğunu gösterir. Çünkü O, böylece, zaten Cenab-ı Hakkın yardımı sayesinde hâfızasına yerleşecek olan vahyi, kendi zekâ gücü ile ezberinde tutmaya çalışmaktadır. [1]
Fatanet[2] Üstün ve keskin zekâ demektir. Gerçekten de peygamberler son derece parlak bir zekâya, güçlü bir kavrayış yeteneğine, sahiptirler. Duyuları çok güçlü, dikkatleri keskindir. İnsanların hareket ve davranışlarını isabetle değerlendirirler. Gönül ve dimağları Allah (cc)'ın nuruyla apaydındır. Onlar için gaflet asla söz konusu olmaz. İyiyi kötüden, güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan haklıyı haksızdan ayırt etemede bütün insanlardan daha yetenekli, daha seri ve daha başarılıdırlar. Kötü niyetli insanların hile ve oyunlarına hiç bir zaman aldanmazlar. Peygamberler çeşitli baskılara uğramış, ama herkesin uğrayabileceği komploların, hiç bir zaman kurbanı olmamışlardır. Onlara yapılan kötülükler ve saygısızlıklar için önceden yapılmış hesaplar ve planlar hiç bir zaman tutmamış, bu nedenle düşmanları her zaman çok ani kararlar vererek, pek aşikar ve açık şekilde niyetlerini ortaya koymak zorunda kalmışlardır. Denebilir ki saldırıya uğramış peygamberler, önceden planlanmış komploların değil, çok anî ve seri şekilde girişilmiş süikastler sonucu ancak şehid edilebilmişlerdir.
Peygamberlerin, üstün zekâ, güçlü bellek ve keskin dikkat gibi niteliklere sahip bulunmaları Allah Teâlâ'ya elçilik yapma görevinin zorunlu gereğidir. Çünkü Alemlerin yüce Rabbi, aptal, bön, hantal, dikkatsiz, ruhsuz, şaşkın ve unutkan insanları elçi edinmekten münezzehtir. [3]
[1] Ali Arslan Aydın, Şamil İslam Ansklopedisi: 5/198.
[2]Bu kelime, kimi yazarlar tarafından «Fetânet» olarak kullanılmıştır. Bilmek gerekir ki, Bu sözcükteki ilk (t), arapça yazılımda (t) değil, (tı) dır. Yani kalındır. Dolayısıyla Türkçede bu harfi kalın okuyabilmek için ondan önceki harfin (e) değil, (a) olması gerekir. Daha önemlisi, “Fetânet” sözcüğü araplar tarafından pek kullanılmıyor olsa bile arap dil gramerinin ilgili kurallarına göre bir masdar kabul edilirse “Fitne” demek olur ki bunun “Fatânet” le hiç bir ilişkisi yoktur.
[3] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 261.