Murâbata; Anlam ve Mâhiyeti

 

Murâbata, rabt kökünden müfâale vezninde masdardır. Rabt, bağlamak, rabtu’l-feres, korumak için atı bir yere bağlamaktır. Nöbetçilerin, muhâfızların kalmasına tahsis edilen yere ribat denilir. Müfâale bâbından masdar olan ribât, bu gerçek anlamı yanında nefsi güzel işlere yöneltmek anlamını da taşır.

Murâbata iki çeşittir: Hudut boylarında, tehlikeli noktalarda murâbata (nöbet beklemek) ve nefsi, kötü şeylerin, zararlı düşüncelerin sızmasına karşı kollayıp gözetlemek. Nasıl açık mıntıkalardan ülkeye düşman sızarsa, nefsin zayıf noktalarından da rûhun düşmanı olan şaytânî düşünceler, kötü arzular, hevâ ve heves sızarak nefsi bozmaya çalışır. Rûhun üstün güçleri de geçitlere dikilen nöbetçiler gibi bedenin muhâfazasına memur edilmiştir. Nasıl nöbetçilere bulundukları mıntıkanın gözetimi ve koruması emânet edilirse insana da nefsi koruma görevi verilmiştir. Bunun için ibâdet ve mücâhede ile nefsi zararlı şeylerden korumaya çalışmak gerekir. Kalbi güçlü (sağlam, cesur yürekli) olan kimseye râbıtu’l-ce’ş denilir. Rabt kelimesi alâ cer harfiyle kullanılırsa güçlendirmek anlamı verir.[1] “Ve rabetnâ alâ kulûbihim / kalplerini sağlamlaştırdık, cesâret verip onları yüreklendirdik.” (18/Kehf, 14)

Ribât, nefsi güzel niyete, güzel iş yapmaya yöneltmektir. Güzel işlerin en iyisi de Allah yolunda at bağlamak, savaşmak ve nefsi ibâdete bağlamaktır. Allah’ın elçisi (s.a.s.), cihad için at beslemenin ve Allah yolunda cihadın fazileti üzerinde çok durmuş, bizzat nefis ile mânevî cihadın (savaşın) da ribat olduğunu belirtmiştir: “Size yapıldığı zaman Allah’ın, hatâları sileceği, dereceleri yükselteceği bir amel (iş) söyleyeyim mi?” dedi. “Buyur, söyle yâ Rasûlallah” dediler. “Zorluklar karşısında (soğukta, hastalıkta ve diğer güç zamanlarda) güzelce abdest almak, mescidlere çok gitmek, bir namazdan öteki namazı gözetmek. İşte bu, ribâttandır” buyurdu[2]

Âl-i İmrân sûresi, 200. âyetindeki “Râbitû” emri, daima düşmana karşı uyanık ve hazırlıklı bulununuz anlamındadır. Yurdu düşman saldırısından koruyabilmek için güçlü olmak, sınırları sağlam tutmak ve bir saldırıyı önleyecek askerî güce sahip olmak gerekir. Kur’ân-ı Kerim, maddî ve mânevî düşmana karşı güçlü olmayı emretmiştir: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar (ribâtı’l-hayl) hazırlayın. Bununla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız tam olarak size ödenir, hiç haksızlığa uğratılmazsınız.” (8/Enfâl, 60). Bu âyette müslümanlara, Allah’ın ve müslümanların, bilinen ve bilinmeyen düşmanlarını korkutmak, sindirmek, İslâm’a başkaldırmalarını önlemek için gerekli at ve her türlü kuvvet hazırlamaları, bu uğurda Allah için mal harcamaktan geri durmamaları emrediliyor ve Allah yolunda harcadıklarının, eksiksiz olarak kendilerine verileceği vurgulanıyor.

2/Bakara, 59. âyette: “Allah yolunda infak edip harcayın da, kendinizi tehlikeye atmayın” buyrulmuştur. Düşmana karşı zamanın gereklerine göre kuvvet hazırlamak, Allah’ın emridir. Âyette, bilinen ve bilinmeyen Allah düşmanlarını korkutmak, onların müslümanlara saldırı cesâretlerini kırmak için elden geldiğince kuvvet hazırlanması emredilmektedir. Kuvvet, savaş için gerekli her şeydir. Bir zaman at, ok, yay, kılıç, kalkan savaş aracı idi. Peygamber (s.a.s.) zamanında savaş bunlarla yapıldığından âyette genel anlamda söylenen kuvvet yanında, özellikle savaş için bağlanan atların hazırlanması emredilmişti; Peygamber (s.a.s.)’in hadislerinde de savaş için at beslemenin fazileti üzerinde durulmuştur. Bundaki amaç, sadece at hazırlamak değil; zamanın gereğine göre savaş aracı hazırlamaktır. At burada kuvveti temsil etmektedir. Zâten Peygamber (s.a.s.): “İyi bilin ki, kuvvet atmaktır”[3] sözünü üç defa tekrar ederek atım tarzındaki silâhların önemini belirtmiştir.

Rasûlullah (s.a.s.), ata binmek, ok atmak gibi savaş eğitimleri yapmaya teşvik etmiş; “Atınız, bininiz; atmanız binmenizden daha iyidir”[4] hadisleriyle de atış eğitiminin önemini vurgulamıştır. Başkalarına saldırmak için değil; fakat saldırıyı önlemek için savaşa hazırlıklı olmak gerekir. “Hazır ol cenge, eğer ister isen sulh u salâh.” İşte İslâm’ın amacı özgürlük ve barışı korumaktır. 4/Nisâ, 71. âyette de mü’minlere her zaman ihtiyatlı, uyanık bulunmaları; kendilerini korumak için gerekli tedbiri almaları emredilmiştir. Fakat barış isteyen, kendilerine saldırmayan kimselere saldırmak yasaklanmış, Allah’ın, saldırganları sevmediği vurgulanmıştır (2/Bakara, 190). Müslümanların yurdunu korumak için nöbet tutmanın, sınır boylarında düşman saldırısına karşı uyanık bulunmanın fazileti hakkında birçok hadis-i şerif vardır.[5]


 

[1] Râgıb el-Isfehanî, Müfredât

[2] Müslim, Tahâret, bab 14, hadis 41

[3] Müslim, İmâret 167; Ebû Dâvud, Cihad 23; Tirmizî, Tefsîr Sûre 8; İbn Mâce, Cihad 19

[4] Ebû Dâvud, Cihad 23; Nesâî, Hayl 8; İbn Mâce, Cihad 19

[5] S. Ateş, Kur’an Ansiklopedisi,  c. 15,  s. 60-62