Kur’ân-ı Kerim’de “ruh” kelimesi 21 yerde; “Ruhu’l-Kudüs” 4 yerde, ruh kelimesi ile aynı kökü paylaşan kelimeler de toplam olarak 57 yerde geçer. Bir âyette Kur’an’ın bizzat kendisinin bir “ruh” olduğu hatırlatılmaktadır.[1] Kur’an, her şeyden önce bir şifâdır, nurdur ve ruhtur. Hasta ve ölü kalpleri diriltir. Topraktan yaratılan beşer, Allah’ın üflediği ruhla canlı hale gelen insan[2], Kur’an’la mânevî olarak dirilir, hayat bulur. İsrâ: 17/85. âyetinde geçen ‘ruh’un ‘vahy’ olduğu da söylenmiştir. Bu anlamda Allah’ın insanlara gönderdiği vahy, insanların kalplerini, tıpkı yağmurun yeri dirilttiği gibi diriltir ve onlara ‘can’ getirir. Nitekim Kur’an Hz. Muhammed (s.a.s.)’in dâvetini “insanı dirilten şey” olarak nitelemektedir.[3]
Kur’an’da ruh, “kalplere hayat veren vahiy ve Allah’ın öğrettiği hikmet”[4]; “kuvvet, sebat, dayanma gücü”[5]; “Hz. Meryem’e çocuk üflemek üzere gönderilen melek[6], Allah’ın emir âleminden olduğu bildirilen ve mâhiyeti tümüyle kavranamayan şey[7] ve Allah’ın melek aracılığıyla üflediği hayat soluğu[8] gibi anlamlara gelmektedir. Ama, her şeyden önce, Kur’an’da ruh, “ilâhî emir” anlamına gelir.[9]
“Ruh” kelimesi ayrıca “Rûhu’l-Kuds” veya “Rûhu’l-Emîn”’ şeklinde Cebrâil (a.s.)’in yerine de kullanılmaktadır.[10] Kadir Gecesinde melekler ve “Ruh” bir iş için yeryüzüne inerler.[11] Pek çok tefsirciye göre buradaki Ruhtan maksat Cebrail (a.s.)’dir. Çünkü Kur’an, Cebrail’e Rûhu’l-Emîn demektedir.[12]
Yine Mahşer günü melekler ve Ruh saf halinde dururlar ve Allah’ın izin verdiğinin dışında kimse bir şey konuşamaz.[13] Şüphesiz ki “ruh”, Rabbimizin emrine bağlı bir şeydir. O’nun ne olduğunu, nasıl bir fonksiyonu bulunduğunu, neye işaret ettiğini en iyi Rabbimiz bilir.[14] Âyet ve hadislerde, öldükten sonra ruh; çıkma, inme, alınma, dönme, gök kapılarının kendisine açılması gibi fiillerle nitelendirilmektedir. O yüzden bu nasslar, ruhun bir kişiliğe sahip olduğuna işaret etmektedir.[15] Yine bir âyet-i kerîmede “Nefse ve onu şekillendirene and olsun!” (Şems: 91/97) buyrularak, nefsin düzenlenerek bir şekle sokulduğu ortaya konmaktadır.
“Sana ruhtan soruyorlar” (İsrâ: 17/85) âyetinde geçen Ruh’un Cebrâil olabileceği de söylenmiştir. Nitekim yukarıda geçtiği gibi bir çok âyette Cebrail “ruh” diye nitelendirilmiştir. Böyle olunca insanlar bu Ruh’un ne olduğunu, O’nun getirdiği vahyïn özünü ve şeklini tam bilemezler. Onlara düşen az bir ilimle, gelen vahye teslim olmaktır.
Rabbimiz ilk insanı yarattığı zaman ona kendi Ruh’undan üflemiş ve onu bir canlı insan haline getirmiştir.[16]
“Sonra onu tesviye etti (düzene koydu), ona Kendi Ruhundan üfledi ve sizin için kulak, gözler ve gönüller var etti.” (Secde: 32/9)
Buradan da anlaşılıyor ki ruh, bir yönüyle insana hayat veren, onu harekete geçiren candır ve Allah’ın kendisine bağlı kıldığı bir özdür (cevher). İnsanın bedeninin topraktan veya topraktan çıkan gıdalardan meydana gelmesi, onun nefsine verilen günah işleme isteğine, bunun sonucu olarak düşeceği alçak seviyeye; Allah’ın ona kendi ruhundan üflemesi de, insana verilen iyi duygulara, itaate, kulluğa, fazilete olan meyle ve kazanacağı yüce dereceye işaret etmektedir. Bunu böyle anlamak da mümkündür.
Kur’an, Hz. İsa (a.s.) için de “Hz. Meryem’e üflenen bir ruh” demektedir. Bu ifade Hz. İsa’nın babasız yaratıldığını, tıpkı Hz. Âdem’in yaratılışındaki gibi O’na ruh üflenmek suretiyle canlı bir insan haline getirildiğini ortaya koymaktadır. Bununla beraber Hz. İsa, bir mucize olarak çamurdan kuş heykellerine üflüyordu ve onlar da canlı bir kuş oluyor ve uçuyorlardı. İnsanın hayat vermek üzere kuş heykeline ruh üflemesi, Hz. İsa’nın “üflenen bir ruh” olması ile O’nun bu mûcizesi arasında ilginç bir bağ görülmektedir. Hz. İsa (a.s.)’ya ‘Ruhullah’ yani Allah’ın (üflediği) ruhu’ denildiğini hatırlayalım.
Ölüm ânında rûhun bedenle ilgisi tamamen kesilir. Uykuda rûhun bedenden ayrılışı, zâhirî bir ayrılıştır. Ölüm veya uyku halinde rûhun bedenden hakikaten ve zâhiren ayrılışı, Allah’ın öldürmeye ve yaşatmaya kadir olduğuna ve ölümden sonra tekrar diriltmeye gücünün yeteceğine delildir.
“Allah, ölenin ölüm zamanı gelince ölmeyenin de uykusunda nefisleri/ruhları alır. Bu sûretle hakkında ölümle hükmettiği (rûhu) tutar, ötekini muayyen bir vakte kadar (bedene) salıverir. Şüphe yok ki bunda, iyi düşünecek bir kavim için kesin ibretler vardır.” (Zümer: 39/42)
“Sana ruhtan soruyorlar. De ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindendir (işlerindendir). Size, ancak az bir bilgi verilmiştir.” (İsrâ: 17/85)
Bu âyette belirtildiği gibi Kur’an’da ruhla, ruhun mâhiyetiyle ilgili teferruatlı bilgi verilmemiştir. Bunun sebebi, Kur’an’da, bir konu hakkında bilgi vermenin esprisinin insanların maddî ve mânevî tekâmülüne sebep olmasıdır. Bilgi vermenin hedefi, insanların çoğunluğudur. Ruhun varlığı ve mâhiyeti çok derin konulardandır. İnsanların ancak binde birinin anlayabileceği bir meseledir. Eğer Kur’an, binde dokuz yüz doksan dokuz yerine binde biri tercih etseydi, âdil bir hitap olmayacağı gibi, aynı zamanda da bu binde dokuz yüz doksan dokuzun aklını karıştırmış olurdu. Kur’an’ın maksadı bu değildir. Fahreddin Râzî gibi İslâm âlim ve düşünürleri ruh konusuyla uğraşmanın dinî emirlere aykırı olduğu iddiasını reddederek tam aksini savunmuşlardır.
“Meryem oğlu İsa’ya da mûcizeler verdik. Ve onu, Rûhu’l-Kudüs (Cebrâil) ile destekledik.” (Bakara: 2/87)
“De ki: ‘Kur’an’ı, Rûhu’l-Kudüs (Cebrâil), Rabbimin katından hak olarak indirdi.” (Bakara: 2/253)
“Ölüm sarhoşluğu içinde bulunan zâlimler, meleklerin ellerini uzatmış; ‘nefislerinizi (ruhlarınızı) çıkarın’ (derlerken) onların halini görsen!” (En’âm: 6/93)
“Uyarıcılardan olasın diye, bu Kur’an’ı açık bir Arapça lisanıyla senin kalbine, Rûhu’l-Emîn (Cebrâil) indirmiştir.” (Şuarâ: 26/193-195)
“Irzını koruyan Meryem’i de hatırla. Biz ona rûhumuzdan üfledik.” (Enbiyâ: 21/91)
“Her şeyi en güzel şekilde yaratan, insanı önce balçıktan var eden, sonra insan soyunu âdi bir suyun özünden yaratan, sonra şekil verip düzelten, ona kendi ruhundan üfleyen... O’dur.” (Secde: 32/7-9)
“Hani bir zaman Rabbin meleklere: ‘Ben balçıktan bir insan yaratacağım, şeklini tamamlayıp rûhumdan üflediğim zaman hemen ona secde edin’ demişti.” (Sa’d: 38/71-72)
“Allah, öldükleri sırada nefisleri (ruhları) alır, ölmeyenleri de uykularında (bedenlerinden alıp kendinden geçirir); sonra ölümüne hükmettiğini yanında tutar, ötekilerini de belli bir süreye kadar (bedenlerine) gönderir.” (Zümer: 39/42)
“Ey mutmain olan nefis! Râzı olmuş ve râzı olunmuş olarak Rabbine dön, kullarımın arasına katıl, gir Cennetime!” (Fecr: 89/27-30)
[1] Şûrâ: 42/52.
[2] Hıcr: 15/29.
[3] Enfâl: 8/24.
[4] Mü’min: 40/15; Şûrâ: 42/52.
[5] Mücâdele: 58/22.
[6] Şuarâ: 26/193.
[7] İsrâ: 17/85.
[8] Enbiyâ: 21/91.
[9] İsrâ: 17/85.
[10] Bakara: 2/87, 253; Şuarâ: 26/193-195.
[11] Kadr: 97/4.
[12] Şuarâ: 26/193. Muhtasar İbn Kesir: 1/659.
[13] Nebe: 78/38.
[14] İsrâ: 17/85; Nahl: 16/2; Mü’min: 40/15; Şûrâ: 42/52.
[15] En’âm: 6/93; Fecr: 89/27-30.
[16] Hicr: 15/29.