Kur’an-ı Kerim’de Hz. Yakup (a.s.)’ın sabrını okuduğumuz zaman yine bizim için güzel örnekler olduğunu görüyoruz.
“Bir zaman Yusuf babasına (Yakub’a) demişti ki: «Babacığım! Gerçekten ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi gördüm. Yani onları bana secde ederken gördüm.»
(Babası:) «Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.» dedi.
İşte böylece Rabbin seni seçerek sana (rüyada görülen olayların yorumunu öğretecek) ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Yakup soyuna nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.
Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde (onların haberlerinden) soranlar için ibret vardır.
(Kardeşleri) dediler ki: «Yusuf’la kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık bir cemaatiz, her hâlde babamız bir yanlışlık içindedir.»
(Yusuf ile Bünyamin) bir anadan, diğer oğulları ise başka bir anadan idiler.
(Aralarında dediler ki:) «Yusuf’u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki, babanızın teveccühü yalnız size kalsın. Ondan sonra da (tevbe ederek) salih kimseler olursunuz.»
Onlardan bir sözcü: «Yusuf’u öldürmeyin, onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın (götürsün).» dedi.”[1]
Bu teklifi yapan Yehuda isminde birisiydi. Kardeşlerine bunu kabul ettirdi ve babalarına geldiler.
“Dediler ki: «Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf’u bize emanet etmiyorsun. Oysa ki, biz ona iyilik eden kimseleriz.
Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin) oynasın, biz onu mutlaka koruruz.»
(Babaları) dedi ki: «Onu götürmeniz beni mutlaka üzer, siz ondan habersizken, onu bir kurdun yemesinden korkarım.»
Dediler ki: «Vallahi biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz hâlde eğer onu kurt yerse o zaman biz gerçekten aciz kimseler sayılırız.»
Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusuf’a «Andolsun ki, sen onların bu işlerini onlar farkına varmaksızın (bir gün) kendilerine haber vereceksin.» diye vahyettik.”[2]
Kardeşleri Yusuf’un gömleğini çıkardılar. Onu önce kuyunun yarısına kadar sarkıttılar, sonra da salıverdiler. O büyük bir taşa tutundu ve o yüzden boğulmadı.
“Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.
«Ey babamız! Biz (atışta) yarışmak için (sahraya) gittik. Yusuf’u da eşyamızın yanında bırakmıştık (ne yazık ki) onu kurt yemiş. Fakat biz doğru söyleyenler de olsak sen bize inanmazsın.» dediler.
Gömleğinin üstünde yalancı bir kan ile geldiler, (Yakup) dedi ki: «Belki de nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin anlattığınıza göre yardımına sığınılacak ancak Allah’tır.”[3]
Rivayet edildiğine göre kardeşleri, Yusuf’un gömleğini kana bulayıp babalarına getirdiklerinde acı haberi alan Yakup (a.s.) feryada başladı. Onun gömleğini istedi, onu yüzüne sürüp ağladı ve dedi ki: “Bugüne kadar böyle yavaş huylu bir kurt görmedim. Oğlumu yemiş de sırtındaki gömleğini yırtmamış.”
“Bir kervan geldi ve sucularını kuyuya gönderdiler. O da (gidip) kovasını saldı, (Yusuf’u görünce:) «Müjde, işte bir oğlan!» dedi. Onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Halbuki Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir.
(Kafile Mısır’a vardığında) onu değersiz bir pahaya, sayılı bir kaç dirheme sattılar. Onlar zaten ona karşı rağbetsiz idiler.
Mısır’da onu satın alan (Maliye Bakanı Katfır) karısına dedi ki: «Ona değer ver ve güzel bak. Umulur ki bize faydası olur ya da onu evlat ediniriz.»
İşte böylece (Mısır’da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusuf’u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
(Yusuf) buluğ çağına ulaşınca ona hüküm ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız.
Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden (murad almak) istedi. Kapıları iyice kapattı ve «Haydi gel!» dedi. O da: «Kocanız benim efendimdir, bana güzel davrandı. Durum şu ki, zalimler felah bulmaz.» dedi.
Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin burhanını görmeseydi, o da kadına meyledecekti. İşte böylece biz kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delillerimizi) gösterdik, çünkü o, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandır.
İkisi de kapıya koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun efendisine (kocasına) rastladılar. Kadın dedi ki: «Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası zindana atılmaktan ya da acıklı bir işkenceden başka bir şey midir?»
(Yusuf:) «Hayır, o kendisi benim nefsimden (murad almak) istedi.» dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şahitlik etti: «Eğer bunun gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir, o ise yalancılardandır.
Eğer gömleği arkadan yırtıldı ise, kadın yalan söylemiştir, o ise doğru söyleyenlerdendir.»
(Efendisi, Yusuf’un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce (kadına): «Şüphesiz bu sizin tuzağınızdır, çünkü sizin tuzağınız gerçekten büyüktür.» dedi.
«Ey Yusuf! Sen bundan uzak dur (bu meseleyi kimseye söyleme). («Ey kadın»:) «Sen de günahının affını dile. Çünkü sen, günahkarlardan oldun.»
Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: «Aziz’in karısı delikanlısının nefsinden (murad almak) istiyormuş. Yusuf’un sevdası onun kalbine işlemiş. Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz.»
(Zeliha) onların dedikodusunu duyunca, onlara (davetçi) gönderdi. Bir yandan da onlar için dayanacak yastıklar hazırladı. Her birine bir bıçak verdi. (Kadınlar meyveleri soyarlarken Yusuf’a:) «Çık karşılarına!» dedi. Kadınlar onu görünce (gözlerinde) büyüttüler. (Şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve dediler ki: «Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Bu asla bir beşer değildir, bu ancak değerli bir melektir.»
Dedi ki: «İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden (murad almak) istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette zelillerden olacaktır.»
(Yusuf:) «Ey Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir. Eğer sen, onların hilelerini benden çevirmezsen onlara meyleder ve cahillerden olurum.» dedi.
Rabbi onun duasını kabul etti ve onların hilesini uzaklaştırdı. Çünkü O, çok iyi işiten, pek iyi bilendir.
Sonra, (Aziz ve arkadaşları) kesin delillerini görmelerine rağmen (halkın dedikodusunu kesmek için) yine de onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun göründü.
Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: «Ben (rüyamda) şarap sıktığımı gördüm.» Diğeri de: «Ben de başımın üstünde kuşların yediği ekmeği taşıdığımı gördüm. Onun yorumunu bize haber ver, çünkü biz, seni güzel davrananlardan görüyoruz.» dediler.
(Yusuf) dedi ki: «Size yedirilecek yemek size gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Çünkü ben, Allah’a inanmayan bir kavmin dinini terk ettim. Onlar ahireti inkar edenlerin kendileridir.»”[4]
Hz. Yusuf, gençlerin bu durumundan istifâde ederek, onlara tevhid dinini tebliğ etmek istedi. Dolayısıyla onların rüyalarını yorumlamadan önce kendisinin hak din üzerinde olduğunu, bilgilerinin Allah tarafından öğretildiğini ve Mısırlıların yanlış yolda olduklarını bildirerek, bir mukaddime hazırladı ve hak dini onlara tebliğ etti. İşte bu ve bundan sonraki üç ayet bununla ilgilidir.
“«Atalarım, İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu bize ve insanlara Allah’ın lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.
Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi yoksa kahredici olan bir tek Allah mı?
Siz Allah’ı bırakıp, sadece sizin ve atalarınızın taptığı (birtakım anlamsız) isimlere tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir, hüküm Allah’tan başkasının değildir. O da kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte o dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınıza gelince) biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumu hakkında sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir.»
Onlardan kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: «Beni efendinin yanında an (umulur ki beni çıkarır).» Fakat şeytan ona efendisine anmayı unutturdu, dolayısıyla (Yusuf) bir kaç sene daha zindanda kaldı.”[5]
Hz. Yusuf, Allah’tan başkasından yardım istediği için beş yıllık hapisten sonra yedi yıl daha hapiste kalmaya mahkum oldu. Böylece hapis süresi on iki yıl oldu.
“Kral dedi ki: «Ben (rüyada) yedi cılız ineğin yediği yedi semiz inek görüyorum. Ayrıca yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana yorumlayınız.»
(Yorumcular) dediler ki: «Bunlar karma karışık yalancı düşlerdir. Biz, böyle yalancı düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz.»
(Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olanı uzun bir zaman sonra (Yusuf’u) hatırlayarak dedi ki: «Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin.»
(Yusuf’un) yanına gelerek dedi ki: «Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! (Rüyada görülen) yedi cılız ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler.»
Yusuf dedi ki: «Adetiniz üzere yedi sene ekin ekersiniz, sonra yiyeceklerinizden az bir miktar hariç biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız.
Sonra bunun ardından (tohumluk olarak) saklayacaklarınızdan az bir miktar hariç o yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir.
Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyve) sıkacaklar.»”[6]
Yani bol bol meyve ve sebzelere kavuşacaklar. Üzüm, hurma, zeytin ve susam gibi şeyleri sıkarak sularından istifâde edeceklerdir. Bu bolluk senesine dair rüyada bir işaret yoktur. Hz. Yusuf bunu sadece bir vahiy ile, ilham ile onlara müjdelemiş, ileride aynı şekilde tezahür etmiştir.
“(Adam bu yorumu getirince) kral dedi ki: «Onu bana getirin.» Elçi, Yusuf’a geldiği zaman (Yusuf) dedi ki: «Efendine dön de ona, ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir.»
(Kral) dedi ki: «Yusuf’un nefsinden (murad almak) istediğiniz zaman durumunuz neydi?» (Kadınlar:) «Haşa, Allah için biz ondan kötülük görmedik.» dediler. Aziz’in karısı da dedi ki: «Şimdi hak meydana çıktı, ben onun nefsinden (murad almak) istemiştim (şüphesiz ki o, doğruyu söyleyenlerdendir).»
(Yusuf) dedi ki: «(Onların) bu (itiraflarına lüzum görmem), benim kendisine gıyabında hainlik etmediğimi ve Allah’ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını onun da bilmesi içindir.
(Bununla beraber) nefsimi temize çıkaramam. Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç, nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir. Zira Rabbim, çok bağışlayan, pek acıyandır.»
Kral dedi ki: «Onu bana getirin. Onu kendime özel (danışman) edeyim.» Onunla konuşunca dedi ki: «Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin.»”[7]
Kral gördüğü rüyanın yorumunu bir de Hz. Yusuf’tan dinlemek istedi. O da kralın gördüğü rüyayı ve yorumunu anlattı. Kral nasıl bir tedbir almak gerektiğini sorunca Hz. Yusuf: “Bolluk yıllarında çok ekin ekip, ürünü (stok etmek) gerekir. Böylece kıtlık yıllarında hem kendinizin geçimini sağlarsınız, hem de ihracat yaparak hazineye bol döviz kazandırırsınız.” dedi. Kral: “Peki, bu işi kim yapacak?” diye sorunca Hz. Yusuf:)
“«Beni bu yerin (Mısır’ın) hazinelerine tayin et. Çünkü ben onları çok iyi koruyan ve (tasarrufunu) pek iyi bilenim.» dedi.
Ve böylece Yusuf’u orada dilediği yerde konaklamak üzere o yerde yerleştirdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz.
İman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için ahiret mükâfatı daha hayırlıdır.”[8]
Bütün Mısır Hz. Yusuf’un idaresine ve tasarrufuna verildi. Kral, salahiyetlerini dahi kullanmasına müsaade etti. Rivayet edildiğine göre, o sıralarda Aziz (eski maliye bakanı) ölmüş. Kral, Yusuf’u Aziz’in eşi Zeliha ile evlendirmiştir. Hz. Yusuf, tarıma önem verdi, üretimi arttırdı, ihtiyaç fazlası olan ürünleri stok etti. Nihayet kıtlık yılları geldi. Bu sefer stok edilmiş olan ürünleri yemeye ve ihraç etmeye başladılar. Her taraftan insanlar gelerek Mısır’dan erzak satın aldılar. Yakup (a.s.) da Yusuf’un öz kardeşi Bünyamin hariç diğer oğullarını erzak almak için Mısır’a gönderdi.
“Yusuf’un kardeşleri gelip, onun huzuruna girdiler. (Yusuf) onları tanıdı, onlar ise onu tanımıyorlardı.”[9]
Hz. Yusuf, kardeşlerine kim olduklarını ve nereden geldiklerini sordu. Onlar da Yakup isminde bir peygamberin oğlu olduklarını, kendileri on iki kardeş olup birisinin çöle gidip öldüğünü, bir diğerinin de babalarının yanında kaldığını anlattılar.
“(Yusuf) onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: «Babanızı ve kardeşinizi de bana getirin, görmüyor musunuz ben ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafirperverlerin en iyisiyim.
Eğer onu bana getirmezseniz, benim yanımda size verilecek bir ölçek erzak yoktur. Bana hiç yaklaşmayın.»
Dediler ki: «Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız.»
(Yusuf) genç adamlarına dedi ki: «Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki yine geri gelirler.»
Babalarına döndüklerinde dediler ki: «Ey babamız! Ölçek bize yasaklandı. Kardeşimizi (Bünyamin’i) bizimle beraber gönder de (onun sebebine) ölçüp alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız.»
Yakup dedi ki: «Daha önce kardeşi (Yusuf) hakkında size ne kadar güven duyduysam bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim. Bu yüzden (ben onu sadece Allah (c.c.)’a emanet ediyorum. Koruyucu olarak Allah (c.c.) en hayırlı olandır. Acıyanların en merhametlisidir.»
Eşyalarını açtıklarında sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: «Ey babamız, daha ne istiyoruz! İşte sermayemiz bize geri verilmiş (onunla yine) ailemize yiyecek getiririz. Kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız, çünkü bu (sefer aldığımız) bir ölçek azdır.»
(Yakup) dedi ki: «Etrafınızın kuşatılması (ve çaresiz kalma durumunuz) hariç onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah (c.c.)’ın adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem.» Ona (istediği şekilde) teminat verdiklerinde dedi ki: «Söylediklerimize Allah (c.c.) şahittir.»
Sonra şöyle dedi : «(Ey oğullarım! Mısır’a) hepiniz bir kapıdan girmeyin. Ayrı ayrı kapılardan girin; ama Allah (c.c)’tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Çünkü hüküm Allah (c.c.)’tan başkasının değildir. Onun için ben yalnız O’na dayandım. Dayananlar yalnız O’na dayansınlar.»
Babalarının emrettiği şekilde (çeşitli kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler); fakat bu tedbir Allah (c.c.)’tan gelecek hiçbiri şeyi savamazdı. Şüphesiz o ilim sahibiydi. Çünkü ona biz öğretmiştik, fakat insanların çoğu bilmezler.
Yusuf’un yanına girdiklerinde, kardeşini (Bünya-min’i) yanına aldı.
«Şüphesiz ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme.» dedi.”[10]
Rivayet edildiğine göre; Hz. Yusuf, kardeşlerine ziyafet verdi. Onları sofraya ikişer ikişer oturttu. Bünyamin yalnız kalınca ağladı ve dedi ki: “Kardeşim Yusuf sağ olsaydı o da benimle otururdu.” Yusuf (a.s.) onu kendi sofrasına aldı. Yemekten sonra kardeşlerini ikişer ikişer evlere misafir verdi. Bünyamin yine yalnız kalmıştı. Hz. Yusuf dedi ki : “Bunun ikincisi yok, o hâlde bu da benim yanımda kalsın.” Böylece Bünyamin onun yanında geceledi. Yusuf dedi ki: “Ölen kardeşin yerine beni kardeş olarak kabul eder misin?” Bünyamin: “Senin gibi bir kardeşi kim bulabilir? Fakat seni Yakup ile annem Rahiyle doğurmadılar.” dedi. Hz. Yusuf bunu duyunca ağladı, kalkıp Bünyamin’in boynuna sarıldı ve “Ben senin kardeşinim” dedi.
“(Yusuf) onların yükünü hazırladığı zaman maşrapayı kardeşinin yükü içine koydu. (Kafile hareket ettikten) sonra bir münadi: «Ey kafile! Herhâlde siz hırsızlardansınız!» diye seslendi.
(Yusuf’un) kardeşleri ona dönerek: «Ne yitirdiniz?» dediler.
«Kralın su kabını yitirdik, onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var. Ben de buna kefilim.» dediler.
«Allah (c.c.)’a andolsun ki bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz.» dediler.
(Yusuf’un adamları) dediler ki: «Peki, siz yalancıysanız onun cezası nedir?»
«Onun cezası, kayıp eşya, yükünde bulunan kimseye verilir. İşte ona el koymak onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız.» dediler.”[11]
Yakup (a.s.)’ın şeriatına göre; hırsız yakalandığında, çaldığı malın karşılığında mal sahibine bir sene köle olarak hizmet ettirilirdi. Mısır kanunlarında ise, hırsıza sopa vurulur ve çaldığı malın iki misli ödettirilirdi. Hz. Yusuf, onlara babalarının şeriatına göre ceza vermek istedi.
“Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların yükünü (aramaya) başladı. Sonunda onu kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz Yusuf’a böyle bir tedbir öğrettik. Yoksa kralın kanununa göre, kardeşini tutacak değildi. Ancak Allah (c.c.)’ın dilemesi hariç, biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.
(Kardeşleri) dediler ki: «Eğer o çaldıysa, daha önce onun kardeşi de çalmıştı.» Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. (Kendi kendine) dedi ki: «Siz (onlardan) daha kötü durumdasınız! Allah (c.c.) sizin anlatmakta olduğunuzu çok iyi biliyor.»”[12]
Rivayete göre, Hz. Yusuf’un halası onu çok severdi. Yusuf büyüyünce babası onu yanında bulundurmak istedi. Halası da Yusuf’un kendi yanında kalmasını istiyordu. Bunun için İbrahim (a.s.)’dan miras kalmış olan kuşağını Yusuf’un beline bağladı. Sonra kaybolduğunu söyledi. Kuşak arandı ve Yusuf’un üzerinden çıktı. Kanun gereği Yusuf’u yanında alıkoydu. İşte Yusuf’un kardeşleri bu duruma işaret etmek istemişlerdi.
“Dediler ki: «Ey Aziz! Gerçekten onun yaşlı babası var (onunla kendini teselli ediyor). Onun yerine bizim birimizi alıkoy.»
«Eşyamızı yanında bulunduğumuz kimseden başkasına yakalamaktan Allah (c.c.)’a sığınırız. Çünkü o takdirde biz gerçekten zalimler oluruz.» dediler.
Ondan ümitlerini kesince (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp, (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: «Babanızın sizden Allah (c.c.) adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Ben babam izin verinceye veya benim için Allah (c.c.) hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır.
Siz babanıza dönün ve deyin ki: «Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti, biz sadece gördüğümüze şahitlik ettik (ötesini bilmiyoruz). Çünkü biz gaybın bekçileri değiliz.
(İstersen) içinde bulunduğumuz şehre (Mısır halkına) ve birlikte geldiğimiz kafileye de sor, şüphesiz biz doğru söyleyenlerdeniz.»”[13]
Kalkıp babalarına geldiler. Ve kardeşlerinin söylediklerini aynen söylediler.
“(Babaları) dedi ki: «Bilakis nefisleriniz size (böyle bir) işi güzel gösterdi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki Allah (c.c.) onların hepsini bana getirir. Çünkü O, çok iyi bilendir, hikmet sahibidir (Beni mutlaka bir hikmete binaen imtihan etmektedir).»[14]
(Yusuf’un) kardeşleri daha önce babalarına karşı yalan söylediklerinden dolayı, bu seferki doğrularına babası inanmak istemedi. Onlara: “Hayır, sizi nefisleriniz aldatıp böyle büyük bir işe sürüklemiş, yoksa bizim şeriatımızda hırsızın esir olarak yakalanacağını Aziz ne bilir?” dedi.
“Ve onlardan yüz çevirdi ve gamını yutarak dedi ki: «Ey Yusuf’un üzerindeki gamım (gel senin zamanındır)!» Ve üzüntüden iki gözü ağardı (görmez oldu).
(Oğulları:) «Allah (c.c.)’a andolsun, sonunda ya hasta olacaksın ya da helak olacaksın!» dediler.
(Yakup:) «Ben sadece gam ve kederimi Allah (c.c.)’a arz ediyorum, ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah (c.c.) tarafından (vahiy ile) biliyorum.» dedi.
«Ey oğullarım! Gidin de Yusuf’u ve kardeşini iyice araştırın. Allah (c.c.)’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah (c.c.)’ın rahmetinden ümit kesmez.»
(Bunun üzerine Mısır’a döndüler.) Yusuf’un yanına girdiklerinde dediler ki: «Ey Aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı, ve biz değersiz bir sermaye ile geldik. Bize yetecek miktarı tam ve ayrıca fazladan bize biraz da sadaka ver. Çünkü Allah (c.c.) sadaka verenleri mükâfatlandırır.»
Yusuf dedi ki: «Siz cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı bilmiyor musunuz?»
«Yoksa sen gerçekten Yusuf musun?» dediler. O da: «(Evet) ben Yusuf’um. Bu da kardeşim. (Birbirimize kavuşmayı) Allah (c.c.) bize lütfetti. Çünkü kim (Allah (c.c.)’tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah (c.c.) güzel davrananların mükâfatını zayi etmez.»
(Kardeşleri) dediler ki: «Allah (c.c.)’a andolsun, hakikaten Allah (c.c.) seni bize üstün kılmış. Hakikat şu ki, biz elbette hataya düşenlerden olduk.»
(Yusuf) dedi ki: «Bugün sizi kınama yok. Allah (c.c.) sizi affetsin. Çünkü O, merhametlilerin en merhametlisidir.»”[15]
Hz. Yusuf, kardeşlerine sabah akşam ziyafet veriyordu. Kardeşleri ise, önceleri ona yaptıklarını hatırlayarak sıkılıyorlardı. Ona bir adam göndererek dediler ki: “Siz, bizi sabah akşam yemeğe davet ediyorsunuz. Fakat biz sana karşı yaptıklarımızdan dolayı senden utanıyoruz.”
Hz. Yusuf da onlara şöyle cevap verdi: “Mısırlılar şimdiye kadar bana hep ilk gördükleri gözleriyle bakıyorlar ve “Yirmi dirheme satılmış bir köleyi ulaştığı mertebeye yükselten Allah (c.c.)’ı tenzih ederiz.” diyorlardı. Şimdi ise sizin sayenizde şeref kazandım. Çünkü benim, sizin kardeşiniz ve İbrahim (a.s.) gibi büyük bir peygamberin torunu olduğumu anladılar.
“«Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir ve bütün ailenizi bana getirin.»
Kafile (Mısır’dan) ayrılınca, babaları (yanındakilere): «Eğer bana bunak demezseniz, inanın ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.» dedi.
(Onlar da:) «Vallahi sen hala eski şaşkınlığındasın.» dediler.
Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koydu ve (gözleri) görecek duruma geldi. O zaman şöyle dedi: «Ben size Allah (c.c.) tarafından (vahiy ile), sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim, demedim mi?»
(Oğulları) dediler ki: «Ey babamız! Allah (c.c.)’tan bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkarlar idik.»
(Yakup:) «Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O, çok bağışlayan, pek esirgeyendir.» dedi.
(Hep beraber Mısır’a gidip) Yusuf’un yanına girdikleri zaman o ana babasını kucakladı. «Emin olarak Allah (c.c.)’ın iradesiyle Mısır’a girin.» dedi.
Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için secdeye kapandılar. (Yusuf) dedi ki: «Ey Babacığım! İşte bu daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Beni zindandan çıkarıp, şeytan benimle kardeşimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdiği için Rabbim bana ihsanda bulundu. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Çünkü O, çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.»
«Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat.»”[16]
Rivayet olduğuna göre, Hz. Yakup Mısır’da oğlunun yanında yirmi dört sene yaşadıktan sonra vefat etti. Önceden yaptığı vasiyet üzerine naaşı Şam’da defnedilmiş bulunan babası İshak (a.s.)’ın yanına gömüldü. Hz. Yusuf da babasından sonra yirmi üç yıl daha yaşadı. Onun naşını da Mısırlılar mermer bir sandık içine koyarak Nil’e gömdüler. Mısırlılar onu çok sevdikleri için onun naaşının kendi memleketlerinde kalmasını istemişlerdi. Daha sonra, Hz. Musa onun naaşını bularak babası Yakup (a.s.)’ın yanına götürerek defnetti.
Burada demek isteniyor ki, ne kadar zamandan sonra Yakup (a.s.) ile Yusuf (a.s.)’ın buluşmaları bu da sabra dayanıyor. İşte sabrın sonu. [17]
[1] Yusuf, 12/4-10
[2] Yusuf, 12/11-15
[3] Yusuf, 12/16-18
[4] Yusuf, 12/19-37
[5] Yusuf, 12/38-42
[6] Yusuf, 12/43-49
[7] Yusuf, 12/50-54
[8] Yusuf, 12/55-57
[9] Yusuf, 12/58
[10] Yusuf, 12/59-69
[11] Yusuf, 12/70-75
[12] Yusuf, 12/76-77
[13] Yusuf, 12/78-82
[14] Yusuf, 12/83
[15] Yusuf, 12/84-92
[16] Yusuf, 12/93-101
[17] Fatma Keskin, Sabır, Misyon Yayınları.