Tüm manevî/kalbî hastalıkların kaynağı kibirdir/büyüklenmedir. Büyüklenenlerin ilki şeytandır. Allah'ın emrine isyan edip secde etmeyerek ilk günahı şeytan, büyüklenme günahıyla işlemiştir. Allah'ın secde/ibadet emrine uymayarak şeytanın yolundan gidenler de onun işini meslek edinerek büyüklenirler. Bu nedenledir ki, her namazda Allah'ın "en büyük" olduğunu tekrarlar ve secde ile gösteririz. Demek ki, gün ve gece boyunca büyüklenme ve eğilimleri ve tavırları ile yüzyüzeyiz. Namaz kılan bir müslüman da yüzlerce defa Allah'ın en büyüklüğünü kalbiyle tasdik, diliyle ikrar ve secdesiyle isbat etmiş olur. Namaz kılan bir müslüman, "Allahu ekber" dediği, Allah'ın huzurunda bel büküp (rükû) yere burnunu sürttüğü (secde) halde, hâlâ gurur, kibir/büyüklenme eğilimleri varsa, ne söylediğini ve ne yaptığını bilmiyor demektir.
Yeryüzündeki fesâdın kökünde "tekbir" ve "secde" şuurundan uzaklık, yani büyüklenme vardır. Mü'min, benlik ve kibir hastalıklarını Allahu ekber kılıcıyla keser, secde zaferine kavuşur. Günde 40 rekât namaz kılan bir mü'min, 80 defa secde yapma şerefine kavuşur. Alnını her gün 80 defa yerlere eğerek nefsini ve benliğini kırar; Allah'ın dışında büyük kabul edilmeye, önünde eğilmeye lâyık kimse olmadığının bilincini ispatlar. Bu secdelerle mü'min, "Ene rabbiküm'ul a'lâ" (Nâziât, 24) diyen firavunlara meydan okuyup "Sübhâne Rabbiy'el a'lâ" der. Günün her ânında ve davranışında "lâ"yı yaşamış, şimdi de secdede "illâ"nın en yakınına ulaşmış, hakkal yakîn olarak sadece Allah'ı ilâh olarak tanımanın hazzına ermiştir. Kibirliliğin göstergesi olan "burnu havada olmak"ı secde ile "burnunu yere sürterek" kırmış olur. O yüzden secde, kişiyi şeytanlaştıran kibir ve gurura karşı en güzel, en etkin tedavi yöntemidir. (5)
Allah'ın büyüklüğü karşısında bir hiç olduğumuzu vurgulamak için secde halinde küçülür, küçülür, küçülebildiğimiz en küçük hali alır ve O tek büyüğün, en büyüğün huzurunda yerlere kapanırız. O'nu büyükleyerek ve yücelterek, O'na yakın olabilmek için O'nun kuluna en yakın olduğu an olan secdelere tekrar tekrar varıyoruz. O'nun yüceliği karşısında küçülüp kıvrılıyor, tıpkı kapı halkası gibi yusyuvarlak olarak O'nun rahmet kapısını "Senin şânın ne yücedir Rabbim" diyerek çalıyoruz. "Buyur kulum, dilediğini iste kulum" diyerek huzuruna, kulluğuna kulunu kabul etmek ise ancak Ekber olana, O'nun merhametine yaraşır. (6) O, sadece kendi huzurunda küçülenleri, başkalarının yanında, eşyanın, maddenin, tüm fânilerin ve âcizlerin yanında aziz kılacak, küçültmeyecek olandır. O, kendini büyük görüp secde etmeyen şeytanları sâğırînden kılan/alçaltan ve kendine secde edenleri yeryüzünde halife ve efendi kılandır.
Ağaçlar secde etmektedirler (bkz. 22/Hacc, 18) Ağaçlar ve bitkiler, namazdaki secde gibi devamlı olarak secdede duruyorlar. Çünkü ağaçların ağızlarına benzeyen kökleri devamlı şekilde yerden su ve besin alırlar. Cisimlerin gölgeleri Allah'a özel bir teslimiyet ve ibadet tarzı olarak her gün nasıl uzayıp kısalıyorsa (16/Nahl, 48; 13/Ra'd, 15) ibadet eden insan da namazda kıyam, rükû, secde ve ka'de yaparken uzanıp kısalır. Müslümanların cemaat halindeki ibadetlerde yaptıkları gibi, sürü halinde uçan kuşlar da Allah'a ibadet ederler: "Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kanat çırpıp uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Herbiri kendi salâtını (duâsını) ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilir." (24/Nur, 41)
Bilindiği gibi, Firavun, Hz. Musa'ya inanmayan ve ilâhlık taslayan zâlim bir yöneticidir. İsrailoğullarını kendine kul-köle yapıp onları ezip sömüren ve açıkça "ben sizin en büyük rabbinizim" (79/Nâziât, 24) deyip halkını kendine secde ettirip taptıran Firavun, iman edenleri imha için ordusuyla takip ettiği Hz. Musa ve kavmi için mucize olarak açılan Kızıldeniz'de ölüm ânında Allah'a iman etti ve secdeye kapandı. Bu iman yeis/ümidsizlik halinde yapıldığı için kabul edilmedi. "Biz İsrail oğullarını denizden geçirdik. Ama Fir'avn ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere arkalarından onlara yetişti. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, 'Gerçekten İsrail oğullarının inandığı ilâhtan başka ilâh olmadığına ben de iman ettim. Ben de müslümanlardanım!' dedi. Şimdi mi (iman ettin)? Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. (Ey Fir'avn!) Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtarıp (sâhilde) bir tepeye atacağız. İşte, insanlardan birçoğu hakikaten ayetlerimizden gâfildirler." (10/Yûnus, 90-92)
Londra Brıtısh Museum'da Fir'avn'a ait olduğu büyük bir ihtimalle bilinen bir ceset sergilenmektedir. Mısır'da firavunların cesetleri mumyalanmak suretiyle muhâfaza edilmekte idi. Âyetten denizde boğulan Firavun'un cesedinin mumyalanmadan, bir mucize eseri korunmuş olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim 1980'li yıllarda Cebelein mevkiinde, Kızıldeniz sahilindeki kumların altından mumyalanmadığı halde hiç bozulmamış bir ceset bulunmuştur. British Museum'da muhâfaza edilen bu cesedin en az 3000 yıllık olduğu tespit edilmiştir. Resimlerinden de belli olduğu ve bizzat benim müzede gördüğüm şekilde bu ceset secde eder vaziyettedir. Secde halindeki bu durum, ayette ölürken iman etmesiyle anlatılıyor. Hayatı, halkına zulümle ve Allah'a isyanla geçen, Allah'a secde etmediği yetmiyormuş gibi, "ben sizin en yüce rabbinizim" diyerek (79/Nâziât, 24) vatandaşlarını kendisine secde ettirmekten hayâ etmeyen Firavun'a Allah, öyle bir diz çöktürüp secde ettiriyor ki, binlerce senedir secdeden kalkmayan başı, sürtülen burnu, diğer Firavunlara ve insan şeytanlarına ibret olsun! Ölüm ânındaki bu imanın ve secdenin ahirette onu kurtarmayacağı ayetteki ifadeden anlaşılmaktadır. Ancak, mumyalanmadığı ve benzeri işlemlerden geçmediği halde, Allah'ın hikmeti gereği ve insanlara ibret olması için üç bin yıldan fazla zamandan beri çürümeyen, bozulmayan ve tüm organları, hatta saçları bile yerinde olan cesedin Allahu a'lem, canlı gibi kalması secde halinde ölmesinin bir sonucu olabilir. Yani, secde ancak ölüm ânında yapıldığı için âhirette kurtarmasa bile, Firavun gibi birinin canlı gibi sapasağlam kalmasına sebep olmuş olabilir. Secde sayesinde ve secde ederken öldüğü için bedeni çürümemiş olabilir. Tabii ki en doğrusunu Allah bilir.
Ölüm ânında ve kabul edilmeyen bir secdenin Fir'avn gibi birisine canlı görünümü vermesi gibi, kabul olan ve Firavunlaşmayan kimsenin secdesi, kim bilir insanı nasıl canlı tutacaktır? Allah'a secde eden mü'min, çok şerefli bir hayata secdesi sayesinde hak kazanacak, Allah'ın nice yardımına muhatap olacaktır. Dünyada canlandırdığı gibi, secdenin, ölümden sonra da sayılamayacak faydaları olacaktır.
"Karanlıklar, ışıklar, gölgeler sussun ki Allah'ım
Bütün dünyayı inletsin benim secdem, benim âhım!" (Mehmed Âkif)