Âhirette peygamberlerin hepsine mü'minlere şefaat etme hakkı tanınanacaktır. (Buhârî, Rikak 45, Tevhid 33; Müslim, İman 81; Ebû Dâvud, Cihad 26; Ahmed bin Hanbel, Müsned III/ 94, 325, V/43; Tirmizî, II/66).
Her peygamber, kendi ümmetine şefaat edecektir (Buhârî, Tefsir Sûre 18). İnsanlar muhakeme olunmak için mahşerde toplandıklarında, peygamberler, "Allah'ım selâmet ver!" diye duâ edeceklerdir (Buhârî, Rikak 52; Müslim, İman 81). Peygamberlerin ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'in şefaati, Allah'ın şirk koşanı kesinlikle bağışlamayacağıyla ilgili Nisâ sûresi 116. âyetinin hükmünce, Allah'ın izniyle sadece mü'minlere şâmil olabilecektir. Nitekim Peygamberi-miz, hadislerinde büyük günah işleyenler de dâhil, mü'minlerin şefaatine nâil olacaklarını söylemiştir (Buhârî, Rikak 51; Ebû Dâvud, Sünnet 20; Tirmizî, II/66).
Peygamberler içinde ilk defa şefaat edecek ve şefaati kabul edilecek peygamber, Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir (Müslim, Fedâil 2). Âhirette Hz. Muhammed (s.a.s.)'in bu ilk şefaati, mahşer halkının muhakemeye başlanılması hakkındaki umumî ve büyük şefaattir.
Hz. Peygamber'in şefaatiyle hesaba ve sorguya çekilmeden cennete girecekler de olacaktır (Buhârî, Tefsir Sûre 18; Müslim, İman 84). Cennette derecelerin arttırılması için ilk şefaat edecek peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir. Bundan dolayı Hz. Peygamber bir hadisinde,
"Cennette insanların ilk önce şefaatte bulunanı benim." (Müslim, İman 85) buyurmuştur.
Hadis-i şeriflerden en büyük şefaatçinin Hz. Muhammed (s.a.s.) olduğunu öğrenmekteyiz.
"Her peygamberin müstecab (Allah’ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı âhirete bıraktım). Ona inşâallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nâil olacaktır.” (Buhârî, Deavât 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334 (198); Muvatta, Kur’an 26; (1, 212); Tirmizî, Deavât 141 (3597); Dârimî, Siyer 28, Rikak 85; Kütüb-i Sitte Terc. 14/402-403)
Cân-ı gönülden şehâdet ve tehlilde bulunanın bu şefaate nâil olacağı, ayrıca ifade edilmekte (Ahmed bin Hanbel, Müsned II/307, 518), ümmetten bir kısmının, Peygamberimiz'in şefaati sayesinde ateşten çıkacağı (Buhârî, Rikak 51; Müslim, İman 328) beyan buyrulur.
“Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.” (Tirmizî, Kıyâmet 12, hadis no: 2437; Ebû Dâvud, Sünnet 23, hadis no: 4739; İbn Mâce, Zühd 37, hadis no: 4310, Kütüb-i Sitte Terc. 14/404)
Hz. Peygamber'in birçok hadis kitabında zikredilen mahşer halkının mahkemeye başlanılması hakkındaki umumî ve büyük şefaatine "şefâatü'l-uzmâ" denir. Bu hadis şöyledir:
“Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Âdem (a.s.)’e gelip: ‘Evlâtlarına şefaat et!’ diye talepte bulunacaklar. O ise:
'Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim (a.s.)’e gidin! Çünkü o Halîlullah’tır’ diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim’e gidecekler. Ancak o da:
‘Ben yetkili değilim. Ancak siz Hz. İsa’ya gidin. Çünkü o Ruhullah’tır ve O’nun kelîmidir’ diyecek. Bunun üzerine O’na gidecekler. O da:
‘Ben buna yetkili değilim; lâkin Muhammed (a.s.)’e gidin!’ diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara:
‘Ben şefaate yetkiliyim!’ diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup Allah’ın ilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah’a medh u senâda bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rabb Teâlâ,
‘Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine getirilecektir. Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir.’ buyuracak. Ben de:
‘Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!’ diyeceğim. Rab Teâlâ: ‘(Onların yanına) git. Kimin kalbinde buğday veya arpa danesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar’ diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım. Sonra Rabbime dönüp önceki hamd u senâlarla hamd ve senâlarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: ‘Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetimi istiyorum!’ diyeceğim. Bana yine:
‘Git, kimin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar.’ denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi:
‘Başını kaldır!’ denilecek. Ben de kaldırıp: ‘Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetimi istiyorum!’ diyeceğim. Bana yine:
‘Git, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imanı olanları da ateşten çıkar’ denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd u senâda bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: ‘Ey Muhammed! Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir. Dile, talebin verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir’ denilecek. Ben de ‘Ey Rabbim! Bana Lâ ilâhe illâllah diyenlere şefaat etmem için izin ver!’ diyeceğim. Rab Teâlâ: ‘Bu hususta yetkin yok!’ –veya: ‘Bu hususta sana izin yok!’ –Lâkin, izzetim, celâlim, kibriyam ve azametim hakkı için lâ ilâhe illâllah diyenleri de ateşten çıkaracağım!’ buyuracak.” (Buhârî, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rikak 51; Müslim, İman 322 (193); Kütüb-i Sitte Terc. 14/406-407)
Yine Sahihayn ve Tirmizî’nin Ebû Hureyre’den rivâyet ettikleri bir hadis de şudur:
“Ben Kıyamet günü Âdemoğlunun efendisiyim. Acaba bunun hangi sebepten olduğunu biliyor musunuz? (Açıklayayım:) Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve tâkat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar:
‘İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?’ demeye başlarlar. Birbirlerine:
‘Babanız Âdem var!’ derler ve ona gelerek: ‘Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. (Bütün isimleri sana öğretti.) Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Allah katında itibarın, makamın var.) Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?’ derler. Âdem (a.s.) de:
‘Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaatte benim yüzüm yok, çünkü cennette iken, Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa âsî oldum. (Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter.) Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin, Nuh (a.s.)’a gidin!’ diyecek. İnsanlar Nuh (a.s.)’a gelecekler:
‘Ey Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen rasullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (abden şekûrâ) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?’ diyecekler. Nuh (a.s.) da şöyle diyecek:
‘Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir duâ hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim (a.s.)’e gidin’ diyecek. İnsanlar İbrahim (a.s.)’e gelecekler:
‘Ey İbrahim! Sen Allah’ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegâne halîlisin. Bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?’ diyecekler. İbrahim (a.s.) onlara: ‘Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!’ deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. (Bu üç günahı, yıldızlar hakkında sarfettiği ‘İşte bu Rabbim’ (6/En’am, 76) sözünü, atalarının putları hakkında sarfettiği ‘Belki de bu (putları kırma) işi(ni) onların en büyüğü yapmıştır’ (21/Enbiyâ, 63) sözünü ve bir de: ‘Ben gerçekten hastayım’ (37/Saffât, 89) sözünü hatalarını sayarken zikretti.) Sonra sözlerine şöyle devam edecek:
‘Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. Musa (a.s.)’a gidin.’ İnsanlar Hz. Musa’ya gelecekler ve: ‘Ey Musa! Sen Allah’ın peygamberisin. Allah seni, risâletiyle ve hususî kelâmıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah nezdinde şefaatte bulun. İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?’ diyecekler. Hz. Musa da:
‘Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! (Esasen Rabbim nezdinde şefaate yüzüm de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi ile emr olunmadığım bir cana kıydım. (...Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir.) Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. Hz. İsa (a.s)’a gidin’ diyecek. İnsanlar Hz. İsa’ya gelecekler ve:
‘Ey İsa, sen Allah’ın peygamberisin ve Meryem’e attığı bir kelâmısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?’ diyecekler. Hz. İsa da:
‘Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!’ diyecek. –Hz. İsa şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin- (Bir başka rivayette:) ‘(Beni, Allah’tan ayrı bir ilâh edindiler. Bugün bana mağfiret edilirse bu bana yeter!’) Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed (a.s.)’a gidin’ diyecek. İnsanlar Hz. Muhammed (s.a.s.)’e gelecekler, -bir diğer rivâyette: ‘Bana gelirler’ denmiştir- ve:
‘Ey Muhammed! Sen Allah’ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?’ diyecekler. Bunun üzerine ben Arş’ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medh u senâları benim için açacak (ben onlarla Rabbime senâlarda bulunacağım). Sonra:
‘Ey Muhammed, başını kaldır ve iste; (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et; Şefaatin yerine getirilecek’ denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: ‘Ey Rabbim, ümmetim! Ey Rabbim, ümmetim! Ey Rabbim, ümmetim!' diyeceğim. Bunun üzerine:
‘Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!’ denilecek. Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki mesafe, Mekke ile Hecer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır.” (Buhârî, Enbiyâ 3, 8, Tefsir, Benî İsrâil 5; Müslim, İman 327 (194); Tirmizî, Kıyamet 11 (2436); Kütüb-i Sitte Terc. C. 14, s. 410-412)