Öyleyse İslâmî devlet bir amaç değil, İslâm’ı daha iyi yaşamak, hakları sahiplerine ulaştırmak, dünya işlerini düzene koymak ve suçları önlemek için bir araçtır. Kimilerine göre devlet en son güç ve hâkimiyet makamıdır. Onun gücünün üstünde güç yoktur. Koyduğu bütün ilkeler ve kanunlar tartışmasız doğrudur ve itaat edilmesi gerekir. Böyleleri devleti en son güç makamı olarak tanıyarak, onu hak etmediği bir yere koymakta ve onu adeta bir ilâh haline getirmektedirler.
İslâmî devlette, hâkimiyet; yani en son egemenlik Allah’a âittir. Bunun anlamı şudur: Mülk Allah’ındır. Yerde ve gökte olan canlı ve cansız bütün varlıklar O’nundur. İnsanlara din ve şeriat koyma, onlar hakkında hükümler, ölçüler ve ilkeler gönderme hakkı Allah’ındır. O, âlemlerin Rabbidir, her şeyi bilir ve her şeye hâkimdir. İnsanlara düşen, Allah’ın gönderdiği hükümleri kabul edip uygulamak ve böylece kulluk görevlerini yerine getirmektir.
Hâkimiyeti, belli bir toprak parçasına sahip olup, orada bir otorite kurmak, özgürlükleri ve bazı hakları kullanabilmek; bir ülkeye, bir halka bir kişinin, bir zümrenin hükmetme hakkı yoktur anlamına alırsak, ‘hâkimiyet milletindir’ demek yanlış değildir. Bu söz ile ‘milletin, daha doğrusu millet adına hareket ettiğini iddia edenlerin görüşünün üstünde görüş yoktur, onların kararlarının üzerinde hiç bir hüküm tanımayız’ anlamı kasdedilirse; bu şüphesiz İslâm dışı bir görüştür. Çünkü bu anlayış, hüküm (helâl-haram ölçüleri, hukuk ilkeleri) hakkını Allah’tan alıp kullara verme anlayışıdır.
İslâmî devlet, Allah’ın hükümlerini uygularken, günün şartlarına göre, insanların ihtiyacı kadar yeni kanunlar çıkarabilir, yeni kararlar alabilir. Teknik geliştikçe yeni kurumlar, yeni çalışma yöntemleri oluşturabilir. İslâmî hükümlerin uygulandığı İslâm devletine ‘dâru’l-İslâm’ denildiğini hatırlayalım. Öyleyse bir yönetimin İslâmî sayılabilmesi, o yönetimin İslâmî ilkeler üzerine kurulması ve işlerin ve siyasetin İslâm’a göre yapılması gerekir.
Kimileri, ‘İslâmî yönetimin bir modeli yoktur. Yönetimle ilgili ilkeler ümmetin tarihí tecrübesi ve yeni gelişmelerle elde ettikleri, oluşturduklari sivil bir alandır’ görüşündedirler. İslâm fıkhının yönetimle ilgili ortaya koyduğu prensipler İslâmî yönetim modelinin kendisidir. Bu modelin günümüzde bilinen teknik terimlere uyması gerekmez. İnsanın bütün hayatını kuşatan İslâm, hükmetme, yönetme, kanun koyma gibi çok önemli bir alanı, her zaman hevâsına uyma zaafı olan insanın insafına bırakmamıştır.
İslâmî devlet modeli hiç bir monarşik, oligarşik, teokratik, laik ve demokratik modellere benzemez. Çünkü İslâm'ın kaynağı İlâhî vahy, diğerlerinin kaynağı ise insan aklıdır. Hatırlatmak gerekir ki cumhuriyet anlayışı ile demokratik yönetimin bazı yöntemleri, ilkeleri ve işleyiş biçimi İslâmî yönetime oldukça yakındır. İnsan hakları, hukukun üstünlüğü, halkın görüşüne itibar etme, danışma yabana atılacak şeyler değildir.[1] Ama bütün bunlar, onların beşerî ideolojiler olduğunu, içinde bazı doğrular yanında çok sayıda yanlışların/bâtılların bulunduğunu unutturmamalıdır. Onun doğru ve güzel kabul edilen nice hususlarının da kâğıt üzerinde kaldığını, özellikle İslâm ve müslüman sözkonusu olduğunda uygulamada ilkelerinden vaad ettiği güzellikten eser kalmadığı bilinen ve görünen bir hakikattir. Beşerî ideolojilerin hiçbiri, İslâmî sisteme alternatif olamaz, birlikte uzlaşmaları düşünülemez.