S-b-h kökünden şu kelimeler kullanılıyor: Yıldızın hareket etmesi, uzaklaşmak, şehâdet parması, duâ, nâfile namaz. N-z-h (tenzîh) kökünde de şu anlamlar vardır: Hayvanları sudan uzaklaştırmak, uzaklaştırıldı, uzak olmak, korundu, uzak yer.
Allah’ı tesbih ve tenzih kelimeleri, genellikle beraber kullanılır. Bu şiar ile asıl olarak Allah’ı “aklama” (tesbih etme) vurgulanmak istenmektedir. Yani nasıl ki Arap, suyun başına toplanan hayvanları uzaklaştırma işine “nezehe” diyor, aynı şekilde Allah’a yakıştırılan birtakım iftiraları uzaklaştırma işine de “tenzîh” diyoruz. Tesbihde de tenzihde de ortak olan mânâ, “uzaklaştırmak”tır. Biz buna Türkçe’de yaklaşık olarak “aklama” diyebiliriz. Yani bir nevi bir şeyi protesto ânındaki durum oluyor. Bizim inandığımız Allah’a birileri iftira atıyor. O’na ait olan vasfları başkasına vermeye kalkışıyor. O’nun isimlerini, sıfatlarını çalarak kendi sevdiklerine, bağlandıklarına yakıştırıyor ve onları ululayıp yüceltiyor. İşte biz bu durumu red ve protesto için “sübhânallah!” diyoruz. Bunu söylerken aynı zamanda da O’nu yüceltip övmüş oluyoruz.
Bu kelimelerde koruma anlamı da vardır. Türkçe’de “koruma ve kollama” denilen işi yapmak anlamında. Tabii, Allah’ın tesbih ve tenzih edilişi, fizikî bir durumdan ziyade, daha çok inanç ve düşünce alanında oluyor.
Kur’an’da tesbihin, üç temel anlamda kullanıldığı görülmektedir:
1- Aklama-uzaklaştırma
2- Anma-duâ-namaz
3- Kâinattaki her şeyin O’nun düzenine uyduğu.
Bu şiar (sübhânallah) ortay koyuculuğu (şirki) mahkûm etmek için söylenir. Zira gelen âyetlere bakıldığında bu amaçla kullanıldığı görülmektedir. Önce nelerin şirk, yani ortak koşuculuk, vasıflandırıcılık olduğu açıklanır. Meselâ, O’na çocuk isnat etmek, aracısı olduğuna inanmak, ortağı olduğunu zannetmek, başka şeylere benzetmek ve olmayacak şeylerle vasıflandırmak gibi. Sonra nelerin şirk olmadığı anlatılır. Doğanın yeryüzü ve gökyüzünün içindeki her şeyin O’nu tesbih ettiğinin söylenmesi gibi.
İns ve cinnin kâfirlerinın dışındaki her şey, Allah’a kul olup itaat ve tesbih ediyorken, bu yaratıklar bu düzeni bozuyorlar. İşte bu düzen dışılık, bu şiarla dışlanıyor, reddediliyor. Nitekim Arapça’da şehâdet parmağına “müsebbiha” denilmektedir. Aynı kökten gelen tesbih, birleme, bir’i gösterme olarak şehâdet parmağının anlamına uygun mânâlar içerir.
Yüsebbihu fiiliyle Kur’an’da Allah’ı tesbih eden varlıklar anlatılr. Kur’an’da açık olarak, yeryüzü ve gökyüzündeki her şeyin Allah’a ait olduğu vurgulanıyor. Demek ki mülk ve hamd Allah’a ait olmazsa bu tesbih bozuluyor. Allah’tan başkası insanlar üzerinde yönetim (mülk) iddiâsında bulunursa, bu var olan tesbih düzenini bozmak demektir; ortak koşucu olmak (müşrik) demektir.[1]
Tesbih; Allah’ı O’na yakışmayan şeylerden tenzih etmek (uzak tutmak)tir. Tesbih, bir anlamda, Allah’ı büyük tanıma, O’na noksan sıfatları yakıştırmama, “sübhânallah” demek ve O’na ibâdet etmektir. Bu, bir çeşit Allah’ı zikirdir. Bazı âlimlere göre tesbih, zikrin türlerinden biridir.
Tesbih; Allah’ı, kutsal yüceliğine lâyık olmayan kusur ve noksanlıklardan, insanların ilâhlar/tanrılar hakkında düşündükleri eksik sıfatlardan gerek inanç, gerekse söz ve kalp ile tenzih etmektir, uzak tutmaktır. Allah Teâla yücedir, uludur, azimdir. Hiç bir şey O’nun benzeri ve dengi değildir. O en yüce sıfatlara sahiptir. İnsanların aklına gelebilecek bütün eksik ve noksan sıfatlardan, kusurlardan uzaktır. Allah hakkında, insanlara ait şeyler düşünülmez. O, bütün bunların dışındadır. İşte, Allah’ı mükemmel (en yüce) sıfatlarla düşünmek, O’nu noksan sıfatlardan tenzih etmek (uzak tutmak) tesbihtir.
Aynı kökten gelen “Sübhân” Allah’ın bir ismidir. Yani, çok tenzih edilen, Allah’a inanmayanların O’nun hakkında düşündüklerinden ve söylediklerinden, her türlü kusurdan uzak olan demektir. “Sübhânallah” cümlesi, Allah’ın bütün eksikliklerden uzak, ama yüce sıfatların sahibi olduğunu ifade eder. Allah’ın zatının temizliğini ve kutsallığını da anlatır. Bu cümle; hem bir zikir, hem Allah’tan yardım isteme, hem de bazen bir şeye hayret edildiği zaman kullanılan bir ifadedir.
Allah’ı tesbih etmeyi ifade eden âyetler Kur’an’da bir hayli fazladır. Kur’an, Allah’ı zikretmeyi ve tesbih etmeyi beraber anıyor. Bu durum her iki ibâdetin ortak yanları olduğunu gösterir. “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (33/Ahzâb, 41-42; 3/Âl-i İmrân, 41). Sabah ve akşam vakitleri zikir ve Allah’ı tesbih için en uygun zamanlardır. Ancak sabah-akşam ifadesi bütün günü kapsaması sebebiyle, âyet; Allah’ı her an zikredin, tesbih edin, bunu devamlı yapın anlamına da gelir.
“Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, Güneşin doğuşundan önce ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin.” (20/Tâhâ, 130; Ayrıca bkz. 40/Mü’min, 55; 50/Kaf, 39).
“Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.” (15/Hıcr, 98; Ayrıca bkz. 25/Furkan, 58; 52/Tûr, 48; 56/Vâkıa, 74, 96; 87/A’lâ, 1; 110/Nasr, 3).
Kur’an’ın haber verdiğine göre yerde ve gökte olan bütün yaratıklar Allah’a tesbihte bulunurlar. Kur’an bunu bazen geçmiş zaman kipiyle ‘tesbih etti’ şeklinde, bazen şimdiki zaman kipiyle ‘tesbih eder-ediyor’ şeklinde vermektedir. Bu, varlıkların geçmişte ve şimdi sürekli tesbih ile meşgul olduklarını gösteren bir gerçektir (57/Hadid/1; 59/Haşr, 1, 24; 61/Saff, 1; 24/Nûr, 41; 62/Cuma, 1 vd.).
Canlı veya cansız varlıkların nasıl tesbih ettiklerini bilmiyoruz. Bu konuda birçok açıklama yapılmıştır; ama doğrusu onların tesbihlerinin nasıl olduğunu anlamak hem zor, hem de bunu anlama diye bir görevimiz yoktur. Bize düşen, bütün varlıkların ister istemez Allah’a teslim olup O’nu tesbih ettiklerini bilmek ve böyle bir gerçeğe şüphe duymadan inanmaktr. Bunu kabul ettikten sonra, onlar gibi bu yüce zikre katılmak, onlarla beraber Allah’a tesbihte bulunmaktır. Tıpkı Dâvud (a.s.) ile birlikte tesbih etsinler diye boyun eğdirilen dağlar gibi (21/Enbiyâ, 79; 38/Sâd, 18).
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlayamazsınız. O Halim’dir, bağışlayandır.” (17/İsrâ, 44).
Onların tesbihlerini anlayamacağımıza göre, bu konudaki gayret boş bir çabadır. Burada önemli olan, evrendeki bu imana katılmak, bu koro ile beraber, âlemlerin Rabbini, O’nun lâyık olduğu gibi zikretmek/anmaktır.
Allah’ın Sübhân Oluşu: Allah (c.c.) aynı zamanda “Sübhân”dır. Bütün yaratıklar, canlı ve cansız her şey, insanların bütün hücreleri, bazı insanların dilleri, sürekli Allah’ı tesbih ederler. O, bu anlamda çok çok tesbih edilendir. O, kendisi hakkında düşünülen bütün noksan sıfatlardan uzaktır. O, kendi dışındaki her şeyden münezzehtir (tenzih edilmiştir).
Kur’an, Allah’ın “sübhân” olduğunu sık sık vurgulamaktadır.
“Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilâhlar olsaydı, hiç tartışmasız, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın sahibi Allah, Sübhan’dır; onların nitelendirdikleri şeyden uzaktır.” (21/Enbiyâ, 22).
“Üstünlük ve güç (izzet) sahibi Allah, sübhândır, onların nitelendirmekte olduklarından yücedir.” (37/Sâffât, 180; Ayrıca bkz. 12/Yûsuf, 108; 17/İsrâ, 1, 93, 108; 27/Neml, 8; 28/Kasas, 68; 43/Zuhruf, 13; 68/Kalem, 29).
Melekler, zaman zaman Allah’ın ‘Sübhan’ olduğunu söylerler (2/Bakara, 32). Mü’minler de inkârcıların Allah hakkında düşündükleri yanlış şeylere cevap verirken, Allah’ın onların nitelemelerinden çok uzak olduğunu dile getirirler, Allah’a “Sen Sübhânsın” derler (3/Âl-i İmrân, 191; 5/Mâide, 116; 21/Enbiyâ, 87; 4/Nisâ, 171; 10/Yûnus, 18; 16/Nahl, 57; 30/Rûm, 40).