“Safâ ile Merve şüphesiz Allah’ın şiarlarından/alâmetlerindendir. Kim Beytullah’ı hacc/ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde bir günah yoktur. Kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir.” (2/Bakara, 158).
Peygamberimiz (s.a.s.), hacc-ı şeriflerinde Safâ’ya yaklaştıkları zaman: “Safâ ile Merve Allah’ın şiarlarından/alâmetlerindendir. Allah’ın başladığı ile başlayın” (Ebû Dâvud, Menâsik 57; Tirmizî, Hacc 38; Nesâî, Hacc 161, 166, 170; İbn Mâce, Menâsik 34, 84) diye emretmiş ve kendisi Safâ’dan başlayıp Beyt’i görünceye kadar üzerine çıkmıştır. Bir hadisinde bu hususta: “Allah size sa’yi yazmış/farz kılmıştır, sa’y yapınız” (Feyzu’l-Kadir, II/249) buyurmuştur.
Mekke'de, Kâbe'nin hemen yakınında bulunan Safâ ve Merve adındaki iki alçak kayalık tepe arasındaki sahanın, Hz. İbrâhim'in Allah'ın buyruğu ile Hâcer'i ve bebek yaştaki oğlu Hz. İsmâil'i çölde terkettiği ve anne Hâcer'in bundan dolayı acı ve ıstırap çektiği mekân olduğu rivâyet edilir. Susuzluktan kıvranan ve çocuğunun hayatından endişeye kapılan Hâcer, iki kaya arasında koşup duruyor ve yardım için Allah'a yalvarıyordu. Sonunda Hâcer'in Allah'a güveni ve sabrı, hem kendisini, hem de çocuğunu susuzluk sebebiyle ölmekten kurtaran bir su kaynağının (bu güne kadar gelen ve Zemzem diye bilinen suyun) keşfiyle mükâfatlandırıldı.
Hâcer'in bu şiddetli imtihanının ve Allah'a güveninin anısıyla Safâ ve Merve, İslâm öncesi zamanlarda bile imanın ve sıkıntılara göğüs germenin sembolleri olarak görülmeye başlandı. Bu özellik, Safâ iele Merve'nin neden sabır ve Allah'a güven erdemlerini konu alan âyetler içinde zikredildiğini de açıklamaktadır. (Muhammed Esed, Kur'an Mesajı, 1/43-44)
Kâbe yakınında iki tepe olan Safâ ile Merve arasında gidip gelmek, Allah tarafından Hz. İbrâhim (a.s.)’e Hac ile birlikte öğretilen ibâdetlerdendi. Fakat Safâ ve Merve’de iki tapınak yapıp, bunları İsâf ve Nâile adlı iki puta adadılar ve onlara tapınmaya başladılar. Araplar müslüman olduklarında Safâ ile Merve arasında gidip gelmenin eski hac geleneğinin/ibâdetinin bir parçası mı, yoksa sonradan putperestler tarafından uydurulmuş bir tapınma biçimi mi olduğu ve iki tepe arasında gidip geldiklerinde şirke düşmüş olup olmayacakları konusunda sorular sormaya başladılar.
Ayrıca Hz. Âişe (r.a.)’den rivâyet edilen bir hadise göre, Medine’liler İslâm’ı kabul etmeden çok önce bile safâ ile Merve arasında gidip gelme geleneğine karşıydılar. Bu sebepten dolayı Kâbe kıble yapıldıktan sonra Allah, onların Safâ ile Merve arasında gidip gelme konusundaki şüphelerini ortadan kaldırıyor ve onlara bunun İbrâhim (a.s.)’in Hac geleneğini kurduğundan beri var olan bir ibâdet şekli olduğunu, O’ndan sonra gelen câhil kimseler tarafından uydurulmadığını bildiriyor.[1]
Buhârî'nin Âsım bin Süleyman'dan rivâyetine göre, bu zat şöyle der: "Enes bin Mâlik (r.a.)'e Safâ ile Merve hakkında sordum. Şöyle dedi: 'Biz bunların (arasında tavaf etmenin) câhiliyye işlerinden olduğu görüşünde idik. İslâm gelince onlardan uzak durduk. Yüce Allah da “Safâ ile Merve şüphesiz Allah’ın şiarlarından/alâmetlerindendir. Kim Beytullah’ı hacc/ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde bir günah yoktur. Kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir.” (2/Bakara, 158) âyetini indirdi." (Buhârî, Hac 80)