Kunut Duâsı; Fâcir ve Kâfirlere Ültimatom (Yoldan Çıkan Devrilir/Devrilmelidir!)

 

Sözlükteki anlamı, bir şeye öylece devam edip durmaktır. ‘Kunut’, itaat, huşu (saygı), sakinlik anlamlarını da içerisine alır. Türkçede bunu en güzel ‘divan durmak’ deyimi karşılayabilir. Öyleyse ‘kunut’, Allah’a karşı saygıdan dolayı alçak gönüllü olarak uzun süre ayakta durmak ve O’na dua etmektir. Bu anlamıyla ‘kunut’, kıyam (ayakta durmak) demektir. Kunut yapan mü’min Allah’ın huzurunda olduğunun bilinciyle huşû (saygı) içerisinde, alçak gönüllü (tevazu sahibi) olarak organları susmuş, Allah’a teslim olmuştur. İşte bu saygı ve kıyam, kunuttur. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Namazın en faziletlisi kunutu uzun olandır.” (Müslim, S. Müsafirîn 164, 165, hadis no: 756, 1/520; Tirmizî, Salât 285,  hadis no: 387, 2/229; Ebû Dâvud, Tatavvu 2)

Bir başka deyişle, namazda kıyâmı, Kur’an okumayı, duayı ve huşuyu uzun yapmaya ‘kunut’ diyebiliriz (2/Bakara, 238). Terim olarak daha çok, vitir ve sabah namazının son rekâtında yapılan duâya ‘kunut’ denilmektedir.

Peygamberimiz, İslâm'ı dâvet etmek üzere görevlendirdiği yetmiş sahâbeyi öldüren, Ri’l ve Zekvan kabilelerine bir ay boyunca sabah namazının farzının son rek’atında kunut yaparak beddua etmiştir. Yatsıdan sonra kılınan vitir namazında ‘kunut’ yaptığı rivâyet edilmiştir. (Müslim, S. Misafirîn 297-304, hadis no: 677, 1/468-469; Buhârî, Vitir 7, 2/32; Cenâiz 40, 2/104; Nesâî, İftitah 116, 2/157; Ebû Dâvud, Salât 345, hadis no: 1443, 2/68)

Namazın kendisi bir kunut olduğu halde, son rekâtı uzun yaparak duâ etmek, kunut içerisinde kunuttur. Halk arasında kunut deyince de yalnızca vitir namazında okunan dualar akla gelmektedir. Vitir namazının üçüncü rek’atında sûre okunduktan sonra tekrar tekbir alınır, kunut duaları okunur, sonra rukû’ya gidilir. Sabah namazının farzının son rek’atı bittikten sonra rukû’ya varılır, rukû’dan kalktıktan sonra ayakta kunut yapılır ve sonra secdeye gidilir (Sabah namazında kunut yapmayı yalnızca Şâfiîler câiz görürler). Bazı âlimlere göre vitir namazında kunut yapmak vâcip, bazılarına göre sünnettir.

Kur’an’da, kunut yapanlar anlamında ‘kanitîn’ kelimesi vardır. Namaz, Allah’ın huzurunda öncelikle ‘divan durmak’tır, yani bir kunuttur. Bundan dolayı ‘kanitín’; namaz kılanlar, namazda huşu içerisinde olanlar, namazda dünyalık bir şey konuşmayanlar demek olur. Onlar, namazda Allah’ı zikretmekle meşgul olurlar, huzurda olduklarının farkındadırlar ve büyük bir huşu (saygı) içerisindedirler.

Müslümanlar başlangıçta namazda konuşuyorlardı veya birbirlerine selam veriyorlardı. Ancak yukarıdaki âyet gelince (2 Bekara/238) bu huylarından vazgeçtiler. Yani kanitûn (namazı huşû ve suskunluk içerisinde kılanlar) oldular. Çünkü namazda mü’minler Allah’ın divanındadırlar, O’nu sikretmektedirler, ona dua etmektedirler.

Peygamberimizin ne zaman ve nerelerde kunut yaptığı konusunda çeşitli rivayetler vardır. Belâ ve musîbet zamanlarında kunut yapılabilir. Peygamberimizin özel anlamda kunut yaptığı zamanlara bakarsak, uzun kunut yapmanın yine özel bir amacı olmalıdır. Daha çok felâket, sıkıntı, darlık zamanlarında yapılmaktadır.

Peygamberimizden aktarılan kunut duâlarının en meşhuru herkesin bildiği ‘Allahümme innâ nestâinüke ile Allahümme iyyâkke na’büdü’ duâlarıdır (Beyhakî, 2/211; Ebû Davûd). Bu duâların Türkçesi şöyle:

“Ey Allahım! Biz, senden yardım ve bağışlanma dileriz. Senden hidayet dileriz. Sana iman ederiz. Sana tevbe ederiz. Sana tevekkül ederiz. Bütün övgü sıfatlarıyla Seni överiz, Sana şükrederiz, Sana nankörlük etmeyiz. Sana karşı geleni hal’ ederiz (onu görevde tutmayız) ve onu terkederiz." "Ey Allahım! Yalnız Sana ibâdet ederiz. Ancak senin için namaz kılar, Senin için secdeye varırız. Koşmalarımız ve çabalarımız yalnız Sana yaklaşmak içindir. Senin rahmetini ümit ederiz, Senin azabından korkarız. Şüphesiz Senin azâbın kâfirlere lâyıktır.”          

Hasan bin Ali bin Ebi Tâlip (r.a.) Rasûlullah (s.a.s.)'ın kendisine vitirde okuması için şu duâyı öğrettiğini haber veriyor:

“Allahım! Beni hidayete erdirdiklerinle beraber hidayete erdir. Kendilerine afiyet verdiklerinle birlikte bana da afiyet ver. Dost edindiklerinle beraber beni de dost edin (kendilerini velâyetine aldıklarınla beraber beni de velâyetine al). Bana verdiğini benim için bereketli kıl. Verdiğin hükmün şerrinden beri koru. Sen dilediğin hükmü verirsin ancak senin üzerine hüküm verilemez. Şüphesiz senin işini üzerine aldığın (dost-veli edindiğin) aşalığa düşmez (zelil olmaz). Ey Rabbimiz! Sen çok üstünsün ve yücesin.” (Ebû Dâvud, Salât 340, hadis no: 1425, 2/63; İbn Mâce, 1, Salât 117, hadis no: 1178, 1/372; Tirmizî, Salât 341, hadis no: 464, 2/328; Nesâî, K. Leyl 51, 3/206; Ahmed bin Hanbel, 1/199)                         

Mü’minler, kunut yaptıkları zamanlarda yukarıdaki duaları okurlar. Bu dualarda yer alan cümleler son derece önemlidir. Her cümlede bir ümit ve söz veriş vardır. Allah’tan istenebilecek şeyler sıralanırken, bazı güzel davranışlar konusunda da O’na söz verilmektedir. Mü’min, yalnızca Allah’a ibadet edeceğine, yardımı yalnızca O’ndan isteyeceğine, secdeyi yalnız O’nun huzurunda yapacağına, nimetlere nankörlük etmeyeceğine söz vermektedir. Birinci duanın sonundaki cümleler daha ilginçtir. Mü’min, her kunut duasında; Allah’a karşı gelen, O’nun ilkeleri ve emirleri karşısında duyarsız kalan, Allah’ın dinine savaş açan,  günahları açıktan çekinmeden yapan, insanlar arasında günahların yayılmasına çalışan bütün kişi, kuruluş ve otoritelere itaat etmeyeceğine, onlardan yüz çevireceğine, onları hal’ etmek için (onlara engel olmak için çalışacağına), onların fesatlarına devam etmeleri için fırsat tanımayacağına söz vermektedir.        

Bu duâlar, hem bir yakarış, hem bir ümit, hem Allah’ın dini için çalışmaya söz veriş, hem azgınlardan yüz çevirme niyeti, hem de Allah’ın huzurunda bir teslimiyettir. Dualarında isyan edenlere karşı olacağını, onlarla ilişiğini keseceğine söz verenlerin bunu pratikte göstermeleri gerekir.[1]

Buhârî'nin Enes bin Mâlik'ten rivâyetine göre Enes'e, "Nebî (s.a.s.) sabah namazında kunut duâsı okur muydu?" diye soruldu. O da: "Az mühlet sürmek üzere rukûdan sonra" cevabını verdi (Buhârî, Tecrîd-i Sarîh Terc. 536). Yine Enes bin Mâlik'ten "Nebî (s.a.s.) Ri'l ve Zekvan kabileleri aleyhine bir ay duâ buyurarak kunut etti." (Buhârî, 2/233). Rivâyetlerden anlaşıldığına göre Nebî (s.a.s.) namaz arasında ayakta durarak kunut nâmı ile duâ etmiştir. Peygamberimiz iki yerde kunut duâsı yapmış ve bu bir ay kadar sürmüştür. İlki, Ramazan'ın yarısında başlayıp bayramla birlikte biten kunuttur (Buhârî, 3/234). Bu kunutta Mekke'de müşriklerin elinde esir olan üç müslümanın ve diğer "müstaz'aflar"ın kurtuluşu için duâ edilmiş, ayrıca Mudar kabilesinin kâfirleri aleyhine duâ edilmiştir. Diğeri ise Bi'r-i Mâune hâdisesi üzerine edilen kunuttur. Bunda da Süleym kabilesinden Ri'l, Zekvan, Lihyan, Usayye kabilelerinin aleyhlerine Eslem ve Gıfar'ın lehlerine duâ edilmiştir.

Bi'r-i Mâune olayı, Uhud'dan dört ay sonra hicrî dördüncü senede vuku bulmuştur. Benî Süleym kabilesinden "dine dâvet ve İslâm'ı kabile halkına öğretmek" maksadıyla bir grup sahâbenin oraya gönderilmesi istenmişti. Bunun üzerine Nebî (s.a.s.) Münzir bin Amr komutasında 70 kadar "kurrâ"yı Necd bölgesine gönderdi. Yolda giderken alçakça pusuya düşürülerek biri hâriç hepsi de şehid edildiler. Bunun üzerine Nebî (s.a.s.) çok üzüldü. Saldırıyı düzenleyen müşrik kabileler aleyhine bir ay boyunca namazlarda kunut okudu. Müşriklere lânet okudu. Böylece kunutta müşrikler aleyhine lânet okumak meşrû olmuştur.

Ancak, daha sonra kunutun kesildiği rivâyetleri de vardır. Bu konuda sahâbelerden birçoğu, kunuta devam etmiştir. Sabah namazında mı, vitirde mi okunacağı hakkında ihtilâf edilmiş, Hz. Ömer, İbn Mes'ud, Hz. Ali, Alkame, Hammad, Ebû Hanife kanalıyla gelen Kûfe ekolü Vitr'de, diğerleri de sabah namazında okunması gerektiğine kail olmuşlardır.

Duânın içeriği hakkında da değişik görüşler vardır. Birbirine benzeyen cümlelerde ibâret duânın asıl vurgusu, "kâfirlere lânet" etrafında döner. Şimdi Hanefîlerin her gece Vitr'de, Şâfiîlerin de Ramazan'ın yarısından sonra okudukları duânın anlamına geçelim:

"Allah'ım, Senden yardım dileriz, bağışlanma dileriz, hidâyet dileriz. Sana iman ettik, Sana tevekkül ederiz, sana hayır ile senâ ederiz, Sana şükrederiz, Sana küfretmeyiz. Sana muhâlefet ve isyan edene itaat etmez, deviririz, terkederiz (Nahleu ve netrukü men yefcüruk)."  "Allah'ım, ancak Sana ibâdet ederiz, Senin için namaz kılarız, secdeyi Senin için yaparız. Koşuşup çabalamamız hep Senin içindir. Rahmetini umar, azâbından korkarız. Senin azâbın kâfirleri içine alacaktır."

Diğer bazı rivâyetlerde ise duânın içeriğinde; "Kâfirlere lânet olsun, Allah'ım kâfirlerin birliğini boz, mü'minlere sebat ver, onlara yardım et. Kâfirlerin direnişini sars, onları korkuya dûçar kıl..." gibi ifadelere rastlanmaktadır (Buhârî, 3/239).

Her gece Vitr'de okunan ve günün son namaz cümlelerinden olan duânın bitişi son derece dikkat çekici ve çarpıcıdır. "Nahleu ve netrukü men yefcüruk (Fâcirleşeni devirir, azleder, terkederiz)." H-l-a kökünden gelen nahleu (hal') kelimesinin sözlükteki anlamları şunlardır: Yaprağın dökülmesi, izâle etmek, ayırmak, tahtından indirmek, salıvermek, ücret verip boşamak. T-r-k kökünden gelen terk ve metrûk gibi kelimeler de şu anlamlara geliyor: Bırakmak, terketmek, uzaklaşmak. F-c-r kökünden (fâcir-fücûr) şu anlamlardadır: Azmak, günaha dalmak, bozulmak, yemin ve sözünde yalancı çıkmak, haktan yan çizmek. L-a-n'den lânet de şu mânâlara geliyor: Rahmetten uzaklaşmak, kovmak, lânetlemek, sövmek, şeytanın kovulması.

Her gün bu cümlelerdeki anlamları tekrar ederek yatağa giren bir müslüman, fâcirlere karşı bu denli hassas kılınmakta iken "fâcir de olsa sultana karşı çıkılmaz" anlayışıın pekiştirenlerin kulakları çınlasın! İslâm ve Allah düşmanlarının lânetlenerek "kahrolmaları"nı istemek, Peygamber sünnetidir. O sağlığında bunu yapmış, vefatından sonra da bu inkılâpçı gelenek devam ettirilmiştir. Esasında namazın tamamı, şiarların bütünü bu anlamlarla dopdoludur.

Buraya kadar açıklamaya çalıştığımız şiarları şöyle formülize edip toparlayabiliriz:

En büyüklük ilânı: Allahu ekber.

En büyüğün ismi ile başlama: Bismillâh.

En büyüklük egemenlik gerektirir: Lehu'l-mülk.

En büyüklük iddiâsına red: Lâ ilâhe illâllah.

En büyüklük paylaşılamaz: Sübhânallah.

En büyük olan ancak övülüp yüceltilir: Lehu'l-hamd.

En büyüklüğü nefse vurmaya dur: Estağfirullah.

En büyük yüceltilip ululanır: A'lâ, A'zam.

En büyüğün elçisine bağlılık: Allahumme salli alâ Muhammed.

En büyüğün yolundan çıkan devrilir ve terkedilir: Nahleu ve netruk (Kunut duâsında)[2]


 

[1] Hüseyin K. Ece, a.g.e. s. 363-365.

[2] İhsan Eliaçık, a.g.e. s. 47-50.