İslâm Bayrağı, Râyet, Sancak

 

Müslümanların şiarlarından biri de İslâm bayrağıdır, tevhid sancağıdır. Hz. Peygamber'in ilk defa, hicret sırasında Medine'ye girerken livâ/bayrak kullandığı bilinmektedir. Rivâyet edildiğine göre hicret kafilesi Medine'ye yaklaştığında Büreyde bin Husayb el-Eslemî, sarığını çözerek bir mızrağa bağlayıp kafilenin önünde yürüyerek Medine'ye girmişti. Hz. Peygamber, daha sonra, ilk defa hicretin yedinci ayında Hz. Hamza'nın kumandasında Sîfü'l-bahr'e sekizinci ayında da Ubeyde bin Hâris bin Abdülmuttalib kumandasında Seniyyetülmere'ye gönderdiği seriyyelere birer bayrak vermişti.

Gerek bu iki seriyyede, gerekse daha sonraki gazve ve seriyyelerde kullanılan bayraklarla ilgili olarak klasik kaynaklarda aynı mânâda olmak üzere "livâ" ve "râyet" kelimeleri kullanılmıştır. Ancak Hayber Savaşına kadar yalnız livâ bulunduğu, bu savaşta ise hem livâ hem râyeler taşındığı; Rasûlullah'ın râyesinin siyah, livâsının ise beyaz olduğu (Ahmed bin Hanbel, IV/297; Tirmizî, Cihad 10) şeklindeki rivâyetlerden hareketle bazı âlimlerce râye ile livâ arasında bir fark bulunduğu ileri sürülmüştür. Hz. Peygamber zamanında kullanılan bayrakların beyaz, sarı, siyah, kırmızı vb. renklerde olduğu, ukab adlı siyah râyesinin Hz. Âişe'nin kaftanının yünlü kumaşından yapıldığı da kaynaklarda kaydedilmektedir.[1]

Rasûlullah'a ait sancak, alem-i Nebî, alem-i şerif, livâ-i saâdet, liva-i şerif isimleriyle de anılan bu sancak, halen Topkapı Sarıyında mukaddes emânetlerin arasında bulunmaktadır. Bedir ve Uhud savaşlarında Rasûlullah (s.a.s.), livâyı taşımakla Mus'ab bin Umeyr'i görevlendirmişti. Hicretten sonra yapılan bütün savaşlarda livâların kullanılmış olduğu görülmektedir. Bu livâlar umûmiyetle beyaz renkteydi. Bir de devlet başkanı ve ordu komutanı olarak Rasûlullah'a ait Ukab adında siyah bir livâ bulunmaktaydı.

Rivâyete göre Mekke'nin fethi esnâsında Rasûlullah'ın râyesi siyah renkte olup, üzerinde lâ ilâhe illâllah Muhammedun Rasûlullah" yazısı bulunmaktaydı (İbn Mâce, Cihad 20; M. Hamîdullah, Hz. Peygamber'in Savaşları, s. 216). Daha sonra sancak-ı şerif olarak adlandırılan livâ budur.

Rasûlullah (s.a.s.)'in vefatından sonra, Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve peşinden gelen halifeler, bu sancağı savaşlarda sürekli olarak ordunun önünde bulundurmaya gayret göstermişlerdir. Sancak-ı şerif, Râşid halifelerden sonra Emevîlerin eline geçmiş, bunların çöküşünden sonra da Abbâsiler tarafından muhâfaza edilmiştir. Mısır'ın Yavuz Sultan Selim tarafından alınmasından sonra sancak İstanbul'a getirildi. Padişahlar, çıktıkları seferlerde onu yanlarında götürmüşlerdir. Sancak-ı şerif, sadece askerî seferler esnasında yerinden çıkarılmazdı. İstanbul'da meydana gelen isyanları bastırmak için de sancak-ı şerif çıkartılır ve halka, bunun altında toplanarak âsilere karşı savaşma çağrısı yapılırdı.

Sancak-ı şerif, son olarak 1826 yılında yeniçerilerin ayaklanması sebebiyle yerinden alınarak Sultan Ahmet Câmiinin minberine dikilmişti. Onun çevresinde toplanan halkın desteğiyle yeniçeriler topa tutularak, ortadan kaldırılmıştı. Osmanlılar, sancak-ı şerife büyük önem vermişler ve ona sürekli saygı göstermişlerdir. Sancak çıkarıldığı zaman, onun altında toplanmak ve savaşmak halk tarafından bir farz olarak telakkî edilmiştir.

Sancak-ı şerif, Topkapı Sarayında Arz odası karşısındaki kapı önüne dikildiği zaman onun dikildiği yere, kimsenin basmaması ve hürmetsizlikte bulunmaması için 1908 devrimine kadar iki süngülü asker nöbet tutmuştu. Bu tarihten sonra kaldırılan sancak-ı şerifin yerine bir taş dikilmiştir. Sancak-ı şerif, son olarak Osmanlı Devletinin 1. Dünya Savaşına katılması sebebiyle çıkarılarak Cihad-ı ekber ilân edilmiştir. Sancak-ı şerif, hâlen diğer kutsal emânetlerle birlikte Topkapı Sarayında muhâfaza edilmektedir.[2]  


 

[1] TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 248 

[2] Ömer Tellioğlu, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 343-344