Gâfil ve Fâsıklarla Beraberlik:

 

Güzel kalbî hayatın korunması için gâfil ve fâsıklarla ünsiyetten/samimi ilişkiden şiddetle sakınmalıdır. Zira kokuşmuş mezbele ve leşler üzerinden geçip gelen bir rüzgâr, onların çirkin kokularını alarak etrafa yayar, nefesleri tıkar ve ruhları daraltır.           

Mânevî hallerin eşyaya bile sirâyet etmesi karşısında, eşyadan daha hassas olduğunda şüphe bulunmayan insan kalbini, ne kadar titizlikle muhâfaza etmek gerektiği ortadadır. Halkın amel ve ahlâkından cansız varlıklar bile etkilenir. Bu itibarla türlü çirkinliklerin icrâ edildiği bir yerdeki ibâdetle, amel-i sâlih ve hayırlara mekân olmuş bir yerdeki ibâdet, kıymetçe birbirinden çok farklıdır. Bunun içindir ki, Kâ’be hareminde, yani Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz, diğer yerlerde kılınanlardan kat kat üstündür. Bu halin zıddı olarak, Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Arafat’la Müzdelife arasındaki Vâdi-i Muhassır mevkiinden hızlı olarak geçmiştir. Bu tavır karşısında ashâb merakla: “Yâ Rasûlallah! Ne hal oldu ki, burada hızlandınız?” diye sorunca, Hz. Peygamber Efendimiz: “Allah Teâlâ, bu mekânda zâlim Ebrehe ordusunu kahretti” buyurmuşlardır.

Yine, bin bir meşakkat dolu Tebük Seferinden dönüşte ashâb-ı kiram, gölgelenmek ve su temin edebilmek için Semûd kavminin taşları oyarak yapmış olduğu köşklere girdiler. Bunun üzerine Efendimiz; “Bu mekânda Cenâb-ı Hak Semûd kavmini helâk etti. O kahırdan bir hisse gelmemesi için buralardan su almayın” buyurdu. Ashâb: “Yâ Rasûlallah! Kırbalarımıza su doldurduk ve bu sudan hamur yaptık” deyince Hz. Peygamberimiz: “Suları boşaltın ve hamurları dökün!” emrini vermiştir. Bu ve benzeri olaylar, hâlet-i rûhiyenin, cemâdâta (cansız varlıklara) da sirâyet edip yansıdığını gösteren tipik birer örnektir.

Gönül erleri olan sâdık, sâlih ve ârifler de, kalplerindeki sevgi ve vecdlerini sohbetlerine taşırlar. Kalplerindeki esrârın nuru cemaate akseder. Meydana gelen yankı ve boyanma neticesinde gönüller yetenek ve istidâtlarına göre hakikat nuru ile dolar. Tıpkı; gül, karanfil gibi nâdîde çiçeklerle bezenmiş bir bahçe üzerinden esen sabah melteminin, gittiği yerlere, gönüllere bahar ferahlığı veren latîf râyihalar götürmesi gibi. “Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin ve  sâdıklarla beraber olun.” (9/Tevbe, 119)         

Hallerdeki sirâyet, yukarıda ifade edildiği gibi, muhabbet ve ünsiyet oranında gerçekleşir. Kâmil bir mü’min olabilmek için, sâdık ve sâlihlerle yakınlık içinde bulunmak ve onları sevmek, bu eğilimin kuvvetlenip arzu edilen neticeyi oluşturması için şarttır. Şeyh Sâdî-i Şirâzî, hallerdeki sirâyet hususiyetini şöyle ifade eder: “Ashâb-ı Kehf’in köpeği sâdıklarla beraber olduğu için büyük bir şeref kazandı. Adı Kur’ân-ı Kerim’e ve tarihe geçti. Lût Peygamber’in karısı ise fâsıklarla beraber olduğu için küfre dûçâr oldu.”[1]  

 


 

[1] Âdem Ergül, Kur’an ve Sünnette Kalbî Hayat, s. 50-55