Sâdık Kimselerin Özellikleri:

 

Sâdık kimse, sözünde duran kimsedir. Onun içi ve dışı birdir. Yalan söylemez, hile yapmaz, kimseyi aldatmaz, işini düzgün yapar. Gittiği yol doğru bir yoldur. Mü’min, önce özünde (kalbinde) sâdık olmalıdır. Kalbinde yalana, hileye, düşmanlığa, hileye, fitneye yer vermemelidir. Ondan sonra da sözünde doğru olmalıdır. Konuşurken yalana, uydurmaya ve iftiraya başvurmamalıdır. Yalanın zararları açıktır, doğruluğun faydaları ise tartışılmayacak kadar çoktur. Mü’min, sonra da işinde doğru olmalıdır. İşini düzgün yapmalı, hileden ve aldatmadan uzak durmalıdır.

Sıdk sahibi olmaya ‘sadâkat’ denir. Sâdık kimseler, aynı zamanda ‘sadâkat’ sahibi kimselerdir. Mü’minlerin en önemli sıfatlarından biri de ‘sadâkat’ sahibi olmalarıdır. Türkçe’de sadâkat; müslüman kardeşinin iyiliğini istemek anlamına geldiği gibi, insanlara karşı dürüst davranmaya, dostluğa bağlı olmaya da denir. Bu anlamdaki sadâkatın zıddı ‘hıyânet’tir. Hâinlik ise olgun bir müslümana yakışmaz. Müslümanlar, karşılıklı işlerinde, başka insanlarla olan her

türlü ilişkilerinde sadâkat ahlâkı üzere, dürüst ve iyiliksever olmalıdırlar. Karı-koca arasında mutlaka ‘sadâkat’ duygusu olmalıdır. Hem evdeki görevleri açısından, hem de iffetlerini koruma açısından birbirlerine karşı ‘sâdık’ olmalıdırlar.

Peygamberimiz,  insanları aldatanları şiddetle tenkit ediyor ve onları kendisine bağlılardan saymıyor. Mü’min, verdiği sözde durur, emâneti yerine getirir, işini sağlam yapar, yalandan uzak durur, aldığı vazifeyi yerine getirir, emâneti ehline verir. Allah’a ibâdet ve itaatinde tam bir ‘sadâkat’ ahlâkı sergiler. Rabbine kalbinden bağlıdır. O’nun huzurunda O’nu kandırmaya, başkasına tapınmaya, ibâdetinde hile yapmaya yeltenmez. Ziya Paşa şöyle diyor:

        

“İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrah

Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah.”

 

Çok doğru olan, doğruluğun en güzelini yapanlara, Allah’tan gelen vahyi tereddütsüz kabul edenlere ‘sıddîk’ denir. Nitekim Hz. Ebu Bekr’ın lakabı Sıddîk idi. Sıddîk olanlar asla yalan söylemezler. Onlar, itikatlarında (inançlarında) doğrudurlar ve bunu fiilleriyle (amelleriyle) pekiştirirler. “Kitap’ta İbrahim’i de an. Çünkü O, sıddík bir nebî idi..” (19/Meryem, 41). Allah’a ve O’nun Rasûlüne hakkıyla iman edenler, Allah katında ‘sıddîk’lar ile şehidlerdir, sıddîk ve şehidlik mertebesine erenlerdir (57/Hadîd, 19).

‘Sâdık’ olma sıfatı hem peygamberlerin, hem de Kıyâmetin kesinlikle olacağının doğru haberidir. Kimsenin şüphesi olmasın ki, Kıyâmet sâdık/doğru bir haberdir (51/Zâriyât, 5). İnsanlara hakkı gönderen Rabbimiz, kendisinin sâdıklardan olduğunu, dolayısıyla gönderilen vahiyde  bir yanlışlık olmadığını açıklıyor (15/Hıcr, 64). Allah (c.c.), Kur’an’ın bir benzerini yazmaya cür’et edenleri, bu sözlerini isbâta dâvet ediyor. Buyuruyor ki, “Eğer sâdık kimselerden iseniz, haydi dediğinizi yapın, onun bir benzerini getirin bakalım!” (2/Bakara, 23). İnkârcı ve yalancıların, Kur’an’ın bir benzerini yazamayacakları zaten baştan bellidir.

Kur’an, inkârcılara seslenerek diyor ki, “Eğer sâdık kimselerden iseniz, ölümü başınızdan savın, İslâm’ın yanlış olduğuna dâir bir deliliniz varsa getirin, Allah’tan başkasını yardıma çağırın bakalım.” (3/Âl-i İmrân, 168; 2/Bakara, 111;  6/En’âm, 40). Sabredenler, sâdık olanlar, kunut yapanlar (boyun bükerek ibâdet edenler), müttakî olanlar, seherlerde Rablerine günahlarından dolayı istiğfar edenler övülmeye lâyık insanlardır (3/Âl-i İmrân, 17). Kıyâmet, öyle bir gündür ki, dünyada iken imanında doğru olan, Kur’ân-ı Kerim’i tam bir teslimiyetle kabul eden sâdık kimselerin bu sıdklarının/doğruluklarının fayda vereceği bir gündür (5/Mâide, 119).

Allah (c.c.) bütün insanları iman etmeye ve sâdık kimseler ile beraber olmaya dâvet ediyor (9/Tevbe, 119). Sâdık olanların, İslâm’ı, Kur’an’ı ve O’nu tebliğ eden peygamberi tasdik edip tam bir bağlılıkla ibâdet edenlerin mükâfatını Rabbimiz verecektir. Sıdktan uzak kalan iki yüzlü münâfïklara ise azâbını tattıracaktır (33/Ahzâb, 24). Sâdık olan kadınlar ile sâdık olan erkeklere Rabbimiz büyük bir ecir ve mükâfat hazırlamıştır. Çünkü onlar imanlarında doğru idiler ve hakkı gönülden tasdik etmişlerdi (33/Ahzâb,35). İman edenler sıdk sahibi sâdıklardır. Onlar Allah’ın katından gelen sâdık bir dâveti ‘tasdik’ ettiler ve ‘musaddık/doğrulayan, doğru kimse’ oldular. Rabbimiz onları şöyle övüyor: “Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîklar (doğrulayanlar), şehidler ve sâlihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar.” (4/Nisâ, 69)

 “Sadîk” arkadaş demektir. Yani arkadaşını doğrulayan, ona doğru davranan, ona sadâkatle bağlanan en yakın dost demektir. Arkadaş anlamındaki bu kelimenin ‘sıdk-doğruluk’ kelimesinden gelmesi, oldukça dikkat çekicidir.[1]

Kur’an’da kullanıldığı şekliyle, farz olan infak, yani zekât anlamında ve halk arasında meşhur olduğu şekilde nâfile infak mânâsında “sadaka” kelimesi de, sıdk kelimesinden türemiş ve doğrulukla ilgili bir kavramdır. İnsanın, sıdkını ortaya koyma, Allah'ın emânetini O'nun yolunda kullanma yolu olan infak için verilen mala ve paraya da sıdk kelimesinden türeyen "sadaka" denilir. İnsan, malının bir miktarını, verilmesi istenen ve gereken yerlere vermekle, Allah'ın "infak edin" emrini yeri getirdiğini ve dolayısıyla Allah'a inanıp hükümlerini tasdik ettiğini ortaya koymuş olur.

 


 

[1] Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 562-566