a- İlâhî nimete ermişlerin yolu: "Bizi doğru yola hidayet et; kendilerine nimet verdiklerinin yoluna..." (1/Fâtiha, 5-6) Kendilerine Allah'ın nimet verdikleri ise bir başka ayette mealen şöyle açıklanmaktadır: "Allah'a ve Rasül'e itaat edenler; Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştır." (4/Nisâ, 69)
b- Allah'ın yolu (sıratullah): "...Ve elbette sen, doğru yola çağırıyorsun, göklerin ve yerin sahibi Allah'ın yoluna." (42/Şûrâ, 52-53)
c-İslâm dini: "Sen onları doğru bir yola (İslam'a) çağırıyorsun. Ama ahirete inanmayanlar (bu senin çağırdığın) yol (İslam)dan sapıyorlar." (23/Mü'minûn, 73-74)
d- Allah'a kulluk: "Ey Ademoğulları, ben size Şeytana tapmayın; o, sizin için apaçık bir düşmandır, bana kulluk edin, bu dosdoğru yol (sırat-ı müstakim)dur diye bildirmedim mi?" (36/Yâsin, 60-61)
e- Sünnetullah: "Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi de saptırmak isterse onun göğsünü, (o kimse) göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık kılar. Allah inanmayanları küfür bataklığında bırakır. İşte Rabbının sırat-ı müstakimi, dosdoğru yolu budur." (6/En'âm, 125-126)
f- Hz. İbrahim'in dini (Haniflik): "De ki; Rabbım, beni sırat-ı müstakime (doğru yola) iletti. Dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine." (6/En'âm, 161)
g- Adalet: "...Aramızda hak ile hükmet, zulmetme. Bizi yolun ortasına (adalete) götür." (Sâd, 22) "Gerçekten Rabbın, doğru bir yol üzerindedir (O âdildir, katında kimse zulme uğramaz).” (11/Hûd, 56)
Tefsirlere baktığımızda "es-sırata'l-müstakim" den maksadın ne olduğu hakkında şu rivayetleri görürüz: Allah'ın yolu, doğru yol, uygun yol, Allah'ın kitabı, iman ve imana bağlı olan şeyler, İslam ve İslam şeriatı, Peygamberimiz'in ve ashabının büyüklerinin yolu, cennet yolu, sırat köprüsü (cehennem köprüsü), ifrat ve tefrit arası mutedil (dengeli, orta) yol. Ayette sözkonusu edilen doğru yol (sırat-ı müstakim), hakka ulaştıran yoldur. Hakka ve doğruya ulaştıran yol ise, peygamberlerin yoludur. Bütün peygamberler insanları aynı yola davet etmişlerdir. Bu nedenle sözkonusu edilen yol ile kast edilenin, Peygamberimizin yolu olduğunu söyleyenler de elbette isabet etmişlerdir. Bazı müfessirler, bununla Kur'an'ın, bazıları İslam'ın kast edildiğini söylemişlerdir. Kuşkusuz İslam da, Kur'an da Hz. Muhammed (s.a.s.)'in ve kendisinden önceki peygamberlerin yoludur. Bu nedenle bu görüşlerin tümü arasında bir ihtilaf sözkonusu değildir.
Cadde, ana yol, büyük yol anlamlarına gelen "sırat", İslam terminolojisinde ayrıca, Cehennem çukurlarının üzerinden geçip Cennet'e uzanan, 'kıldan ince, kılıçtan keskin' yol olarak da geçer. Bu yol, yani 'kıldan ince, kılıçtan keskin' olan yol, bir bakıma, yalnızca Cehennem çukurlarından geçen değil; insanın dünya hayatına gelişiyle başlayan yoldur. İnsanın, daha doğrusu mü'minin yeryüzündeki hayatı sırattır. Bu hayatı yaşama, sırattan geçmedir. Bu yol, bir yerde Cehenneme uzanırken; bir yerde de Cehennemi aşıp Cennete varır. Dosdoğru yol, yani sırat-ı müstakim tektir. Dünya hayatında insanların bu yol üzere olmaları gerekir. Geniş bir yoldur bu. İnsanların dünya hayatları ve ahiretteki gerçek mutlulukları için her türlü gerekli imkânı ve araç-gereci kendinde barındıran bir yoldur. Fakat bu yol, aynı zamanda 'kıldan ince, kılıçtan de keskince' bir yoldur. İnsan, Allah elinden tutmazsa, her an bu yoldan kayıp, bozuk yollara sapabilir. Her adım başında oturmuş kötü yol davetçileri vardır. "Her yolun başına oturup da, tehdit ederek iman edenleri Allah'ın yolundan çevirmeye ve onu eğriltmeye çalışmayın." (7/A'râaf, 86)
İnsan, her adım başında bu yoldan (sırat-ı müstakim) sapabilir. Bu bakımdan, bir insan, ömrünün sonuna kadar dosdoğru yolda yürürken, son anlarında kâfir ölebilir. Yine, ömrünün sonuna kadar başka yollardayken, son anlarında dosdoğru olan yola girebilir. Bu bakımdan, peygamberler, örneğin Hz. Yusuf, "Beni müslüman olarak öldür ve beni salihlere kat" diye dua etmiştir. İşte, ömür boyu Allah'ın yolunda kalabilmek ve özellikle bu yol üzerindeyken can verebilmek için her an Allah'a dua etmek gerekir: "Rabbımız, hidayete ulaştırdıktan sonra kalplerimizi eğiriltme ve katından bize rahmet bağışla." (3/Âl-i İmran, 8) diye yalvarmak gerekir. "Ey kalpleri evirip çeviren, kalplerimizi dinin üzerinde sabit kıl!" (Tirmizî, Kader 7; İbn Mâce, Mukaddime 13) diye, hem dille, hem davranışlarla niyaz etmek gerekir. İşte, dünya hayatında "sırat-ı müstakim" üzerinde olan insanlar, 'kıldan ince, kılıçtan keskince' yolu geçen insanlar, Ahirette de Cehennemin üzerindeki "sırat"tan geçip, Cennete ulaşacaklardır. Dünya hayatında, Allah'ın yolu dışındaki yollarda yürüyenler; Ahirette Cehenneme uzanan yola girip, ateşin içinde yuvarlanacaklardır: "Toplayın o zalimleri, onların eşlerini ve Allah'ın dışında taptıklarını. Götürün onları Cehennemin yolu (sıratı)na." (37/Saffât, 22-23) (2)
Çok değişik yollar vardır; kısa, uzun, dar, geniş, eğri, dolambaç, düz, yolcusuna sıkıntı veren, rahat yolculuk sağlayan, hedefe götüren, hedeften uzaklaştıran... Fakat bütün bu yollardan hedefe gitmeye en uygun olanı hiç itirazsız düz (kısa), geniş, rahat ve amaçlanan hedefe götürme özelliklerine sahip olanıdır. Fatiha'nın bu ayetinde kul, Allah'tan bir istekte bulunur; bir yolcu
olarak kendisine dosdoğru yolu göstermesini, böyle bir yola ulaştırmasını ister. Kulun isteği sadece doğru olan herhangi bir yol değildir. Kul, dosdoğru bir yol ister. Yolculuktan amaç, bir yere gitmek değil midir? O halde, kim yolunun dar, uzun, dolambaçlı ve bozuk olmasını ister? Kim varacağı yere gitmeyen veya çıkmaz sokaklar gibi devamı bulunmayan bir yolda yolculuk yapmak ister? Kulun isteğindeki titizliğinin nedeni işte budur. İstenilen yol dosdoğru olan yoldur. Ayetteki yol'dan ne kast edildiğine gelince:
Bazı hadislerde insan bir yolcuya, dünya ise yolculuk sırasında bir süre dinlenmek için oturulan hana benzetilir. Bu hanın biri giriş, diğeri çıkış için iki kapısı vardır. Dünya hayatı, sonu ebedi geleceğe, yani ahirete çıkan bir yoldan ibarettir. "Sizden herbirinize bir şeriat ve bir yol belirledik" (5/Mâide, 48) "De ki, şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen ibrahim'in dinine iletti. O, ortak koşanlardan değildi." (6/En'âm, 161) Bu ve diğer bazı ayetlerden de anlaşılıyor ki, "yol"dan maksat din, yani inanç ve hayat tarzının dayandığı esaslar ile bu esasların oluşturduğu yaşam şeklinin kendisidir. Bu durumda dosdoğru yola iletilme isteğinden, "Beni dinlerin inanç ve hayat tarzlarının en doğrusuna, doğruluğu konusunda hiçbir şüphe taşımayanına sahip ve mensup kıl!" anlamı kastedildiği anlaşılır. Sırat-ı müstakim; İslam, Kur'an ve Rasülüllah'ın yolu ve bunların dayanağı Allah'ın bildirdiği vahiydir. Fatiha suresinin sözkonusu ayetinden, kulun Allah'tan, kendisini Allah tarafından tayin olunan bir hayat tarzına iletmesini istediği anlaşılır. Bu isteğinde ve ısrarında da haklıdır. Çünkü insanlık tarihi, insanın bireysel ve toplumsal hayatını kuşatan sistem arayışlarıyla doludur. Filozoflar, bilim adamları ve düşünürler... tarafından oluşturulan sistemlerin tamamı insanlığı huzur ve saadete kuvuşturacağı iddiasıyla ortaya çıkmış; uygulama imkanına kavuşanlarsa hep zulme ve sömürüye neden olmuş, arkalarında perişan insanlar veya darmadağın toplumlar bırakarak tarihin sayfalarına gömülmüştür. Bu nedenle, insanın bireysel ve toplumsal hayatın şeklini ve yönünü tayin edecek esaslar belirleme gayretinin Kur'an-ı Kerim tarafından dayanaksız bir çaba olarak nitelendirilmesi (68/Kalem, 36-41; 53/Necm, 28) oldukça anlamlıdır. Böylesi bir gayretin çözümsüz olduğunun belirtilmesi de oldukça gerçekçidir. Çünkü bu konu insanın ilmini, güç ve yeteneklerini aşar. Bu iş, âlemlerin rabbı Allah'a ait olup insanların bireysel ve toplumsal hayatlarında gerçek huzur ve saadeti sağlayacak bir sistemin sahibi ancak O'dur. "De ki: Yol gösterme ancak Allah'ın yol göstermesidir." (6/En'âm, 71) "Asıl doğru yol, Allah'ın yoludur' de!" (2/Bakara, 120) "Yolu doğrultmak Allah'a aittir." (16/Nahl, 9)
Dosdoğru yolun, dosdoğru inancın ve hayat tarzının ne olduğu Kur'an'da bildirilip gösterilmiştir: "Biz ona hayır ve şerri, her iki yolu da göstermedik mi?" (90/Beled, 10) "Onları (peygamberleri) emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık." (21/Enbiyâ, 73) "Şüphesiz ki bu Kur'an, insanları en doğru yola götürür." (17/İsrâ, 9)
İbni Mes'ud (r.a.), konuyla ilgili olarak şunu naklediyor: "Hz. Peygamber bir gün yere düz bir çizgi çizdi ve 'Bu Allah'ın yoludur' dedi. Daha sonra bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizerek 'Bunlar ise diğer yollardır. Herbiri üzerinde yanlışa davet eden birtakım şeytanlar vardır.' Buyurdu. Arkasından da şu ayeti okudu: "Şu emrettiğim yol, benim dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun! Başka yollara ve dinlere uyup gitmeyin ki sizi O'nun yolundan saptırmasın. (Azabından) korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye ediyor." (6/En'âm, 153) (İbn Mâce, Mukaddime 1).
Fatiha suresinde, insanlar için gerekli olanın herhangi bir yol olmayıp, sadece sırat-ı müstakim olduğu belirtildikten sonra, konu daha da somutlaştırılarak, bu yolun yolcularının ortak vasıfları açıklanır: "Nimet verilenler" Bu, hem kulun istemesi gereken şeyi, hem de sırat-ı müstakime mensup olmanın insana neler kazandıracağını açıklayan bir ayetttir. Nimete sahip olanların kimler olduğu ise, daha sonra vahyolunan bir başka ayette şöylece açıklanır: "Kim Allah'a ve Peygamberi'ne itaat ederse, işte onlar Allah'ın nimetine eriştirdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle birliktedirler. Ne iyi arkadaştır onlar. Bu, Allah'ın büyük lütfudur." (4/Nisâ, 69-70) Şurası açık ve kesindir ki, hiçbir şahsın veya grubun insanlar için oluşturduğu yaşam biçimi, bu ayette belirtilen insanlık zirvelerinden değil birini, yakın bir
şeklini dahi sağlayamamıştır. Allah'ın yolunu, O'nun insanlar için belirlediği hayat tarzını takip edenler ise insanlığın zirvesi olan bu şahsiyetlerden biri ve yakın arkadaşları olur. Ne büyük mükafat ve ne güzel bir nimettir bu!
Fâtiha suresinden öğreniyoruz ki, mü'minlerin Allah'tan ilk ve en önemli isteği hidayettir. "Nesteıyn"de ilk hedefimiz Allah'ın yardımı oluyor. Allah'ın yardımını celbeden bir apaçık yola hidayet isteği, yardım dilemelerin en mühimi ve en önde geleni olduğu anlaşılıyor. En önemli yardımın da O'nun doğru yoluna hidayet olduğu böylece belirtilmiş oluyor.
"Bizi dosdoğru olan yola (sırat-ı müstakime) ilet! Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazap edilmiş ve sapmışların yoluna değil!" (1/Fâtiha, 6-7) 5. ve 6. Ayetlerde insanlar için gerekli olan şey, kısa fakat oldukça açık bir şekilde bildirilmişti. 7. Ayetle de olmaması, örnek alınmaması gereken olumsuz bir örnek zikredilerek, hem yanlışın ne olduğu gösteriliyor, hem de bu örnekten hareketle insanlığı ne gibi inanç ve davranışların sırat-ı müstakimden ayırıp ebedi azaba sürükleyeceği açıklanıyor. Bu olumsuz örneğin mensuplarının iki önemli vasfı bildiriliyor: 1- Gazaba uğrayanlar; 2- Sapmış olanlar.
Tefsirlerde, gazaba uğrayanların yahudiler, sapıtanların ise hıristiyanlar olduğu belirtiliyor. Bu görüşlerin doğru olduğu da açıktır; çünkü bu konuda Rasûlüllah'tan naklolunan rivâyet vardır: "Yahudiler, kendilerine gazap edilmişler; hıristiyanlar da sapıklardır." (Tirmizî, Tefsiru'l-Kur'an, 1-2) Yahudi ve hıristiyanların gazaba uğrama ve sapıtma nedenlerine gelince; bununla ilgili çok sayıda ayet vardır. Bu ayetlerin her birinde yahudilerin gazaba uğrama, hıristiyanların da sapıtma nedenleri ayrıntılarıyla açıklanmaktadır.