Ağaçları biliriz, meyvesini yer, yeşil yaprakları altında gölgeleniriz. Hayvanlar gibi yürümek, etrafı gezip dolaşarak rızık toplamak imkânına sahip değildirler. Bazen rüzgârların
etkisiyle hışırtılar çıkararak sallansalar da, çoğunlukla sessiz bir hayat yaşarlar. Fakat bu sessizlik, onların tembel ve garip gözüken zavallı bir yaratık oldukları anlamına gelmez. Bir biyolog gözüyle tetkik ettiğimizde onların da çok enteresan bir yapıya sahip olduğunu, otomatik bir makine gibi çalıştığını görürüz. Biz, bitkilerin ve ağacın onlarca enteresan yönünü değil; sadece su ile ilgisini belirtmeye çalışacağız.
Ağacın gövde ve dallarının iç kısmı, odun dediğimiz cansız gibi bir maddedir. Fakat bir iskelet görevi görmektedir. Bu ölü kısımdan dışarı doğru, yüzeye çok yakın bir yerde su nakleden bir tabaka gelir. Bu kısım, uzun damarlardan, tüplerden meydana gelmiştir. Bu tüpler de cansız ve hareketsizdir. Sadece su iletmeye yararlar. Bunlar, başlangıçta meydana gelirken, içlerinde kiracı gibi oturup hem de çalışan canlı hücreler vardır. Tüpler tamamlanıp işler bitince canlı kiracılar da yerlerini terk ederler. Bu hücreleri bir inşaat ustası gibi intizamla çalıştıran bir kudret sahibi olmalıdır; çünkü bunlar, ne beraber çalışmadan anlar, ne de mühendislikten.
Bir ağacın kaç yıl yaşadığını da anlayabiliriz. Toprağa yakın bir yerden kesersek halkalar göreceğiz ki, bunlar yıllık büyüme halkalarıdır. Ağacın canlı kısmı, odunun yüzeyindeki ince bir hücre tabakasıdır. Buna Kambium denir. Ağacın büyümesini sağlayan yegâne canlı kısım budur. Nasıl insanların ve hayvanların dokuları arasında sıvı dolaşıyorsa, ağacın da böyledir. Zaten her canlı hücre ister hayvana, ister bitkiye ait olsun, içinde besin bulunan bir sıvı ile kuşatıldığı müddetçe yaşayabilir. Hem ağaç çok su buharlaştırır. Bu sebeple içinden çok miktarda su geçirmek zorundadır. Bir büyük kayın ağacı kuru ve sıcak bir günde 250 litre su baharlaştırır. 25-30 metre yüksekliğindeki bir kayın ağacı ise ortalama 20 ton kadar su buharlaştırır. Bir ayçiçeği bile günde bir litre su harcar.
Bizi düşündüren taraf şudur: Acaba ağaçlar, bu kadar suyu yapraklarına kadar nasıl çıkarıyor? Boyu 120 metreye varan ağaçlar vardır. Hangi kuvvet, suyu böyle tepelere götürüyor? 100 metre yüksekliğindeki bir su kulesinin, metrekarenin yüzde biri kadar küçük bir yüzeye bir ton basınç yaptığı hesaplanmıştır. Boyu 100 metreyi geçen ağaçlar böyle basınçlara rağmen suyu tepelerine kadar çıkarabilmektedir. Bir fitil, gazı çeker. İnce bir boru su dolu bir kaba batırılırsa su boruda yükselir. Boru ne kadar ince ise, su o oranda yükseğe çıkar. Bunlar, fizikte kılcal olaylar diye geçer. Ağacın ince damarları suyu bu prensiple mi yükseltiyor diye düşünüldü. Neticede anlaşıldı ki, bu prensip pek işe yaramaz. Hele su biraz koyu ve ağdalı ise hiç yükselmez. Öyle ise, bu prensipten daha üstün bir mekanizma var ki, su ağaçta tepelere kadar yükseliyor. Acaba bu mekanizma nedir?
Kök basıncı, veya osmoz dediğimiz kimyasal basınçla ilgili, kuvvetli bir emme çeşidi üzerinde duruldu. Toprakta bulunan su, osmoz (geçişme) sonunda ağacın köklerine girer. Ağaç kökündeki zar, kök içindeki özsuyunda bulunan kimyasal maddelerin kökten çıkıp gitmesini engeller. Böylece kök içindeki su daha yoğun durumda bulunur. Mesela, şekerli, tuzlu sular saf suya nazaran daha yoğundur. Bunun gibi osmoz prensibine göre az yoğun su, daha yoğun suya akmak ister. Böylece kök dışındaki daha az yoğun olan su, kökün içine girmeye zorlayan bir basınç meydana getirir. Bu basınç kökte bulunan suyu 18 metre yukarıya çıkarabilecek güçtedir. Her ağaçta böyle bir basınç vardır. Mesela bir asma bu basınçla sıvıyı 12 metreye, bir kayın ağacı 28 metreye yükseltebilir. Demek, suyun kökten yapraklara çıkmasında kimya kanunları rol oynamaktadır.
Fakat, kimya kanunudur deyip de köklerin sanatkârını akla getirmemek mümkün mü? Elbette bu kanunları koyan vardır. Biz, tabiattır, tesadüftür, şu veya bu sebeplerle bu işler oluveriyor diyenlerden değiliz. Elhamdü lillah, aklımız yaratıcıyı görmeyecek kadar bozulmuş değildir. Toprağa atılan bir çekirdek, bir müddet sonra filiz veriyor, kök salıyor. Böylece nice fizik ve kimya kanunlarının hüküm sürdüğü bir meyve fabrikası meydana gelmeğe başlıyor. Karanlık toprağın altında, böyle ilim isteyen, hesap isteyen harika işler, kendi kendine,
tesadüflerle olur mu? Osmoz prensibi gibi daha pek çok kanunları bilen bir Âlim var ki, ağacın kökünü, gövdesini, dal ve yapraklarını meydana getiriyor. Buradan anlaşılıyor ki, çekirdeği programlayan O olduğu gibi; toprağa, suya, havaya, güneşe hükmeden de O'dur. Evet O Zat, bütün bunlara hâkim olmasa, emrinde kullanıp bir ağacı yaratamazdı. Madem yaratıyor, öyleyse her şeye hükmediyor.
Ağaçtaki suyu yükseklere çıkartan sebebin kökten yapılan basınç olduğunu söylemiştik. Bu basınç suyu ortalama olarak 18-20 metreye kadar çıkarabilmektedir. Boyu 120 metre olan ağaçlar düşünülünce, osmozdan doğan basıncın yetmediği anlaşılmaktadır. İlim adamları, bunca araştırmalara rağmen, ağacın tepelerine suyun nasıl çıkabildiği problemini hâlâ tümüyle çözebilmiş değiller. Halbuki ağaçlarda bu mesele çoktan halledilmiş, en mükemmel bir mekanizma ağaçlara yerleştirilmiş, otomatik olarak çalışmaktadır. İlmin zirveye ulaştığı iddia edilen zamanımızda bilginlerin anlamaktan âciz kaldığı böyle ince ve derin işler, kendi kendine olur mu? Biz inanıyoruz ki, ilmi sonsuz, yüce bir kudret sahibi bu işleri yapmaktadır. O'nun gücü ve ilmi, ağacın incecik damarlarına kadar girer, bizce esrarengiz işleri yapar. Bu bakımdan ağaçla suyun ilişkisi bile Allah'ı ispatlamaya yeter. Ağaç da Allah'a götüren bir delil, bir kitaptır. İnsanın, bırakın benzerini yaratmayı, laboratuarda deneyini yapmayı, anlamaktan bile âciz olduğu tabiatta/dış dünyamızda nice işaretler, deliller vardır.
Bitki hücrelerinin yan yana dizilip belli şekiller alması karşısında hayretimizi gizleyemezken, bitkilerdeki suyun da bildiğimiz cinsten olmadığı dikkatimizi çekmektedir. Bu suların farklı ama belli oranlarda madensel tuzların karıştığı sular olduğu bir gerçektir. Ağaçların ne akciğeri, ne de buna benzer organları vardır. Fakat solunum yaparlar. Acaba nasıl? İşte bu da anlamaktan âciz kaldığımız bir sırdır. Oksijen temin ederler. Topraktan aldıkları ham besin suyu, hava ve güneş ışığı sayesinde besinlerini üretirler. Beşer zekâsının idrak etmekten âciz kaldığı bütün ince işler, anladığı diğerlerinin de sebebini yaratan Allah'a dayanmaktadır. Bir ağacın yaratılıp meyve ve hava fabrikası gibi çalıştırılması, büyük bir ilmin işidir.
Ağaç, karada yaşayan bir deniz yaratığı gibidir. Onun her hücresi su içerisine dalmış olarak hayatını devam ettirmektedir. Su hem gıda, hem de hayattır. Ağacın tepesindeki bir hücre ile denizdeki bir hücre arasında esasta bir fark yoktur. Yazın 30-40 derece sıcağında bünyesindeki suyu ağaç nasıl muhafaza ediyor diye bir soru geliyor insanın aklına. Sıcaklarda dışarıya bir çamaşır serdik mi, hele bir de rüzgâr varsa hemen kupkuru kesilivermektedir. Ağaç, her canlı hücresini sanki bir göl içindeymiş gibi su içerisine batmış olarak nasıl sıcakta muhafaza ediyor? Her yaprak, dışarıdan gelecek etkilere karşı en mükemmel bir şekilde sıkı sıkıya örtülüdür. Yaprakların alt tarafında, mikroskopla ancak görülebilen incecik delikler vardır. Bunlara stomata adı verilir. Hava bu deliklerden girer, su buradan çıkar. Bu delikler otomatiktir, duruma göre açılır, kapanırlar.
Gövde ve dallardan su niçin sızıp buharlaşmıyor? Su ile devamlı temasta olan kabuk niçin bozulmuyor, çürümüyor? Ağacı saran kabuk mantarlaşmıştır. Öyle ki, suya karşı ağaç kabuğundan daha dayanıklı bir madde yoktur. En iyi yağmurluk, şemsiye onun yanında zayıf kalır. Mantar suya karşı o kadar dayanıklıdır ki, suyun geçmemesi istenilen şişe tıpalarında,
makinelerin contalarında hep ondan yararlanılır. Hem tüm hücrelerinin ihtiyacı olacak şekilde deniz içindeymiş gibi yaş kalmaları gerekirken, en uygun bir örtünün/kabuğun keşfedilip imal edilmesi tesadüf olamaz. Ağaçtaki sadece suyla ilgili bu bilimsel gerçeklerin, birbirini tamamlayan noksansız ilişkileri, Allah'ın sulamasıyla ihtiyacımız olan meyveleri kusursuz olarak imal eden bir fabrika olmaları bile kişiyi Allah'a götürmeye yeter. (13)