Hayat bir nimettir. Hayatın devamını sağlayan her şey birer nimettir. Allah’ın zatını idrak etmek bir nimettir. İman ise bir insan için en büyük nimettir. Allah’ın bir kuluna iman nasip etmesi, ona olan nimetini tamamlaması demektir. Şükrün başı Allah’ı bilmektir. Allah’ı Rab olarak bilen, O’nun nimet verdiğinin şuurunda olan bir kimse de O’nu sevmeye başlar. Allah’ı seven O’na ibadet eder, O’na hiç bir şeyi şirk koşmayarak O’nun nimet verici olduğunu itiraf eder. Kul bu şuurla eşi ve benzeri olmayan bir Rabbin önünde kulluk yaptığının, bir büyük lezzetle ülfet ettiğinin farkında olur. Bu nedenle Tevhid, yani Allah’ı hakkıyle birlemek şükrün zirvesidir.
İnsan kul olarak her zaman fakirdir, yani her açıdan Allah’a muhtaçtır (35/Fâtır, 15). Çünkü O’ndan başka nimet veren yoktur. Hayatını sürdürebilmek için her zaman O’nun yarattığı nimetleri tatmak zorundadır. Kul bu nimetlerin karşılığını da ancak ibadetle/kullukla yerine getirebilir. İnsan aynı zamanda, hata ve günah içerisindedir. Günahkâr ise her an Rabbinin af ve mağfiretine muhtaçtır. Bu açıdan Allah (c.c.) kulları hakkında Rahim ve Ğafur’dur. Rahim olan Allah kullarına nimet vererek ve ihsanda bulunarak merhamet etmektedir.
Kul daima Rabbinin verdiği nimetler ile nefsinin günahları arasındadır. Hasan-i Basrî diyor ki: “Ben ni’met ile günah arasında sabahlıyorum. Bundan dolayı nimeti şükürle, günahı ise tevbe-istiğfar ile hatırlamak istiyorum.” (nak. Ibni Teymiyye, el-Câmiu’r Rasâil, 1/116)
Şükretmenin ne kadar önemli bir konu olduğuna bir delil de, İblis’in Kur’an’da ibret olarak nakledilen şu sözleridir: “İblis: ‘Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları (insanları) saptırmak için senin doğru yolunun üstünde tuzak kuracağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın’ dedi.” (7/A’râf, 16-17) Âyette ifade edildiği gibi, şeytan, insanın şükürden uzaklaşmasını, kendisi için büyük bir başarı olarak görüyor. Şeytanın hedefinin insanları şükürden alıkoymak olduğuna göre, şükretmeyen insanın nasıl bir dalâlet içinde olduğu anlaşılır.
Şükrün işaret ettiği bütün görüntüler Allah’a ait olmasına rağmen Kur’an, bir yerde ana-babaya da şükredilmesini emrediyor (31/Lokman, 14). Bunu Türkçedeki teşekkür ve iyilik olarak anlamamız daha uygundur. Yalnız, Kur’an’ın ana-babaya şükür/teşekkür edilmesini emretmesinde, ana-babaya karşı evlâtların tavırlarına dikkat çekildiğini görmek zorundayız. Bebekliğimizden itibaren onların yaptıkları iyilikleri unutup nankörlük yapmamamız, onlara saygı ve minnettarlıkta bulunmamız gerektiğini Kur’an, onlara şükürle emrederek, insanlara karşı da nankör olmamamızı belirtiyor.
Kur’an, ahiret için çaba harcayan mü’minleri ‘şükr’ kökünden gelen ‘meşkur’ sıfatıyla övmektedir. “Kim de Ahireti ister ve bir mü’min olarak ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası meşkur’dur (şükr’e değerdir).” (Isra, 19; ayrıca bkz. Insan, 22) Allah (cc) şükreden kullarının ecirlerini kat kat onlara öder. Ahiret mutluluğunu kazanmak için çaba harcayan mü’minlerin bu çabası Allah katında değerlidir, makbuldur. Bu çabaların karşılığı (şükrü) bol bol verilecektir. Karşılığı verilen çabalar, gayretler; meşkûr’dur.
nasıl somutlaştığını aşağıdaki örnek güzel bir şekilde göstermektedir: “Rasulüllah (s.a.s.) geceleri ayağa kalkıp ayakları kabarıncaya kadar namaz kılardı. Kendisine; ‘Allah (cc) senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti (niye kendini bu kadar yoruyorsun)’ denildi. “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını verdi. (Buhâri, Teheccüd 6, 2/63; Tefsir-Fetih 1, 6/169, Rikak 19, 8/124; Müslim, Sıfatü’l Munafikîn 18, Hadis no: 2819, 4/2181; Tirmizî, Salât 304, Hadis no: 412, 2/268; Nesâi, Kıyâmu’l Leyl 17, 3/178)
Mü’minin hayatı sabır ile şükür anlayışı arasında geçmelidir. Allah’ın verdiği nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Bu nimetlerin sahibine şükür, insanlık borcudur, yaratılışın gereğidir. Şükür borcu iman ettikten sonra, bütün bir ömrü Allah’ın istediği gibi yaşamakla, nimet sahibinin rızâsı doğrultusunda hayat sürmekle yerine getirilir. Bir nimete kavuşulduğu veya kişiyi memnun edecek bir hayır ona ulaştığı zaman, ‘şükür secdesi’ yapmak müstehabtır. Rivayet edildiğine göre “Peygamberimiz (s.a.s.)’e sevindirici bir haber geldiği zaman veya onun müjdesi verildiğinde hemen Yüce Allah’a şükür için secdeye kapanırdı.” (Ebû Dâvud, Cihad, Hadis no: 2774, 3/89)[1]
Sâdi-i Şirâzî, Gülistan'ın dibacesinde; "Bir insan, her nefesinde Allah'a karşı iki şükür borçludur." der. Bir soluk alıp vermede hayatını iki defa bağışlayan, iki defa can veren Allah'tır. Böyle bir Allah'a elbette dilinle, halinle, kalbinle, kalıbınla, teşekkür etmen icap eder. Bundan dolayı gerçek anlamda hamd ve şükürde bulunanlar çok azdır. "Kullarımdan şükreden ne kadar az!" (34/Sebe' 13)
Çok sevilen, çok sayılan bir zatın, bir padişahın hediyesi bize iki hususu düşündürür. Birincisi, o kimse tarafından bize verilen hediyenin maddî kıymet ve değeridir ki, bu, ondan alınacak zevk ve lezzet, sadece maddî değeri kıymetindedir. İkincisi ise, onun, çok saygın bir zatın, bir padişahın hediyesi olması hususudur ki, burada artık maddî değerin hiçbir kıymeti yoktur. Bu makamda önemli olan, bu hatıranın o saygın kişiye ait oluşudur. Böyle bir hediyeden alınacak zevkin, öncekinden kat kat fazla olduğunu herkes kabul eder. Çünkü, bu hatırayla, onu bağışlayan zata bağlanılır, bu hediye, ikram edenle yakınlığın simgesi kabul edilir.
Bu örnekle anlaşılmaktadır ki, nimet verilen kimse, nimetten çok, nimet vereni hatırlamalıdır. Verilen nimetlerden yararlanmaktan daha çok önemlidir, nimet verenin bize önem verip, bağış ve ikramlarını sunması. Nimetten, nimet sahibine intikal edilmelidir; Araçlardan amaca, postacıdan mektup sahibine, aracıdan her şeyin gerçek sahibine; Ve bunca acziyet ve isyanımıza rağmen bize ihsan ve bağışından vazgeçmeyen gerçek mürebbimiz Rabbimize. O yüzden tüm nimetlerin sahibi olan zat, büyüklüğünden ve bize değer verdiğinden dolayı devamlı şükredilmeye lâyıktır. Şükür, sadakat makamıdır.
Allah, insanlar için çeşit çeşit nimetler yaratmış, onlara yol gösterici olarak peygamberler gönderip kitaplar indirmiştir. Kendileri için kulaklar, gözler ve kalp var etmiş, ayrıca doğru yolda olsunlar ve dünya-ahiret saadetini kazansınlar diye emir ve yasaklarda bulunmuştur. Bütün bunların karşılığında insana düşen O'nun yolunda yürümek ve emirleriyle yasaklarının dışına çıkmamaktır. İşte hamd ve şükür budur. Allah'ın insanlardan insanlar için istediği budur. (5/Mâide, 6, 89; 16/Nahl, 78...) Yoksa, Allah insanların hamd ve şükrüne muhtaç olmadığı gibi, küfürlerinden de etkilenecek değildir. Hamdeden, şükreden kendi iyiliği için şükreder, hem dünyada, hem âhirette gerçek saadete erer. Allah, şükrünün karşılığında nimetlerini artırır ve kendisini mükâfatlandırır, yani O da kullarının şükrüne karşı şükredendir (27/Neml, 40; 14/İbrahim, 7).[2]
Dünya nimetlerinden çok âhiret nimetleri, maddî nimetlerden çok manevî nimetler için şükretmemiz gerekir. Allah'a şükretmek, bize her iyiliği, her nimeti ihsan eden Allah'a karşı, bu ihsan ve nimeti vermesi yüzünden, yalnız sözle değil; fiil ile de ta'zim etmektir.
Bazı insanlar, şükretmek için kendilerine çok büyük, özel bir nimetin gelmesini veya büyük bir probleminin çözülmesini beklerler. Halbuki insan her ânında sayısız nimetler içindedir. Hayatı, sağlığı, aklı, duyuları, nefes aldığı havaya varıncaya kadar sayılamayacak nimetler içinde yüzmektedir en şikâyetçi ve nankör insan bile. Bütün bunlar şükrü gerektirir. İnsan, nimetler içinde yüzerken bunların kıymetini anlamayabiliyor; ama elinden çıktıktan sonra nimetlerin değerini anlayıp nankörlüğünün cezasını çekiyor.
Şükür, maddî nimetlere yapıldığı gibi, daha çok manevî nimetlere karşı yapılır. Nimetlerin en büyüğü de imandır. Hikmet, mârifet, ilim nimetleri, maddî nimetlerden daha büyüktür anlayanlar için. Kitab'ımızın hamdle başladığını unutmamak, iman ve hidayet gibi nimetlere sahip olduğumuzu, başka problem ve eksiklerin çok da önemli olmadığını, dilimizle ve tebessümümüzle şükür ve hamdi devamlı taşıyarak gösterebiliriz.
Çay ikram edene teşekkür eden kadirşinas kimse, hiç bunca nimet verene teşekkürü unutur mu? "El-hamdü lillah (hamd Allah'a mahsustur) de. Fakat onların çoğu düşünmezler." (29/Ankebut, 63) El-hamdü lillâh, Sana şükürler olsun Rabbim!
Bir insan, kendi haberi olmadan birinin sürekli kendi iyiliği için çalıştığını öğrense acaba ne yapar? Herhalde, önce kendisine bu iyiliğin niçin yapıldığını öğrenmek ister. Sonra, bu yapılanlara kayıtsız kalmaz; en azından teşekkür eder. İşte şükrün bir anlamı da budur. Allah, bize bizim haberimiz olmadan iyilikler, güzellikler veriyor. Ama biz, gaflet içinde yaşadığımız-dan bunların farkında değiliz. Her şey biz insanlar için ayarlanmış, uygun hale getirilmiş, emrimize verilmiş. Fakat insanoğlu bunların gelişi güzel, rastgele yapıldığını zannediyor. Bu uyumu, bu muazzam düzeni ve bunun sanatkârını fark etmek, Allah'a sonsuz teşekkürü gerektirir. Bunun içindir ki, Kur'an hamd ile başlamıştır.