Bid’at Tevessül çeşitlerinden biri yarattıklarından birinin katındaki konumuyla Allah’tan istekte bulunmaktır. Örneğin: «Allahım! Peygamberinin katındaki konumu hürmetine ... veya filân kulunun katındaki yeri hürrmetine senden isterim» demek. Ayrıca Peygamber hakkı için, falan kulun hakkı için Allah’tan dilekte bulunmak da bu türdendir.
«Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık» (En’âm: 6/38) âyetiyle Allah tarafından kapsamlılığı belirlenen Kur’ân’da böyle bir tevessül türünü görememekteyiz. Aynı şekilde kendisine «Peygamberimiz size her şeyi öğretmiş hatta abdest bozmayı bile...» şeklinde söylenen söze, «Evet. Abdest bozarken kıbleye yönelmekten, sağ elle temizlenmekten, üç tastan azıyla temizlenmekten, tezek veya kemik ile temizlenmekten bizi sakındırdı.»[1] diyerek karşılık veren Selmân-ı Fârisî’nin ihtişamını ortaya koyduğu sünnette de böyle bir tevessül türü göze çarpmamaktadır.
Yine Allah Resûlü’nün her hareketini bize aktaran Ashabının fiilinde de böyle bir uygulama yoktur. Allah Resûlü’nün haberlerini bize aktaran hadîs âlimleri de böyle bir konudan bahsediyor değillerdir. Dolayısıyla bu uygulama bid’attir.
İslâm’ın emrettiği, Allah’tan güzel isimleri ve yüce sıfatlarıyla istemektir. «Ya Allah, Ya er-Rahmanu’r-Rahimin, Ya Zü’l-Celâli ve’l-ikram» demek diğer isim ve sıfatları da Allah’ın «Güzel isimler Allah’ındır. Allah’a onlarla dua edin» (A’raf, 7/18) kavline uyarak anmak ismi vardır. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur.»
«Allah’ın yüzden bir eksik, doksan dokuz (99) ismi vardır. Kim bunları sayarsa cennete girer.»[2]
Bu nedenle İmam Ebû Hanife radıyallahu anh «Allah’tan başkasını anarak Allah’tan istemeyi kerih görüyorum,»[3] demiştir.
Müslümanın dua ederken şunları demesi de sünnettendir.
«Allah’ım! Sana, Peygamberine ve kitabına olan imanımla; sana, peygamberine ve filan kuluna olan sevgimle ihtiyacımı gidermeni, derdimi savmanı senden dilerim,» veya:
«Allahım! Derdimi gidermen, ihtiyacımı yerine getirmen için, bana şu imkânları sağlamam için Rahmet Peygamberi olan Peygamberin Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem bağlılığım ve sevgimle Sana yöneliyor ve Sen’den istiyorum.»
Bu çeşit tevessüller meşrudur ve inşallah karşılık da bulacaktır.
Görüldüğü gibi Müslümanlar olarak ancak Allah ve Resûlünün göstermiş olduğu şekillerde Allah’a yaklaşmamız mümkün olmaktadır.
«Yoksa onların Allah izin vermediği halde kendilerine dinde hükümler getiren ortakları mı var? Ayrım sözü olmasaydı aralarında hüküm verilirdi. Zalimler için acıklı bir azap vardır.» (Şûra, 42/21)
Falanın ve filânın hatırı için Allah’tan istekte bulunmak, bu ümmetin selefinin (Sahabe, Tâbiûn, Etbau’t-Tâbiîn) bilmediği türden bid’at davranışlardır.
Bid’at tevessülün bu türü kişiyi İslâm’dan çıkarmaz. Ancak şirke giden yolu engellemek amacıyla yasaklanmıştır. Bu tür davranışlar bir Müslümanı şirke sürükleyebilir. Allah’ın bir devlet başkanı gibi aracıya muhtaç olduğu şeklinde bir inanç, yaratanı yaratılmışsa benzetmek olacağından peygamberler ve sâlihlerin hatırına Allah’tan isteyenlerin böyle bir inanç taşımaları onları büyük şirke götürecektir. Bu durum, puta tapan Mekkelilerin durumuyla bir parallellik söz etmektedir.
«Biz onlara (putlara) ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz.» (Zümer, 39/3)
Allah, yaratılmışlarla kıyas edilmez. Kuluna rızası gerektirmez. Gazabından öz hiçbir aracının şefaati kurtaramaz. Bu yakıştırmalar ancak karşılıklı olarak birbirlerine yardımları dokunan kullar hakkında geçerlidir. Allah ise hiçbir aracıya ve hiçbir kimsenin yardımına ihtiyaç duymayan tek yaratıcıdır.
«Göklerde ve yerde kendilerine rızık sağlamaya güç yetirmeyen Allah’tan başkalarına tapıyorlar. Allah hakkında misâller vermeyin. Şüphesiz Allah bilir, sizler bilmezseniz.» (Nahl, 16/73-74)
Bu nedenle Sahabe, vefatından sonra Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile tevessülü bırakıp Abbâs’a radıyallahu anh yönelmiş, ondan dua istemiştir. Bu durum, Allah Resûlü ile tevessülün zatıyla değil duasıyla olduğunu gösterir. Vefatından sonra amcası Abbâs’a gittiklerinde şöyle dua etmiştir.
«Allah’ım! Belâ ancak günahla iner, tevbeyle giderilir. İnsanlar Peygamberine olan yakınlığımdan dolayı benimle sana yöneldiler. İşte günahlarla sana açılan ellerimiz ve işte tevbe ile sana yönelen alınlarımız! Bizi bereketli yağmurlar ile sula!»
Ravî der ki: «Derken gökte dağ gibi bulutlar belirdi ve insanları suya kandırdı.»[4]
Görüldüğü gibi, dualarında «Allah’ım! Peygamberinin hatırına bizi sula,» demedikleri gibi Peygamber’in vefatından sonra da «Allah’ım! Abbâs’ın hatırına bizi sula,» dememişlerdir. Zira bu tür bid’at duaları Sahabe Allah Resûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem öğrenmemiştir ve Allah’ın kitabında da bunun aslı yoktur. Bu nedenle böyle bir uygulamaya gitmemişlerdir. Vefatından sonra birinin hatırıyla tevessül caiz olsa elbette Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile tevessül öncelik kazanırdı.
«Nefislerine zulmettikten sonra sana gelip Allah’tan bağışlanma dileseler, Peygamber de onlar için bağışlanma dileseydi, Allah’ı tevbeleri çokça kabul eden ve merhametli bulacaklardı.» (Nisâ, 4/64)
Yukarıdaki âyet Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem hayattayken onunla nasıl tevessül edildiğine ışık tutmaktadır. Bu arada Hz. Ömer’in Abbâs radıyallahu anhüma ile tevessülünün anlamı da açıklık kazanmaktadır.
Nitekim Enes’den radıyallahu anh rivayet edilen şu hadîs bu anlamı pekiştirmektedir. Allah Resûlü cuma günü hutbedeyken adamın biri kaza işlerinin görüldüğü yöndeki kapıdan mescide girerek Allah Resûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem yöneldi ve «Ey Allah’ın Resûlü! Mallar helâk oldu. Yollar kesildi. Allah’a dua et de yağmur yağsın,» diye seslendi. Bunun üzerine Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem ellerini göğe açarak «Allah’ım! Bize bereket indir! Allah’ım! Bize bereket indir. Allahım! Bize bereket indir!» buyurdu.
Enes radıyallahu anh der ki: «Allah’a andolsun ki gökte tek bir bulut belirtisi bile yoktu. Görüşünüzü engelleyecek bir ev de mevcut değildi. Sonra gökyüzünde kalkan biçiminde bir bulut belirdi. Göğün ortasına gelince yayıldı sonra yağmur yağmaya başladı. Allah’a and olsun Cumartesi günü güneş görmedik.»
Ertesi Cuma aynı kapıdan başka bir adam girerek hutbedeyken Allah Resûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem «Ey Allah’ın Resûlü! Mallar helâk oldu. Yollar kesildi. Allah’a dua et de şu yağmur dinsin,»deyince Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem ellerini kaldırarak buyurdu ki: «Allah’ım! çevremize, üzerimize değil. Allah’ım! tepelere ve tümseklere, vadilerin ortasına ve ağaçlıklara.»
Enes radıyallahu anh der ki: «Yağmur dindi. Biz de çıktığımızda güneşin altında yürüdük.»
Apaçık bir şekilde görülmektedir ki, Sahabe’nin, sağlığında Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile tevessülü duası ileydi, zatıyla veya hatırıyla değil. Ayrı durum Abbâs radıyallahu anh ile tevessülde de gündeme gelmiş, duası ile tevessülde bulunmuşlardır. Amaç Abbâs’ın radıyallahu anh hatırı veya zâtı olsaydı, Allah Resûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem zatını ve hatırını bırakıp da amcasına yönelmezlerdi. Sahabe’nin bu tavrı, her ne kadar kimse ulaşmasa da Allah Resûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem makamıyla tevessülün caiz olmadığına delildir. Allah Resûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem makamıyla tevessül, Mekke müşriklerinin âyette geçen tavırlarını andırmaktadır.
«Biz onlara (putlara) ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz.» (Zümer, 39/3)
Müslüman Kardeş! Konumu ne olursa olsun bir yaratılmışla veya hatırıyla tevessülde bulunmakla bir menfaat sağlayıp, herhangi bir zararı savabileceği inancını taşımak büyük şirktir. Allah korusun insanı dinden çıkarır.
Kur’ân ve Sünnette şirke ve harama giden yolları engelleme hususunda kesin delâlet taşıyan pek çok delil vardır. Seddü’z-Zeraî denilen bu durum, haramlara götürebilme durumunda bazı mübahların haram görülmesidir. Kur’ân’da Seddü’z-Zeraî kaidesine tanıklık eden âyetlere örnek olarak şu âyeti verebiliriz:
«Allah’tan başkasına dua edenlere sövmeyin ki onlar da ilimsiz bir şekilde düşmanca Allah’a sövmesinler.» (En’âm, 6/108)
Allah, aslen meşru olduğu halde, tapınanların yanında putlara sövmekten sakındırmıştır. Zira bu durumda müşrikler öfkelenecek ve cahilce Allah’a söveceklerdir.
Seddü’z-Zeraî kaidesine Sünnetten delil olarak da, Allah Resulü’nün sallallahu aleyhi ve sellem kabirlerin üzerine mescid bina edilmesini yasaklaması verilebilir. Bu yasağın nedeni, türlü şekillerde şirke kayma tehlikesinin varlığıdır.