Mazeret Olmayan Cehalet

 

Evvela ben müellifin bilgisizliğin mazeret olmayacağı görüşünde olduğunu sanmıyorum. Ancak bu bilgisizlik kişinin hakkı işitmekle birlikte ona hiç iltifat göstermemesi ve öğrenmemeye kalkışmaması gibi öğrenmeyi terketmek suretiyle bizzat kişinin kendisinin kusuru ile olması hali -elbetteki- müstesnadır. Böyle bir kimse bilgisizliği dolayısıyla mazur kabul edilemez.

Benim müellif hakkında onun bu kanaatta olmadığını zannedişimin sebebi de şudur: Onun bilgisizliği mazeret kabul ettiğine delalet eden başka sözleri bulunmaktadır. Müellife kişi ile niçin savaşılır ve kişi ne ile kâfir olur diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir:

İslamın esasları (rükünleri) beştir. Bunların ilki de iki şehadet kelimesidir, sonra diğer dört esas gelir. Bu diğer dört esası kabul etmekle birlikte gevşeklik göstererek terkedecek olursa, biz böyle birisi ile bu esasları yerine getirsin diye savaşsak dahi bunları terkettiğinden ötürü tekfir etmeyiz. İlim adamları ise inkar sözkonusu olmaksızın tembellik ederek bunları terkeden kimsenin kâfir olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahibtirler. Bizler bütün ilim adamlarının icma ile kabul ettiği husus dışındakilerde kimseyi tekfir etmeyiz. Bu husus ise iki şehadet kelimesidir.

Aynı şekilde biz böyle bir kimseyi gerekli tarifi yaptıktan sonra tekfir ederiz. O bilip inkar edecek olursa, o vakit biz de düşmanlarımız bize karşı birkaç türlüdür diyoruz.

Birinci tür: Tevhidin Allah’ın ve Rasûlünün bizim insanlara açıkladığımız dini olduğunu bilip, aynı şekilde insanların çoğunun benimsediği taşlar, ağaçlar ve beşer hakkındaki bu batıl inanışların Allah’a şirk olduğunu, Allah’ın Rasûlünü bunu yasaklamak, bu itikadları benimseyenlerle savaşmak üzere gönderdiğini ve dinin tümüyle yalnızca Allah’ın olmasını sağlamak üzere gönderdiğini kabul etmekle birlikte tevhide hiç iltifat etmeyip, tevhidi öğrenmez, tevhide girmez, şirki terkmetmezse böyle bir kimse kâfirdir. Küfrü sebebiyle onunla savaşırız, çünkü o rasûlün dinini bilmekle birlikte ona tabi olmamış, şirki bilmekle birlikte onu terketmemiştir. Bununla birlikte o ne rasûlün dinine, ne de bu dine girene buğzetmemekte, şirki övmemekte ve bunu insanlara süslü göstermemektedir. (Böyle olsa dahi durumu değişmez.)

İkinci tür: Bunu bilmekle birlikte rasûlün dini gereğince amel etmekte olduğunu iddia etmekle beraber onun dinine sövmekle temayüz etmiş, Yusuf’a ibadet edenleri el-Eşkar’a, Ebu Ali’ye, Kuveyt ahalisinden el-Hadır’a ibadet edenleri övmekle tanınır olmuş, bunların Allah’ı tevhid edip, şirki terkedenlerden üstün gören kimseler birincisinden daha beterdir. Yüce Allah’ın:”İşte o tanıdıkları kendilerine gelince, onu inkar ettiler. Artık Allah’ın laneti kâfirler üzerinedir.” (el-Bakara, 2/89) buyruğu böyleleri hakkındadır. Yine bu gibi kimseler yüce Allah’ın haklarında:”Eğer ahidlerinden sonra tekrar yeminlerini bozarlar da dininize dil uzatırlarsa, küfrün önderlerini hemen öldürün. Çünkü onların yeminleri yoktur, olur ki vazgeçerler.” (et-Tevbe, 9/12) diye buyurduğu kimselerin kapsamı içerisindedir.

Üçüncü tür: Tevhidi bilmek, onu sevmek, ona uymak, şirki bilip tanımak ve terketmekle birlikte tevhide giren kimselerden hoşlanmayıp, şirk üzere kalanları seven kimseler. Böyleleri de kâfirdir. Yüce Allah’ın: “Bu böyledir, çünkü onlar Allah’ın indirdiğini hoş görmediler. Bundan dolayı amellerini boşa çıkartmıştır.” (Muhammed, 47/9) buyruğu böyleleri hakkındadır.

Dördüncü tür: Bütün bunlardan uzak kalmakla birlikte yaşadığı ülkenin insanları açıktan açığa tevhid ehline düşmanlık etmekte, şirke uymaktadırlar. Tevhid ehli ile savaşmaya gayret gösterirler. Ancak bu kimse kendi vatanını terkedememekte, bunun için zorluklarla karşılaşmaktadır. Bunun sonucunda kendi ülke ahalisiyle birlikte tevhid ehline karşı savaşır, malıyla canıyla mücadele eder. Bu da kâfirdir, çünkü bunlar kendisine ramazan orucunu terketmeyi emredecek olurlarsa, o da ancak onlardan ayrılmak halinde ramazan orucunu tutabilecekse (ayrılmaz) ve dediklerini yapar. Eğer ona babasının hanımı ile evlenmeyi emredip, onlardan ayrılmadıkça, bu işi yapmamaya imkan bulamayacaksa (ayrılmayıp) yapar. Canıyla, malıyla onların yanında yer alıp, savaşmak hususunda onlara uyması -bununla Allah’ın ve Rasûlünün dininin sonunu getirmek istemelerine rağmen- öbüründen çok, pek çok daha büyük bir iştir. O bakımdan böylesi de kâfirdir ve bu kişi de yüce Allah’ın haklarında:”Hem sizden emin olmak, hem kendi kavimlerinden emin olmak isteyen başka insanlar olduğunu da göreceksiniz... İşte böylelerine karşı size apaçık bir yetki verdik.” (en-Nisa, 4/91) diye buyurduğu kimseler arasında yer alır. İşte bizim söylediğimiz budur.

(Bize) yapılan iftiralara ve hakkımızda uydurulan yalanlara gelince, böylelerinin (hakkımızda) söyledikleri sözler olan: Biz genel olarak herkesi tekfir ederiz ve dinini açığa vurabilen kimselerin bizlere hicret etmelerini farz kabul ederiz, kâfir olmayanı ve bizimle savaşmayanı tekfir ederiz gibi iddialara gelince, bu ve benzeri daha pek çok iddialar vardır ki bunların hepsi söylenen yalan ve yapılan iftiralardır. Bunlarla insanları Allah’ın ve Rasûlünün dininden alıkoymaya çalışırlar.

Bizler Abdu’l-Kadir Geylâni’nin üzerindeki puta ibadet edenleri, Ahmed el-Bedevi’nin kabri üzerindeki puta ve benzerlerine ibadet edenleri dahi cahillikleri ve onların dikkatlerini çekecek ve uyaracak kimse bulunmadığından dolayı tekfir etmediğimize göre Allah’a şirk koşmayıp, bize hicret etmeyen yahutta kâfir de olmayan, müslümanlara karşı da savaşmayan kimseleri nasıl tekfir ederiz.

”Seni tenzih ederiz. Bu büyük bir iftiradır.” (en-Nur, 24/16)

Bizler Allah’a ve Rasûlüne karşı sınır mücadelesine girdikleri için bu dört tür kimseleri tekfir ediyoruz. Durumuna bakan ve yanında cennet ve cehennem bulunan Allah’ın huzuruna çıkacağına inanan bir kimseye Allah rahmetini ihsan etsin. Allah Muhammed’e, onun aile halkına, ashabına salat ve selam eylesin.