“Bize Bir İlah Yap Diyenler Kafir Olmadıklarına Göre...” Şüphesi

 

Yine buna dair delillerden birisi de yüce Allah’ın müslüman olmalarına, bilgilerine ve salih kimseler olmalarına rağmen Musa aleyhisselam’a: “Onların nasıl ilahları varsa, sen de bize böyle bir ilah yap.” (el-A’raf, 7/138) diyen kimselere dair naklettiği hususda ashab-ı kiram’dan birtakım kimselerin de: “Sen de bize bir zat-ı envad (kılıçlarımızı asarak takdis edeceğimiz bir ağaç) tayin et.” demeleri üzerine Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in yemin ederek “şüphesiz ki bu İsrailoğullarının bize bir ilah yap şeklindeki sözlerine benzer” demesi de bu hususa dair deliller arasındadır. Şu kadar var ki müşriklerin bu olay ile ilgili olarak ileri sürdükleri bir şüpheleri vardır. O da şudur: İsrailoğulları bundan dolayı kâfir olmadılar. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’e: Bize bir zat-u envad yap diyenler de kâfir olmadılar derler.

Buna cevab şudur: İsrailoğulları bu işi yapmadılar. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’den böyle bir şey isteyenlerin durumu da bu idi. Onlar da böyle bir şeyi yapmadılar. İsrailoğullarının bu işi yapmış olsalardı kâfir olacaklarından şüphe olmadığı gibi Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’ın kendilerine böyle bir şeyi yasakladığı kimseler eğer ona itaat etmeyip, yasakladıktan sonra bile bir zat-ı envad edinmeye kalkışmış olsalardı, elbetteki kâfir olacaklardı. Zaten anlatılmak istenen de budur.

Müellifin: “...buna dair delillerdendir” sözleri şu demektir: Yani insan farkında olmadan küfrü gerektiren bir söz söyleyebilir, bir iş yapabilir. İşte İsrailoğulları müslüman olmalarına, bilgi sahibi olmalarına ve salih kimseler olmalarına rağmen Musa aleyhisselam’a: ”Onların nasıl ilahları varsa, sen de bize böyle bir ilah yap.” (el-A’raf, 7/138) demeleri de Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’ın ashabının: “Bunların (takdis ettikleri) zat-ı envadları olduğu gibi sen de bize bir zat-ı envad yap deyip, Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’in onlara: “Allahu ekber gerçekten bu (geçmişlerin ve sonrakilerin onlara uyarak) izledikleri yollardır. Nefsim elinde olana yemin ederim ki İsrailoğullarının Musa’ya: ”Onların nasıl ilahları varsa, sen de bize böyle bir ilah yap.” demelerine benzer. O da kendilerine: “Şüphesiz ki siz cahillik eden bir kavimsiniz.” demişti. Andolsun sizden öncekilerin yolunu adım adım izleyeceksiniz.” demişti.[1]

İşte bu Musa ve Muhammed (ikisine de selam olsun)’in böyle bir teklifi son derece büyük bir tepkiyle karşıladıklarını göstermektedir. İşte anlatılmak istenen de budur. Bu iki şerefli ve büyük peygamber kavimlerinin bu isteklerini kabul etmediler, aksine reddettiler.

Bazı müşrikler bu delile dair şüpheler ortaya koyarak şöyle demişlerdir: Ashab da, İsrailoğulları da bu teklifleri dolayısıyla kâfir olmamışlardı. Bu şüphenin cevabı da şudur: Ashab olsun, İsrailoğulları olsun o yüce iki peygamberden bu reddedici tepkiyle karşılaşınca, bu işi yapmadılar.

Şu kadar var ki bu kıssa şunu ortaya koymaktadır: Müslüman -hatta ilim adamı olan bir kimse- bazan farkında olmaksızın bazı şirk çeşitleri içerisine düşebilir. Bunun öğrenmek, böyle bir şeyden sakınmak ve cahilin tevhidi anladık demesinin bilgisizliklerin en büyüklerinden ve şeytanın tuzaklarından olduğunun farkına varılması, öğrenilmesidir.

Müellif bu ifadeleriyle bu kıssanın ifade ettiği birtakım hususları açıklamaya geçmektedir. Sözünü ettiğimiz kıssa ise envat kıssası ile İsrailoğulları kıssalarıdır. Bunların şu faydaları vardır:

Evvela insan ilim adamı olsa dahi şirkin bazı türlerini farkedemeyebilir. Bu insanın farkında olmadan şirke düşmemesi için öğrenmesini, bilgi sahibi olmasını gerektirir. Bilmediği halde ben şirki biliyorum demesinin kul için en büyük tehlikelerden birisi olduğunu göstermektedir. Çünkü bu katmerli bir cehallettir, katmerli cehalet ise sıradan bir cehaletten daha bir kötüdür. Çünkü sıradan bir cahil öğrenir ve öğrendikleriyle yararlanır, fakat katmerli bir şekilde cahil olan bir kimse kendisi cahil olduğu halde bilgili olduğunu sanır ve şeriate aykırı olan işleri işlemeye devam eder gider.

Yine bu olay şunu anlatmaktadır: Gayret gösteren bir müslüman eğer küfrü gerektiren bir sözü bilmeksizin söyleyecek olur da bunu farkeder ve derhal tevbe edecek olursa, bundan dolayı kâfir olmaz. Nitekim İsrailoğulları ile Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’den sözü geçen istekte bulunan kimselerin durumu da bu idi.

“Yine bu iki olay şunu ifade eder...” ifadeleri ile anlattıkları bu olayların ifade ettiği ikinci hususa dikkat çekmektedir. Müslüman bir kimse eğer bilmeden küfrü gerektiren bir söz söyleyecek olur da daha sonra bunu farkeder, kendisine gelir ve derhal tevbe edecek olursa, bunun kendisine zararı olmaz. Çünkü o bilgisizliği dolayısıyla mazurdur. Yüce Allah da hiçbir kimseye takatinden fazlasını yüklemez. Şâyet o şeyin küfür olduğunu bilmekle birlikte devam edecek olursa, o takdirde halinin gereği ne ise hakkında ona göre hüküm verilir.

(Bu olayların) ifade ettikleri diğer bir husus da şudur: Bir kimse böyle küfrü gerektiren bir söz söyleyecek olursa, Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın yaptığı gibi ona oldukça ağır sözlerle karşılık verilir.

Müellifin: “İfade ettiği diğer husus da şudur: Bir kimse...” sözleri bunun üçüncü faydasını anlatmaktadır. Bir kimse eğer o şeyi istemesi küfür olduğunu bilmeksizin isteyecek olursa, ona oldukça ağır sözlerle karşılık verilir. Çünkü Peygamber sallallahü aleyhi vesellem ashabına şöyle demişti: “Allahu ekber! Gerçekten bu (öncekilerin) izledikleri yoldur. Sizler, sizden öncekilerin yolunu okun iki tüyünün aynı hizada oluşu gibi izleyeceksinizdir.” diye buyurmuştur. Bu ise açık bir şekilde onların yaptıklarını reddetmektir.

Müşriklerin bir şüphesi daha vardır. Şöyle derler: Peygamber sallallahü aleyhi vesellem Üsame’nin “la ilâhe illallah” diyen kimseleri öldürmesini tepki ile karşıladığı gibi, yine o şöyle buyurmuştur: “Ben insanlarla la ilâhe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum.” ve buna benzer la ilâhe illallah’ı diyen kimselerden uzak durmayı (onları öldürmemeyi) gerektiren başka hadisler de vardır. Bu cahillerin maksadı ise bu sözü söyleyenin ne yaparsa yapsın, kâfir olmayacağını ve öldürülmeyeceğini anlatmaktır.

Müellifin: “Müşriklerin bir diğer şüphesi daha vardır...” sözleri şu demektir: Bir takım şüpheler ortaya koyan müşriklerin daha önce geçen şüphelerle birlikte bir diğer şüpheleri daha bulunmaktadır. O da şudur: Peygamber sallallahü aleyhi vesellem la ilâhe illallah dedikten sonra bir kişiyi öldüren Üsame b. Zeyd radıyallahu anh.’ın bu tavrını kabul etmeyerek: “Sen onu “la ilâhe illallah” dedikten sonra mı öldürdün?” diye çıkışmıştır. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem bu sözü Üsame’ye karşı o kadar çok tekrarladı ki Üsame: “Keşke henüz o zaman ne kadar müslüman olmasaydım diye temenni ettim.” diyecek hale gelmiştir.[2] Aynı şekilde Peygamber sallallahü aleyhi vesellem: “Ben insanlarla “la ilâhe illallah” deyinceye kadar savaşmakla emrolundum.”[3] şeklindeki buyruğu da böyledir ve buna benzer “la ilâhe illallah” diyen kimsenin bir başka açıdan şirk üzerinde bulunsa dahi kâfir olmayacağı ve öldürülmeyeceğine dair delil diye sürdükleri benzeri başka hadisler de vardır. Ancak bu büyük bir cehaletin neticesidir. Çünkü “Allah’tan başka ilâh yoktur” demek insanın eğer bir başka açıdan şirk koşmakta ise cehennem azabından ve şirkten kurtarmaya yeterli değildir.

Bu cahil müşriklere şöyle denilir: Bilindiği gibi Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem la ilâhe illallah dedikleri halde yahudilerle savaşmış ve onları esir almıştır. Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın ashabı da Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna tanıklık etmelerine, namaz kılmalarına, müslüman olduklarını ileri sürmelerine rağmen Hanife oğullarıyla savaşmıştır. Ali b. Ebi Talib’in ateş ile yaktığı kimselerin durumu da böyledir.

Müellifin: “Bu cahil müşriklere şöyle denilir...” şeklindeki sözleri daha önce belirtildiği gibi bu cahillerin ortaya attıkları şüpheye bir cevabtır. Bu şüphenin cevabı da şu şekildedir:

1- Peygamber sallallahü aleyhi vesellem la ilâhe illallah demelerine rağmen yahudilerle savaşmış ve onları esir almıştır.

2- Ashab-ı kiram la ilâhe Muhammedu’r-Rasûlullah demelerine, namaz kılmalarına ve müslüman olduklarını ileri sürmelerine rağmen Hanife oğullarıyla savaşmışlardır.

3- Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh.’ın ateşte yaktığı kimseler de Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına tanıklık eden kimselerdi.

Bu cahiller de şunu kabul etmektedir ki: Öldükten sonra dirilişi inkar eden kâfir olur ve öldürülür, isterse la ilâhe illallah desin. İslamın rükunlerinden herhangi bir şeyi inkar eden bir kimse kâfir olur ve öldürülür, isterse bu sözü söylemiş olsun. Peki fer’î hükümlerden birisini inkar etmekle birlikte bu la ilâhe illallah demesinin ona faydası nasıl olmaz? Buna karşılık Rasullerin dininin esasını ve başını teşkil eden tevhidi inkar ederse, bu sözün ona nasıl faydası olabilir.

Müellifin: “Bu cahiller de şunu kabul etmektedir: ...” sözleri bu cahillerin iddialarına karşılık kabul etmek zorunda oldukları bağlayıcı bir delillendirmesi ve onların benimsedikleri görüşlerin benzeri ile onlara karşı delil getirmesidir. Çünkü onlar şöyle diyorlar: Öldükten sonra dirilişi inkar eden bir kimse kâfir olarak öldürülür. Yine onlar: İslamın rükunlerinden herhangi birisinin farz olduğunu inkar eden bir kimsenin kâfir olduğuna hüküm verilir ve la ilâhe illallah dese dahi öldürülür derler. Peki dinin esasını teşkil eden tevhidi inkar eden bir kimse la ilâhe illallah dese bile nasıl kâfir olmaz ve öldürülmez. Böyle bir kimsenin namazın ya da zekatın farziyetini inkar eden kimseye göre tekfir edilmesi daha öncelikli değil midir? İşte bu kaçınılmaz olarak kabul edilmesi gereken bağlayıcı bir açıklama ve delillendirmedir.

Fakat Allah’ın düşmanları hadislerin manasını anlayamamışlardır. Üsame’nin hadisini ele alalım. O müslüman olduğunu iddia eden bir kimseyi ancak kanının dökülmesinden, malının alınmasından korktuğu için müslüman olduğunu iddia ettiğini sandığından dolayı öldürmüştü. Halbuki bir kimse müslüman olduğunu açıkladıktan sonra onun buna aykırı bir hali açıkça ortaya çıkıncaya kadar o kimseye ilişmemek gerekir. Yüce Allah da bu hususta: “Ey iman edenler Allah yolunda cihada çıktığınız zaman iyice araştırın.” (en-Nisa, 4/94) buyruğunu indirmişti. Yani iyice tesbit edin. O halde âyet-i kerime böyle bir kimseyi öldürmekten uzak durmayı ve işi iyice araştırmanın gerektiğini göstermektedir. Artık bundan sonra İslama aykırı bir hali ortaya çıkacak olursa, yüce Allah’ın: “İyice araştırın” buyruğu dolayısıyla öldürülür. Eğer mücerred bu sözü söylediği için (bir daha) öldürülmesi söz konusu olmayacak olsaydı, iyice araştırmanın herhangi bir anlamı da olmazdı.

Müellifin: “Fakat Allah’ın düşmanları bu hadisin ne anlama geldiklerini kavrayamamışlardır...” sözleri şu demektir: Onların şüphelerine dayanak aldıkları hadisleri ele almakta ve bunların ne anlama geldiklerini belirterek şu şekilde açıklamaktadır: Üsame’nin hadisi yani onun la ilâhe illallah diyen kimseyi öldürdüğüne dair hadise gelince, Üsame bu kimseyi öldürmek üzere arkasından gidip, yetişmişti. Bu kişi müşrikti. La ilâhe illallah dediği halde Üsame onu öldürmüştü. Çünkü o bu sözlerini ihlaslı olarak söylemediğini aksine sadece kurtulmak kastıyla söylediğini sanmıştı. Bu hadiste la ilâhe illallah diyen herkes müslümandır ve kanı himaye altına alınıp, korunmuştur görüşüne delil yoktur. Bu hadiste la ilâhe illallah diyen kimseye ilişilmemesi gerektiğine dair delil vardır. Bundan sonra haline durumu açıkça ortaya çıkıncaya kadar bakınız. Müellif buna yüce Allah’ın: “Ey iman edenler! Allah yolunda cihada çıktığınız zaman iyice araştırın.” (en-Nisa, 4/94) buyruğunu delil göstermiştir. Yüce Allah bununla iyice araştırmayı emretmektedir. Bu da şuna delildir: Durumun daha önce açıkladığı halinin zıttı olduğu ortaya çıkacak olursa, o vakit o kimsenin açıkça ortaya çıkan haline göre bir muameleye tabi tutulması gerekir. Şâyet ondan İslama aykırı bir hal açığa çıkacak olursa, öldürülür. Her ne kadar mutlak olarak bu sözü söylemekle öldürülmeyecek olsa dahi artık bundan sonra bu sözü söylemesinin bir faydası kalmaz. Çünkü durumun iyice araştırılması emri bunu gerektirmektedir.

Durum her ne olursa olsun Üsame radıyallahu anh. ile ilgili bu hadis-i şerifte putlara, ölülere, meleklere, cinlere ve daha başka şeylere ibadet eden bir müşrik olduğu halde la ilâhe illallah diyen bir kimsenin müslüman olmasını gerektiren herhangi bir delil bulunmamaktadır.

Aynı şekilde diğer hadisin ve benzerlerinin de anlamı belirttiğimiz üzere şöyledir: Tevhidi ve İslamı izhar eden kimseye buna aykırı bir hal ortaya çıkıncaya kadar el uzatmamak gerekir. Buna delil Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın şu buyruğudur: “Sen onu la ilâhe illallah dedikten sonra mı öldürdün?” Yine Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ben insanlarla la ilâhe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum.” İşte hariciler hakkındaki şu buyrukta onundur: “Onlarla nerede karşılaşırsanız, onları öldürünüz. Andolsun onlara yetişecek olursam, Ad kavminin öldürülüşü gibi onları öldüreceğim.” O bu sözlerini haricilerin insanlar arasında en çok ibadet eden, en çok tehlil ve tesbih getiren kimseler olmalarına rağmen söylemiştir. Hatta ashab-ı kiram onlara kıyasla kendilerini (ibadetlerini) küçümsüyorlardı. Üstelik onlar ashab-ı kiram’dan ilim de öğrenmişlerdi. Ancak şeriata aykırı halleri ortaya çıkınca la ilâhe illallah demelerinin de, çokça ibadet etmelerinin de, müslüman olduklarını ileri sürmelerinin de kendilerine hiçbir faydası olmadı.

Müellifin: “Diğer hadis ve benzerlerinin anlamı da... bu şekildedir” sözleri ile kastettiği diğer hadis Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’ın: “Ben insanlarla... savaşmakla emrolundum” hadisidir. Böylelikle müellif hadisin anlamının şu olduğunu açıklamaktadır: Müslüman olduğunu açığa vuran bir kimseye durumu açıkça ortaya çıkıncaya kadar ilişmemek gerekir. Çünkü yüce Allah:”İyice araştırın” diye buyurmuştur. Çünkü bizim bu hususta herhangi bir şüphe içerisinde olmamız halinde iyice araştırma emrini yerine getirme ihtiyacımız vardır. Şâyet ‘la ilâhe illallah’ sözü tek başına ölümden kurtarıcı olsaydı, ayrıca araştırmaya ihtiyaç duyulmazdı. Daha sonra merhum müellif benimsediği bu kanaate şunu delil göstermektedir: Peygamber efendimizin Üsame’ye söylediği: “Sen onu ‘la ilâhe illallah’ dedikten sonra mı öldürdün?” sözü ile “ben insanlarla Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur ve Muhammed Allah’ın Rasûlüdür deyinceye kadar savaşmakla emrolundum...” diyenin (o peygamberin) aynı şekilde haricilerle de savaşılmasını emrederek: “Onlarla nerede karşılaşırsanız, onları öldürünüz” da diyendir.[4] Halbuki hariciler namaz kılar, Allah’ı anarlar, Kur’ân okurlardı. Onlar ashab-ı kiramdan ilim öğrenmiş kimselerdi. Fakat bununla birlikte bunların hiçbirisinin kendilerine hiçbir faydası olmadı. Çünkü iman Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in: “O gırtlaklarından aşağıya inmemiştir.” buyruğunda olduğu gibi kalblerine ulaşmamıştı.

Aynı şekilde yahudilerle savaşmak ve Halife oğulları ile ashabın savaşmaları ile ilgili sözünü ettiğimiz hususlar da böyledir. Yine Peygamber sallallahü aleyhi vesellem Mustalık oğullarına, onlardan birisi zekat vermeyeceğini haber verince gaza tertiblemek istemişti. Fakat sonunda yüce Allah: “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse... iyice araştırın.” (el-Hucurat, 49/6) buyruğunu indirmiş ve adamın onlara yalan söylediği ortaya çıkmıştır.[5] Bütün bunlar Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in delil diye gösterdikleri hadislerinden maksadın sözünü ettiğimiz şekilde olduğunun delilidir.

Bu da ‘la ilâhe illallah’ sözünü mücerred söylemenin öldürülmekten alıkoymaya yeterli sebeb olmadığı, aksine eğer onunla savaşmayı gerektiren bir sebeb bulunacak olursa, bu sözü söyleyen kimse ile savaşmanın caiz olduğudur.


 

[1] Tirmizi, 1771 nolu hadis, Tirmizi: Hasen, sahih bir hadistir demiştir.

[2] Buhari, 3269; Müslim, 96 nolu hadisler.

[3] Buhari, 1399; Müslim, 20 nolu hadisler.

[4] Buhari, 6930 ve Müslim 1068 nolu hadisler.

[5] Hadisi İbn Cerir et-Taberi, XXVI, 123’te, İbn Kesir, IV, 187’de rivayet etmiş ve şunları söylemiştir: “Bu hadisin değişik rivayet yolları vardır. En güzeli ise İmam Ahmed’in rivayet ettiği yoldur” demiştir. el-Heysemî de Mecmau’z-Zevaid, VII, 111’de rivayet etmiş ve: “Bu hadisi Ahmed rivayet etmiş olup, ravileri sika ravilerdir” demiştir.