İlmin pekçok faziletleri vardır. Bunların bazılarını şöylece sıralayabiliriz:
1- Allah ilim ehlini ahirette de, dünyada da yükseltir. Ahirette yüce Allah ilim ehlini yüce Allah’ın yoluna yaptıkları davet ve bildikleri gereğince amel etmeleri oranında derecelerle yükseltir. Dünyada da onları yerine getirdikleri ve gerçekleştirdikleri işlere göre kulları arasında yükseltir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Allah sizden iman edenleri ve (özellikle) kendilerine ilim verilenleri dereceler ile yükseltir.” (el-Mücadele, 58/11)
2- İlim, Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in şu buyruğunda olduğu gibi bıraktığı mirastır:
“Peygamberler ne bir dinar, ne de bir dirhem miras bırakmışlardır. Onlar ancak ilmi miras bırakmışlardır. Her kim onu alırsa pek büyük bir pay almış olur.”[1]
3- Ölümünden sonra insanın faydasına geriye kalacak olan şeylerdendir. Hadis-i şerifte Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğu sabittir:
“Kul öldü mü artık ameli şu üç şey müstesna kesilir: Cari bir sadaka yahut kendisiyle yararlanılan bir ilim yahutta kendisine dua edecek salih bir evlat.”[2]
4- Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem iki nimet dışında hiç bir kimseye sahib olduğu nimetler dolayısı ile gıbta etmesini teşvik etmiş değildir. Söz konusu bu iki nimet:
a- İlim taleb etmek ve gereğince amel etmek.
b- Malını İslama hizmet yolunda kullanan zengin.
Abdullah b. Mesud radıyallahu anh.’dan rivayete göre Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“İki şey dışında kıskançlık (gıbta) olmaz. (Bunlardan birisi) yüce Allah’ın kendisine mal verdiği ve o malını hak yolunda tüketmeye musallat kıldığı kimse ile yüce Allah’ın kendisine hikmet (ilim) öğrettiği ve gereğince hüküm verip, onu öğreten kimse.”[3]
5- İlim kulun kendisi ile önünü aydınlattığı bir nurdur. Onunla Rabbine nasıl ibadet edeceğini, başkalarına nasıl davranacağını öğrenir. Böylelikle o bu hususlarda ilim ve basiret üzere yol almış olur.
6- Alim insanların kendisi vasıtası ile din ve dünya işlerinde doğru yolu buldukları bir nurdur. İsrailoğullarından 99 kişi öldürüp te abid bir kimseye tevbesi kabul olur mu diye soru sorması ile ilgili kıssa çoğu kimsenin bildiği bir husustur. Abid kişi bu işi büyük bir hadise olarak görmüş olduğundan olmalı ki: “Hayır” demişti. Bunun üzerine soru soran kişi onu öldürmüş ve böylelikle öldürdüğü şahısları yüze tamamlamıştı. Daha sonra bir ilim adamına gitmiş, ona durumu sormuş, bu ilim adamı ise kendisine tevbe etmesinin mümkün olduğunu, tevbe ettiği takdirde tevbesinin kabulünü hiçbir şeyin engellemeyeceğini bildirmişti. Daha sonra ona ahalisi salih olan bir beldeyi söyleyerek oraya gitmesini söylemişti. O şehire gitmek üzere ayrılıp, gidince yolda ölmüştü. Bu kıssa bilinen bir kıssadır.[4] Şimdi alim ile cahil arasındaki farkı açıkça görebiliriz.
Bu hususlar açıklık kazandığına göre o halde insanları Rablerinin şeriati üzere terbiye eden rabbani ve gerçek ilim adamlarının kim olduklarının bilinmesi de kaçınılmaz bir şeydir ta ki bu rabbani ilim adamları ile onlardan olmadıkları halde onlara benzemeye çalışanlar birbirlerinden ayırdedilebilsinler. Çünkü bu gibi kimseler görünüş ve dış halleriyle, söz ve fiilleriyle onlara benzemeye çalışırlar. Gerçekte ise insanlara karşı samimi öğüt vermek ve hakkı istemek bakımından onlardan değildirler. Bu gibi kimselerin elindeki en iyi sermaye hakkı batıla karıştırması ve susuzun su zannettiği fakat yanına geldiği vakit hiçbir şey olmadığını anladığı süslü püslü ibareler ile bunu insanlara sunarlar. Hatta bunların insanlara sundukları bazı kimselerin ilim ve fıkıh diye zannettikleri bunun dışındaki ifadeleri ise ancak zındık yahutta deli kimselerin sözkonusu edebilecekleri birtakım bid’atler ve sapıklıkları dile getirirler.
İşte müellifin sözlerinin anlamı budur: Sanki o bu sözleriyle ehl-i sünnete insanları ehl-i sünnet alimlerinden bilgi edinmelerini engellemek maksadıyla hiç de kendileriyle ilişkisi bulunmayan ifadelerle dil uzatıp, onları ayıplayan saptırıcı bid’at ehlinin ileri gelenlerine işaret ediyor gibidir. Bunların dile getirdikleri ise kendilerinden önce azgınlık edip, haddi aşan kimselerin, peygamberleri yalanlayanların mirasıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Onlardan öncekilere gelen peygamberlerin herbirine de mutlaka böylece sihirbaz veya deli derlerdi. Acaba bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler? Hayır onlar azmış bir kavim idiler.” (ez-Zariyat, 51/52-53)
[1] Bir önceki nota bakınız.
[2] Müslim, Vasiyye, Bab-u ma yelhaku’l-insane mine’s-sevabi ba’de vefatihi.
[3] Buhari, İlm, Babu’l-iğtibati fi’l-ilmi ve’l-hikmeti; Müslim, Salatu’l-Musafiriyn, Bab-u men yekumu bi’l-Kur’ân-i ve yuallimuhu.
[4] Olay ile ilgili rivayet şöyledir: Ebu Said Sad b. Malik b. Sinan el-Hudri radiyallahu anh’dan rivayete göre Rasûlullah sallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
“Sizden öncekiler arasında doksandokuz kişi öldürmüş birisi vardı. Yeryüzünün en alimi kimdir? diye sordu. Ona bir rahib gösterildi. Onun yanına gidip dedi ki: Ben doksandokuz kişi öldürdüm. Tevbe etmem mümkün mü? Rahib: Hayır, dedi. Bu sefer onu öldürdü ve böylelikle öldürdüklerinin sayısını yüze tamamladı. Sonra yine yeryüzünün en bilgili kişisi kimdir? diye sordu. Ona alim bir kişi gösterildi ve (gidip) ona dedi ki: Ben yüz kişi öldürdüm, tevbe etmem mümkün olur mu? Alim: Tabi, dedi. Seninle tevben arasına kim girebilir. Sen şu şu nitelikteki yere git, orada yüce Allah’a ibadet eden insanlar var sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Eski topraklarına da bir daha geri dönme, çünkü orası kötü bir diyardır. Bunun üzerine yola koyuldu. Yolun yarısına vardığında eceli geldi. Rahmet melekleri ile azab melekleri onun hakkında tartışmaya koyuldular. Rahmet melekleri: Bu kişi kalbinden tevbe ile yüce Allah’a yönelerek geldi. Azab melekleri ise: Bu kişi hiçbir hayır işlemedi dediler. Bu sefer bir insan suretinde onlara melek geldi. Onu kendi aralarında hakem tayin ettiler. O da kendilerine: Her iki yerin arasını ölçünüz. Hangisine daha yakın olursa, o zaman o kimseyi o kişiler alsın dedi. Yerleri ölçtüler, gitmek istediği yere daha yakın olduğu görüldü. Bunun üzerine rahmet melekleri onu aldılar.”
Buhari’nin sahih’inde yer alan rivayette de şöyle denilmektedir:
“Allah’a yemin olsun ki salih insanların yaşadığı kasabaya bir karış daha yakın idi. O bakımdan oranın ahalisinden sayıldı.”
Yine bir diğer sahih rivayette şöyle denilmektedir:
“Yüce Allah buraya sen uzaklaş, öbür yere de sen de yakınlaş diye vahyetti. Bunun üzerine hakem dedi ki: Her ikisi arasındaki mesafeyi ölçünüz. Böylelikle onun öbürüne (gideceği yere) bir karış daha yakın olduğunu gördüler. Yüce Allah da ona mağfiret buyurdu.”
Bir rivayette de:
“Göğsüyle o (gideceği) yere doğru yaklaşmaya çalışmıştı.”
Bu hadisi: Buhari, Enbiya, Bab-u ma zukire an beni İsrail; Müslim, Tevbe, Bab-u Kabili Tevbeti’l-Katil, 46, 47, 48 nolu hadisler; Daha geniş bilgi elde etmek için bk. değerli hocamızın bu hadise dair “Şerhu Riyazi’s-Salihin” I, 21 nolu hadise dair açıklamaları.