Tevhid ve Ahlak: 

 

Tevhid, üstün ahlâkın ve tüm erdemlerin menbaıdır. Bu nedenle tev­hid, kul için şereflerin en büyüğü, rütbelerin en üstünü ve mevkile­rin en yükseğidir. Dolayısıyla muvahhid olma şeref ve şansından yok­sun bu­lunan her insan, talihsiz, nasipsiz ve zavallı bir yaratıktır.

Tevhidle şereflenmiş insan ise doyumlu, cesur, cömert, çalışkan, sa­bırlı, atak, umutlu, paylaşımcı, katılımcı, nazik, saygılı, görgülü, iyi ni­yetli, ciddi, içten, yardımsever, özgür ruhlu, hakperest, başı dik ve tüm erdemlerle do­nanmış, her bakımdan örnek bir kişiliğe sahiptir.

Çünkü İslam pedagoji­sinde çocuğa, bebeklik günlerinden hemen sonra Allah (cc)'ın varlığına ve birliğine inanma ilkesi temel ölçü alınarak ilk eği­tim verilir. Bu eğitim aşamalı olarak çocuğun gelişen zekâ, yetenek ve kapa­si­tesine paralel olarak bir yelpaze biçiminde ve gittikçe gelişen bir tempo ile yaşamının her alanına doğru yaygınlaştırılır. Zâten İslam fıtratıyla dün­yaya gelmiş olan ve bu fıtrat doğrultusunda müminleştiri­len çocuk, alt yapısını tevhidî anlayışın oluş­turduğu bir ruh ve ahlâk zenginliği içinde geleceğe doğru adımlarını at­maya başlar; Gerçek bir muvahhidin sağlam ve sarsıl­maz imanıyla her türlü ırkçı, milliyetçi, kabileci, sınıfçı, partici, ayrılıkçı, bö­lücü, nifakçı, sen­tezci, putçu, çıkarcı ve benlikçi zihniyetten sıyrılmış bir fert olarak necib İslam Ümmeti'nin bütünlüğü içinde (sıfır zeminde) yerini alır.

Onun için­dir ki (kim olur­larsa olsunlar ve istedik­leri kadar mümin ol­duklarını ortaya koysun­lar), sıfır zeminde, herkesle eşit bir kod ve seviyede durmayı göze ala­mayanların hayat ve gidişatında tevhidin gerçek tecellileri gözlenemez. Yani açıkça söylemek gerekirse bu tip insanların imanı şaibeli­dir! Dolayısıyla unutmamak lazımdır ki mü­nafıkın müminden, riyakarın sa­mimiden ayırt edilmesinde en şaşmaz ölçü ve formül “tevhid” dir; Tevhidî anlayış ve ahlâktır.

Elbette ki iman tevhidsiz oluşmaz ve oluşamaz. Allah (cc)'ın varlı­ğına, birliğine, bütün veya bölüm olmaktan münezzeh bulunduğuna, eş­siz, denksiz, rakıybsiz, benzersiz, öncesiz, sonrasız, sınırsız, noksansız, doğma­mış, doğurulmamış, aşılmaz ve kuşatılmaz olduğuna; Alemlerin yegâne yaratıcısı, düzenleyicisi ve terbiye edicisi olduğuna inanmakla an­cak in­sanda imanın ilk basamağı oluşmaya başlar. İşte “tevhid” budur. Allah Teâlâ'nın tertemiz ve güzel isimlerinden “Vâhid” ve “Ehad” da bu aydın ve yüce inancın birer simgesidir. Bu kutlu simgeler Kur'ân-ı Kerim'in bir­çok yerinde geçer. [1]

Müslümanların gerileyişi ve İslam Dünyası'nın çöküşü, -bilindiği üzere- tarih yorumcuları tarafından birçok nedenlere bağlanır. Aslında bu neden­lerin arka planında bulunan (birinci derecede temel) bir neden daha aramak gerekir. Bu da hiç kuşkusuz tevhidî anlayışın bozulması, yozlaş­ması ve şirk kültürleriyle sentezlenmesidir.

Şunu kesinlikle ifade etmek gerekir ki: Allah (cc)'ın varlığına, bir­li­ğine, eşsizliğine, ve benzersizliğine, ezelîliğine, ebedîliğine ve kâinat üze­rindeki rakıybsiz, aşılmaz ve mutlak egemenliğine içtenlikle inanan hiç bir insan, geçici ve fanî hiç bir şeyi tanrılaştırmaz, tanrılaştıramaz;  Hiç bir faniye, her­hangi bir yorumla, şu veya bu maazeretle tanrı süsü vermez veremez;  Onun karşısında çağdaş bir söylemle “saygı duruşu” denen an­cak ibadetten başka hiç bir şey olmayan spekülasyonlarda bu­lunmaz, bu­lunamaz! Çünkü bunu göze alanların durumları kişisel bakımdan Allah (cc) ile kendi arala­rında bir mesele olmakla beraber, bu kimseler, dünya müminleri nazarında değil mümin, müslüman ol­duklarını bile hiç bir zaman kanıtlayamazlar ! 

Bu tip insanların bir bölümü evrensel düşünme yeteneğinden son de­rece yoksun ve çok zavallı yaratıklardır. Bir diğer bölümü ise birlikte olduk­ları müşriklerden yararlanabilmek için akılları sıra “takıyye” yap­maktadır­lar (!) Buna karşın yüce tevhid inancıyla zihni ve iç dün­yası ay­dınlık olan müminlerin tüm düşünce ve idealleri evrenseldir. Dolayısıyla böyle insan­lardan oluşan bir toplum elbette ki yüce bir ruh ve ahlâk zenginliğine sahip olur. Böyle bir toplum dünyadaki bütün millet­lere örnek olmaya adaydır.

Öyle ise bu şaşmaz ölçü gösteriyor ki bugün dünya milletlerinin ço­ğun­dan geri kalmış bulunan müslümanların başındaki yöneticiler tev­hidî inanç ve anlayışlarını, yönetilenler de tevhidî bilinçlerini -ne yazık ki- yi­tirmişlerdir!

Burada denebilir ki: Müslümanlardan daha ileride bulunan millet­le­rin hiç biri tevhid inancına sahip değildir. Peki onlar bu üstünlük ve güç­lerini neye borçludurlar?

Şunu hemen kaydetmek gerekir ki uzay çağı teknolojisine sahip bu­lunmalarına rağmen bu milletler, günümüzün çökmüş müslüma­nımsı halkların problemlerinden (sözle anlatılamayacak)  kadar kat kat daha bü­yük sorunlarla karşı karşıyadırlar. Meselelerini halletmiş gibi gözüken bu mil­letler, aslında hem siyasal hem de sosyal ve toplumsal bakımdan bü­yük aç­mazların içindedirler. Karşılıklı güç denemeleriyle bir çeşit insanlı­ğın so­nunu hazırlamakla meşguldürler.

Bu çirkin gidişatın doğal bir sonucu olarak: Aids'le, domuz etinin se­bep olduğu yaygın trişin, damar sertliği ve çeşitli kalp hastalıklarıyla, alkol, uyuşturucu ve sınırsız seksin getirdiği sosyal felaketlerle, stres ve derin mo­ral çöküntüsünden kaynaklanan intiharlarla Allah Teâlâ on­ları ağır bir sı­nava çekmiştir. Ahlak namına iflas etmiş ve dejenere ol­muş bu­lunan, do­layısıyla manevi boşluk içinde bocalayan bu milletler, çıldırmış­casına baş­döndürücü bir müzik ve eğlencenin kucağına kendi­lerini ata­rak teselli ol­maya çalışırlarken, yönetim kadroları arasında bazı kamplar bu korkunç gi­dişi sezinlemiş olmalıdırlar ki kurtuluş için zaman zaman birtakım çıkış yollarının arayışı içine girmişlerdir.

Müslümanımsı milletler ise bu hasta toplumların, kenarında bu­lun­dukları felaket uçurumlarından Allah (cc)'ın bir lutfuyla kurtularak ken­di­lerini Tevhid'in bağrına atan mühtedîleri örnek alacaklarına ve manen if­las etmiş bu milletlerin acıklı durumlarından ders ve ibret alacaklarına on­ların kokuşmuş hayat tarzına imrenerek kendi tevhid anlayışlarından ge­riye kalmış değerleri de şirk kültürüyle iyiden iyiye yoğurma basiretsiz­liğine düştükleri içindir ki artık kimliklerini tam an­lamıyla yitirme süre­cine gir­miş bulunmaktadırlar.

Bu boş, bilinçsiz, amaçsız, tehlikeli ve korkunç gidişin kurbanı ol­mak­tan kurtulmanın tek çaresi ise kuşkusuz tüm câhilî anlayışlardan, her türlü şirk sembollerinden, tağutî yönetim biçimlerinden, kâfirâne yakla­şım ve düşüncelerden tamamen arınarak Tevhid'e dönmektir. Çünkü sağlam, sar­sılmaz, köklü ve evrensel imanın temel taşı “tevhid” dir. [2]  

 


 

[1] Bakara: 2/133, 2/163, Nisa: 4/171, Maide: 5/73, En’am: 6/19, Tevbe: 9/31, Yusuf: 12/39, Ra’d: 13/16, İbrahim: 14/48, 14/52, Nahl: 16/22, 16/51, Kehf: 18/110, Enbiya: 21/108, Hacc: 22/24, Ankebut: 29/46, Saffat: 37/4, Sad: 38/65, Zümer: 39/4, Mü’min: 40/16, Fussilet: 41/6, İhlas: 112/1

[2] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 209-212.